27 Haziran 2009 Cumartesi

öykü atölyesi -resimlerin dili


VAKİT BAHAR…

Pencereden içeri sızan sıcacık bir ışık, dostça tuttu elerini ,hadi kalk dedi.Nereye diye soramadan giyinmiş buldu kendini.

Yürümeğe başladılar, gözlerini oğuşturup ne olduğunu anlamaya çalıyordu hala.

Önce, dedi,sabahın tazeliğini hisset içinde ,derin bir nefes al,göğe bak,bir tane bile kara bulut yok. Ağaçlar giyindi ,kuşlar sıraya girdi senin için…

Baharın başlıyor bu gün.Dua etmiştin sayısız kez hatırlasana,bitsin bu kış, dağılsın siyahi bulutlar,renklerini yeniden göreyim Rabb’im demiştin,kalbini saran yabani sarmaşıkları koparıp atarken,bir daha filizlenmesinler istemiştin.İşte bu yüzden sakladım gülüşümü aylarca , ışığa tutunup boğmasınlar seni bir daha .

Şimdi sıra şehrin dört yanına dağılan parçalarını toplayıp doğru yerlerini bulmakta.Yeniden yapacağız içinin saraylarını bu baharda

Şu ilerden sağa dönelim. Işıkları geçince bir durak var, ilk parçan orada.Hani bir gün otobüs bekliyordunuz.Delici bakışlarını hissetmiştin hemen,başını çevirmiştin başka tarafa.Arkadaşlarınla muhabbete koyulmuştun,otobüsün geldiğini son anda fark edip zor yetişmiştiniz, hatırlasana. Neyse ki boş bir yer bulup oturmuştunuz ki karşındaki koltukta oturduğunu fark ettin.Ukala bir edayla gülümsüyordu bu defa . Daha ukala ve sert bir bakışla cevap verdiğini sanmıştın ama ,ilk zehirli okunu atmıştı bu esnada.İşte bak o parça burada .Toz toprak arasında kalmış bunca zaman ama o ok hala orda.Korkma bir seferde çek , kanamayacak bu defa.Tamaaam …işte bu kadar…Şimdi yerine yerleştirelim…harika.

Göğün rengi şimdi nasıl , daha bir mavi değil mi?

Hadi devam edelim.Bakalım nerelerde dağılmışsın.

Yollar nasılda kalabalık bu gün herkes bir yerlere yetişme telaşında, yüzlerde pazartesinin sıkıcılığı okunmakta.Ama epeydir senin için günlerin, saatlerin önemi yok değil mi,dilinde şairden mısralar,”bakma saatine iki de bir de,halin neyse saat onun saati ”Halin bahar olacak artık, unutma ,sen çağırdın bu şenliği aylarca.

İşte şurası o güzel çay bahçesi…Ağaçları ,dallarını yere kadar indirip masaları saklamıştı da, şehirden kaçtığınızı sanmıştınız ilk oturduğunuzda arkadaşınla.Ondan bahsetmiştin ilk defa .Aylar sonra içindeki zehirli sarmaşık sarınca her yanını ,sıkıştırmıştı hani kalbini.Bir nefeste çıkmıştı adı ağzından,nasıl olduğunu anlamadan.Diline kadar geldiğine göre çoktan kalbinin düştüğünü anlamıştı dostun,dur burada ,tehlike var dememişti sana.Bilakis sevinmiş, yüreklendirmişti seni,gerçi onun da gözleri kamaşmıştı aşkın ışığıyla.Eteklerinden çekiştirdi seni de gel dedi,su çok güzel ,yüzelim gönlümüzce ,bırak kendini suyun kaldırma kuvvetine , kasma ,bak bana ,mesela dün işten çıkınca nasıl güzel bir akşamdı onunla,anlatamam sana ,hadi,sen de açıl ,durma bu kıyıda…
Çalan şarkının kollarına bırak kendini , sana getirdiği şu şiirlere baksana , o da seviyor seni , inan buna. İşte o anda koca bir parçan düştü tam şu masanın yanında, o ağacın altına .

Sonra defalarca daha, arkadaşınla geldiniz buraya , kimi zaman sıcacık çayın şekerini karıştırırken eridi kelimeler ,kimi zaman soğuk bir suyun serinliğinde boy verdi içinizdeki yeşiller .Eğil şimdi,burada çok parçan var, hepsini tek tek topla , temizle üzerindeki kumu , denizin tuzlu suyu dağladı hepsini bunca zaman ,merak etme acımayacak,bismillah de dizilsin parçalar doğru yerlerine.

