31 Temmuz 2009 Cuma

Kırık kalpler yaşar...


güzeeelll bir şarkı...eline sağlık Gökhan Kırdar
http://www.gokhankirdar.info/webalbum/dayankalbim/goonmyheart/22032009/tr.php





30 Temmuz 2009 Perşembe

Birleşik krallıktan son görüntüler...Bir kıyı kenti...Brighton -ingiltere

Na'payım maviyi çok seviyorum,hep deniz hep deniz,geçen bir arkadaşımla konuşuyorduk niye insanoğlu denize suya bu kadar aşık diye ,değişik bir yorum getirdi,anne rahmini,o en güvenli yeri özlüyordur belki diye,ya siz ne dersiniz?

Brighton -ingiltere

28 Temmuz 2009 Salı




londra ve cambridge'den göze takılanlar...

yoğun istek üzerine... işte manzaralar...keyfini çıkarın

Başlıksız Albüm

sevdiğim şiirden...



SİYAH GÖZLERİNE BENİ DE GÖTÜR

siyah gözlerine beni de götür
daha dokunmadan kurudu irem
çöllere bir türlü yağamıyorum
yeni bir koşuşun başlangıcında
biraz deprem sonrası
biraz şehir hülyası
bir kalp yangınından geriye kalan
siyah gözlerine beni de götür


artık bu yerlere sığamıyorum
pembe uçurtmalar yollandığından beri
sarardı tiryaki menekşeleri
sonbaharın tozlu kafeslerinde
sevgi turnaları yakalıyorum
turnalar gidiyor; ben kalıyorum
avareyim, asûdeyim, yorgunum
bilmiyorum neden sana vurgunum
erzurum garında banklar üstünde
uyku tutmuyor karanlıkları
yitik düşlerimi kovalıyorum
gölgeler gidiyor; ben kalıyorum

binbir türlü kokuyorsa yaylalar
siyah gözlerine beni de götür
baharın koynundan koparıp sana
ipek bir mendile sardığım yüreğimle
şehzade gülleri gönderiyorum
umutlar kalıyor; ben gidiyorum

bütün yelkenlileri, deniz fenerlerini
kaptanları sorgulayan
yanından geçen küheylanların
korku tûfanına yakalandığı
siyah gözlerine beni de götür
güneş ülkesinden gelen yiğitler
benzeri olmayan bir dünya kursun
cellat, ayrılığın boynunu vursun

usul usul intizârı çürüten
bu hercai diken, bu çılgın arzu
sürüklüyor imkânsız muştuların
eşiğine gönül vâdilerini
bir ağaçtan düşen yapraklar gibi
düşüyorum tanyerine
ya topla yaralı kırlangıçları
ya da bu vefâsız şarkıyı bitir
özgürlüğe giden tutsaklar gibi
siyah gözlerine beni de götür
Nurullah Genç

27 Temmuz 2009 Pazartesi

tatlı bir kaçış...bozkıra kısa bir ara...

BİR RÜYANIN İÇİNDE...İSTANBUL GÖNLÜM SENDE...



İçim kabarmış dertten,kederden...köpük,köpük...



Özgürlüğe kaçmak istiyorum...özüme varmak...



Ahhh ...martı...ne güzel bir kitaptı...



Ara ara kaçmalı maviliğe,kederleri bırakmalı derin sulara,gözleri dikmeli mavi sonsuzluğa...



Bir adası olmalı insanın kaçabileceği,zor zamanlarda,belki de bir ada olmalı insan gelenlerin nefes alabileceği...



Ama yakın olmalı insanlara da...yakın lakin yalnızlığını da koruyarak mutlu bir ada.



Beraber uçmak ne güzel olur hayatta...



Bu kadarcık olsa denizi görseydi pencerem...Kelimelerle oynardım ben de her sabah neşeyle...Gidiyorum ama İstanbul gönlüm sende.