İşte son parçanın kaldığı yere geldik, otogara uzanan o yol…işte işte şurada gördün mü hala keskinliğini koruyor ,belki de en çok acıtacak lakin en çabuk iyileşecek parça bu olmalı.Çünkü bir seçiş var burada ,bir vazgeçiş,uzatılan kırmızı gülün koklanmadan daha soluşu gibi bir kabus gizli çamların arasında,derinlerde bir yere işlemiş tuz buz olmuş o kristalin sesi eşlik etmekte hatırana .Al onu ,o sesleri duydukça hiç acı duymayacaksın,seçti kaybetti, unutma.Bak nasıl güzel oturdu yerine bu parça .

Kalbin tamam, o kadar da zor değilmiş toparlanmak demiştim sana.Sıra geriye dönüşü engelleyecek adımlarda.

Hadi acele edelim,vakit ilerlemiş ,artık, saat benim saatim ,bulutlar çekilmişler ya, hissettirmeliyim aleme sıcağımı ,bir de senin yüreğine akmalıyım usulca . Gelmeyeceğini bile bile, aylarca beklediğin o pencerenin giysilerini değiştirmeye geldi sıra.

Şöyle beni içeri alan ,hüznü dışarıda koyan pembe çiçekli bir perde olsun bu sefer, yeşil fonları da olsun yanlarında ,her baktığında baharı,beraber gezdiğimiz ,içinin hüzünlerini boşaltıp kaldırımların taşlarına, kalbinin asli parçalarını topladığımız bu güzel günü hatırla .Resimler yap duvarlara, içinden an’a umut yollarını çiz, korkma.

Bir başkasını değil, artık kendini yaşa. Beni sana gönderen, içinin karanlıklarını aydınlığa tebdil eden , yüreğine bahar mevsimini getiren Halik’ının kudretine istinad ,hikmetine itimad et ki,zayii olma.

HANDAN GÜLER

18 Haziran 2009 Perşembe

SAMİHA AYVERDİ'DEN...


Dost’a…

"Dostum,inan bana ki sana içimi göstermek istemiyorum.Eğer boş bulunup bazı bazı bu işi yapıyorsam ,gene inan ki,tek penceresinde ışık olan bir ev gibi,esrar karanlıklarının ortasındaki bu tek ışık damlası,gönlüm çatısının ancak bir köşeciğini aydınlatır.
Eğer gene boş bulunup sana bir selam,bir söz armağanı gönderiyorsam,bu selamın,bu haberin suya aksini bırakmış bir ağacın hikayesinden hiç farkı yoktur.Nasıl o akiste ağacın her çizgisi mevcut,fakat ruhu gaipse,benim de sana gösterdiğim lafz ve haberde içimin ancak bir gölgesinden,bir resminden başka bir şey yoktur.
Amma ağacı ,gölgesini suya saldığı için nasıl ayıplamıyorsan ,beni de sana ister istemez içimden haberler verdiğim için hoş gör;kınama!" (Samiha Ayverdi-Yusufçuk-Kubbealtı yayınları)

Early grey çayımın enfes kokusuyla sarhoş oturmuşum kırmızı sallanan sandalyeme
Ney ile kanun beraberliğin zevkiyle mest,akıyorlar kulağımdan kalbime
Haziranın sıcağına aldırış etmeyen tatlı bir Ankara rüzgarı ,açık balkon kapısından içeri süzülmekte
Elimde "Yusufçuk",kalbimde yine doğru söylemiş,yaşamamışım ben terennümü...
Kelimeler tasvirden kisvelerin birini giyip birini çıkarıyor yazarın kaleminde.
Hüzün ve coşku durmaksızın köşe kapmaca oynuyor içimde.
"la ilahe illa ente subhaneke inni küntü minez zalimin" lafzı boğazımdan aşağı bir yerlere inmek telaşesinde.
Ara ara bir düşünce...İyi ki o var,bir fener olarak önümde ,karanlık gecede,dağdağalı bir denizde , kimbilir hangi balığın karnında
ne yapardım aldığı ışığı yansıtmasa üzerime ,karanlıklar içinde.
Sahil-i selamete beraber çıkabilmek duası ve ümidiyle...

HANDAN GÜLER

16 Haziran 2009 Salı

kalbiyle konuşan bir insan...


SADIK BATTAL’A…

Sıfırdan gelmiş, nefsini sıfır noktasında tutmayı bilmişti , aykırı olsa da göründüğü ekran lafızlarına.

Ne bilgiyi hamal gibi taşıyordu heybesinde ,ne de şöhret vardı gözünde.

Her an her şeyi bırakıp gidebilecek kadar cesur olması , kazandıklarının yüreğini esir almadığını gösteriyordu bize.

Televizyonun o sahte dilinin ezberini bozuyordu her seferinde .