25 Temmuz 2009 Cumartesi

öykü atölyesi-resimlerin dili-“İKİMİZİ DE AŞAR O KAPININ ARDINDAKİ MASAL



“İKİMİZİ DE AŞAR O KAPININ ARDINDAKİ MASAL”(*)

Ter içinde uyandı.O kadar çok rüya birden görmüştü ki ,hangisinde ne vardı ilk anda bir türlü anımsayamadı.
Elini yüzünü yıkadı,aynada uykusuzluktan kanlanmış gözlerini gördü
Ardından gözbebeklerinde çakılı duran gülümsemeye baktı,bu resim hala burada mı duracaktı?
Çatı katındaki evin denizi gören mutfağında, kendine kahvaltı hazırlamaya koyuldu.
Hava alabildiğine sıcaktı .
Deniz, üzerine turkuaz bir çarşaf serilmişcesine sakindi bugün de.
Kahvaltılıkları balkon masasına taşırken komşu evin demir bahçe kapısı gıcırtıyla açıldı.Gözünü kapıya çevirdiği o anda, zihnine, bir türlü hatırlayamadığı rüyadan resimler doluşmaya başladı .
Masaya oturdu,bir yandan kahvaltı ediyor,bir yandan zihnine gelen resimleri diziyordu sıraya.
Bir kapı görmüştü düşünde,tahta,boyası eskimiş ve kapalı bir kapı.
Mavi bir geceydi, dolunayın ışığı ile aydınlanmıştı kapının önü.
Siyah kapı kolunu hatırladı sonra,özel bir kilidi yoktu kapının,sanki kolayca açılacaktı, bir merak sardı ruhunu,acaba bu kapının ardında ne vardı?
Oraya doğru yürürken birden bir taşa takıldı ayağı sendeledi,yere düştü,elleri ve dizleri kanamaya başladı.
Ağlıyordu,tıpkı çocukken düştüğü her vakit ona uzanan şefkat elini bekliyordu.Ama ne gözünün yaşını silip onu öpen ,dizlerine pansuman yapan babası ,ne de “ yavrummm…” diye yetişip bağrına basan annesi vardı yanında.Onlar artık rüyasında bile çok uzaklarda.
Kendi kendine doğrulmaya çalıştı hal böyle olunca.O sırada büyük bir gürültüyle beyaz bir kepenk indi tahta kapının önüne .
Tam da kapıyı açmak için elini uzatacaktı.Ama şimdi,uzansa, kapıyı açsa bile arada geçit vermez engeller vardı,eli metalin soğukluğunda ,yüreği kapının sıcacık kolunda öylece kalakaldı.

İnsan zihninin nasıl da muhteşem ve hızlı çalıştığını düşündü önce.Tek bir uyaran zihnindeki resimleri dizmişti gözünün önüne.Çayını yudumlarken bir kez daha, hayran kaldı insanı dizayn eden Rabb’ine.

Günlerdir uykusuzdu.
Uykusuz,umutsuz,aşık…
Nasıl geçerdi bu hal ,bilmiyordu.İlk kez böylesi derinden sarsılmıştı yüreği.Otursa oturamıyor, açık havada bile nefes alamıyordu.
Baksa göremiyor,nereye gitse, bir başka yerde rahatlayacağı hissiyle sıkılıyor,hasılı kelam yüreği kabına sığmıyordu.

Uzun bir uğraş sonrası daldığı uykularında da karışık rüyalarla boğuşuyordu.Gündüzlerdeki bu sağa sola yalpalayan ,nefs ve ruhu arasındaki düşünce harbleri zihni yoruyor, gece de rahat bırakmıyor olmalıydı.

Sofrayı topladıktan sonra,bu gün çokça şiir okumalıyım dedi kendi kendine .Kitaplığına yaklaştı, gözüne ilişen ilk iki kitabı aldı eline.Cezmi Ersöz ‘le Necip Fazıl dı bu gün bahtına çıkan hediye.

Elinde kitaplar terastaki şezlonga uzandı.
Hafif bir meltem de başlamıştı.
Rastgele bir yeri açtı ,şiirin başlığı, “Acıyla Erir Yüzüne Aşık Çocuk”tu.

“Ne zaman yüzüne baksam ,yalnızlığın o mutlu gerilimi
O öksüz göl hızla derinleşir,
biliyorum, acılarım hiç bitmeyecek, bu öyle bir yeşil “

Durdu burada ,gerçekten acılar hiç bitmez miydi bu hayatta, engellerin biri bitse yenisi mi gelirdi peşinden ?

Sevenler hiç kavuşmaz mıydı,ya kavuşurlarsa ,birbirlerini sevmeye devam ederler miydi aynı aşkla?

Sorumlulukların yırtıcı pençesinden kurtarıp sevdalarını beslerler miydi mesela ?

Yoksa yaklaştığınca ,yaklaştığından ayrı mı düşerdi insan?
Kelimelerin kalplerde açtığı tuzaklar mıydı romanlardaki, masallardaki aşklar,yoksa hayat başlı başına mı tuzaktı?