Kameraların pozlama yeteneği yetmiyordu gerçeği maniple etmeye,Tahta Köprü’de.

Kimi zaman düşünme hızına yetişemeyen kelimeleriyle soyut gerçekliklerin kucağına atıyordu zihnimizi, kimi zaman asli yurdundan uzaklaşmış insanları, bir yetkinlik süreciyle , ”Çakalların bile içmediği kaynak” (Cemil Meriç) diye tarif edilen yalnızlıkla barıştırıyordu yüreğimizi.

O gece daha bir farklıydı duruşu , ifadesi.Dünyanın pasına ,kirine alışamamış çocuksu hayretiyle daha kırılgan, daha naifti sözleri .

Bir manifestoydu duruşu, dosta ,düşmana.Bu hal, “Sözcük varıp varıp öz’le çalışıyorsa : cümlede sıraya girmeden önce : özün beslendiği kaynak insan vücuduna doğrudan bağlıysa : temel’i içselleştiren bağıntı ağzı sıkı her cümlenin orta direği olur artık…Ses mi ne olur o zaman?İçine akar, yankımaz sadece kulaklarda” dediğini hatırlatırken yazarın (Nuri Pakdil), içimizin, insanlardan acı göre göre daha bir derinleşmiş yaralarına nüfuz ediyordu samimi tavrıyla.

Belli ki , dağların kaldırmada çekindiği yük omuzlarına bırakıldığı günden beri emanete sahip çıkma bilgeliği ile hep dik bir duruş sergilemişti karşısına çıkan badirelerde .

Bir gün kendisinin geçtiği yollarda el yordamıyla yürüyen bir insan çıkmıştı karşısına . Ruhu kaynaşmıştı onunla. Elinden tutmalı,hayata katmalıydı bu genci geldiği noktada.

Çalışan, çabalayan bir güzel insan olsa da o genç ,girdiği kurtlar sofrasında, hamisi oldu evladıymışcasına.

Ne kadar şiddetli gelse de imtihan dalgaları ardı sıra , bırakmadı hiç elini dostunun, batmasın diye serin sulara.

Ona yapılan her haksızlık yara açarken yüreğinde , sallıyordu eleğini kader ,bir tek hakiki dostlar kalsın kar diye yanına.

Paranın, menfaatin girdiği her yerde yaşanan tefessüh, ruh oktavı düşük insanları ortaya dökerken, gariblere müjdeler gelirken ötelerden kutsal kelimelerin ışığıyla , yakanıza yapışan hüzün niye hala?

“Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır “ diyen şairin “Yenilgi yenilgi büyüyen bir zaferden” haber verdiğini de unutmadan , umutla bakmalı değil mi hayata !

HANDAN GÜLER

12 Haziran 2009 Cuma

yunus emre'den aşk üstüne...


Aşk Bir Güneşe Benzer

İşitin ey yarenler aşk bir güneşe benzer
Aşkı olmayan kişi misali taşa benzer

Taş gönülde ne biter dilinde ağu tüter
Nice yumşak söylese sözü savaşa benzer

Aşkı var gönlü yanar yumuşanır muma döner
Taş gönüller kararmış sarp kah kışa benzer

Ol sultan kapısında hazreti tapısında
Aşıkların yıldızı her dem çavuşa benzer

Geç Yunus endişeden gerekse bu pişeden
Ere aşk gerek evvel ondan dervişe benzer

Yunus Emre
--------------------

8 Haziran 2009 Pazartesi

lale müldür'den...


CAM SESLERİNDEN BİR ANI

kısacık bir andı, bana cam sesleri gibi

bir anı kaldı

kısacık bir andı, o çok duyarlı dengeler

yansıdı

ipe dizilen inci

dünya ile kişi

ilk yazdı, sonradan saydam birşeyler

yağdı

uyum karıştı ince havaya

kısacık bir andı, belki farkında bile

değildin sen

ben sonsuz kişiydim, o kapıdan

çıkarken

anıların cam kırıkları gibi

toplandığı o an

başka anıların anıları

geçiyor aklımdan...

LALE MÜLDÜR

ÖYKÜ ATÖLYESİ: YENİ KELİME - "YALANLAR"

ÖYKÜ ATÖLYESİ: YENİ KELİME - "YALANLAR"

YALANLAR...


YALANLAR

Yalanlar…Bu kelimeyi duyunca o gün geldi aklıma ; hüzün mevsiminin zemheri ile vuslata ereceği günlerin arefesiydi hani.

Güneşin yavaş yavaş ısıtma vazifesinden terhisinin başladığı, titreten, kendine getiren rüzgarın sahneye çıktığı bir zaman dilimini sunuyordu bize tüm zamanların Sahibi.

Vakit ,ayrılık vaktiydi hani. Bir yanım ,yıllar önce hayatın savurduğu , kaldırımlarında nice hüzün ve heyecanımın gizlendiği o şehirden kopuşun sancılarıyla kıvranırken bir yanım yeni bir sayfanın açılacağından bahisle ümitliydi…

"Belki bir daha göremeyeceğim seni bu yüzünle" demiştim, şehrin en büyük mabedinin önünde rastladığımda hani.

Gözlerin gözlerimle çığlık çığlığa söyleşirken, dillerimiz ezberlenmiş metinleri okuyordu hani, kandırdığını sanıyordu birbirini."İyiyim" diyordum neşe katarak sesime,iyi değildim ki.Gözlerinse bitmez sorunlarının yükü altından, ağlamaklı bakarken yüzüme,"Çözdüm hepsini,o kadar rahatım ki!" diyordun gururla. Heyhat!...Yüreğe rağmen ortaya dökülen sözler o kadar sıradan ve basitti ki bu karşılaşmada,aşktan fersah fersah uzakta. Oysa aşk ,girdiği gönülleri çiçeklendirirken kalan herşeyi yıkmaz mıydı bir çırpıda .Çünkü güçlüydü aşk,sığmazdı kelimelerin kuraldan kalıplarına.Lakin herkesin harcı da değildi,cesaret gerekirdi bile bile yanmaya.Korkmuştuk ateşin yakıcılığından, öyleyse kaçmalıydık burdan.

"Yaz bitti,gömlekle üşürsün,ne olur ince giyinme" deyince ,"Üşüyorum ama, rüzgardan değil…sen beni boşver ,kendine iyi bak" demiştin hani.Sensizlikte nasıl olacaktı ki bu temenni.Helalleşmiştik.Yanlış zaman diyordun gözlerinle, yıkıyordun içimdeki histen kaleleri, beni, kendini.Yanlış insan diyordum düşüncelerimde, yakıyordum bütün güzellikleri ,geçmiş günleri belki de atiyi .

Bitmemeli, gitmemeliydi…Ama olmadı,yalanlar söylendi,gidildi.O noktadan sonra dönüp de arkaya bakılmamalıydı,yine olmadı.Son bir kez buluştu doğruyu haykıran gözler . Sonra uzaklaştı bedenler,daha da yakınlaşan yüreklere inat bir hızla.Sus diye emirler gönderdiğimiz gözler artık dinlemiyorlardı bizi.Yalan sözleri,sahte gülüşlerle süsleyip sunan yüzlerin göğe dönük çizgileri siliniverdi birden ,gözyaşlarının altında kalırken.

Kalabalık caddeye,bir kerecik bile söylenemeyen o sözcük kümesi dökülüverdi gayriihtiyari, seviyorum seni, zaman, mekan, değiştiremeyecek gerçeği.Gurur yine kolunu kaldırmış zafer işareti yaparken ,bir kez daha mağlup olmanın acısıyla iki büklümdü aşk ,görünürde tabi.

Herkes bir yerlere yetişme telaşındaydı.Bizse vardığımız yürek istasyonunda, sarmaş dolaş olmuş ruhlarımızı koparıp birbirinden ,kaçmaya çabalıyorduk bir an önce ,hüznün rehberliği ile ters istikametlere.

İşte bu son sahne, kalmış yalana karşılk diye,zihnimin bir daha girmediğim o karanlık labirentinde.

Yıllar sonra elimde kitabım, okurken zevkle , “Hüzün,insanın yalan söylememesidir.İnsan yalan söylemiyorsa yeterince özgündür ”satırını çiziyor kalemim yüreğimle birlikte.

Yazar (*)devam ediyor dervişin diliyle, “Gönlünüz hüzünlenince bunu ganimet bilin,insanlar sıkıntının bereketiyle bir yere varırlar.Azığın hüzün olsun ” diye.

“Yazmadığın bir hikayede, uzun yada kısa vadede, az biraz keşfederken” yoldaki durakları ,ganimet sandığımda biriktirdiğim hüzünler hep benimle, beni büyütmekte . Yalan bir daha girmedi ,giremeyecek menzilime.

HANDAN GÜLER

(*) Sadık Yalsızuçanlar,CAM VE ELMAS, http://www.sadikyalsizucanlar.net/

http://www.serinselvi.com/yazi.php?no=83

cam ve elmas



Gökyüzüne teğellenmek
Sadık Yalsızuçanlar - 08.06.2009 10:57

4 Haziran 2009 Perşembe

yalnızlık...


Bir imkan olarak yalnızlık
Sadık Yalsızuçanlar - 04.06.2009 11:25

LinkWithin

Blog Widget by LinkWithin