Yakınlık aslında bir turnosol kağıdı mıydı ,Necip Fazıl ın
“Neye yaklaşsam ,sonu uzaklık ve kırgınlık,
Anla ki,yok Allah’tan başkasıyla yakınlık…”mısralarını ispat için kullanılan.

Ya yalnızlık? Mutlu bir gerilim mi doğururdu sancılarından, yoksa mutluluk mu insanı yalnızlaştırır,koparırdı bezgin kalabalıklardan.

Sahi insanlar isterler miydi bir diğerinin mutluluğunu,yoksa kıskançlık mı kaplardı ehlileştiremediği egosunu, diye düşündü zihnini kayalara çarpan bu mısraları okuyunca biran .

Daha önce bir kitapta okumuştu,insanın nefsinin ,kendi halinden daha iyi bir halde olmasını isteyeceği tek varlık evladıymış,bu doğru muydu?

İnsan ruh ve neftsen müteşekkildi.Nefs ki,mahiyeti,kusur,eksiklik, fakirlik, acizlikten yoğrulmuş olup , her şey zıddıyla bilinir prensibini bizzat yaşayarak anlasın diye verilmişti insana...Onlara bakıp,her şeyi üstün bir sanatla Yaratan’ın,mükemmel,güzel,sonsuz güçlü,ilahi şefkat ve merhamet sahibi olduğunu anlamalı,benliğine yerleştirilmiş bu aynayla yolunu bulmalıydı insanoğlu.Yoksa insan nefsin oyuncağı olurdu ki işte o zaman ,onu durdurmak daha zor bir hal alırdı. Ruhunu sarardı önce , hayatını alırdı elinden, ahmak bir devekuşuna çevirirdi yaratılanların en şereflisini.Avcıyı gördüğünde ,uçamayan,ama gövdesi dışarıdayken başını kuma sokan .

Nefsin elinde ,kimsenin mutluluğunu arzulamayan,kendine de iki dünyayı zindan kılan bir yaratığa dönüşürdü insan .

Ama zordu nefsin dizginlerini ele geçirmek.
Belki ömür boyu sürecek bir köşe kapmacaydı bu .

Nefs kimi zaman , karşısına çıkan bir silüeti atardı zihnin odalarına,büyütürdü onu içsel bir fısıltıyla.

Kimi zaman “vucutsuz bir hayal” peşine salardı ruhunu ,oyalardı derin bir heyecan dalgasıyla.

Bazen de açılması imkansız kapılar önüne getirirdi nefs insanı ,şimdi içinde olduğu gibi,bir halin içine salardı.

Ruh, atardı kendini nefsin önüne , vicdanı çağırırdı ikna etsin zihni diye.Demirden kepenkler indirirdi ,yeter ki nefs sürüklediği kapının önünde ele geçirmesin insanı tüm benliği ile. Yine de yılmazdı nefs şeytanla verince elele.Kepenkin boşluklarından zihne attığı tohumları sessiz ve derinden büyütürdü sabırla , ruhun zayıf düştüğü ilk anda mahsulünü toplardı büyük bir gururla.

Dizginleme hedefine yaklaştıkça insan, baskısını artırırdı nefs.
Her taşın altından çıkar, şeytanın akıl hocalığında,insanı saldığı her bakışta ,diline düşürdüğü her anışta ve sonuçta her batışta sevinç çığlıkları atardı.Tabi hazır lezzetler de sunardı insana,kanacağı ama hepsi kısacık,yakıcı,kan kaybını arttırıcı.

Nefs önce en kuvvetli olduğu kişilerin ,şairlerin ilhamına karışırdı usulca , oradan kolayca yayılırdı tüm insanlığın kanına .Ama ruh da en kuvvetlisiyle bulunurdu o satırlarda.Belki de şairlerin dillendirdiği hep bu kavga.Devam etti şiiri okumaya:

“Ne zaman gözlerinin içine baksam, biliyorum
ikimizi de aşar, o kapının ardındaki masal
bense yüreğimin bu hallerinden korkar, kalırım
bir hız trenine bindirilmiş küçük bir çocuk gibi
geçip giden yüzlerine bakar kalırım “

Ne güzel yazmıştı şair.Ne kadar da az kelimeyle ne derin yaralar açıyorlar şairler,diye düşündü.

İçinin ateşini söndürmeliydi,uzandığı şezlongdan kalktı. Buzdolabına doğru yürüdü.Kafası dağılsın diye okuduğu şiir onu daha derin dehlizlere bırakmıştı.Dolabı açtı,soğuk bir bardak su doldurdu, bismillah dedi , oturdu, kana kana içti .

İçindeki nefs ve ruhunun kavgası sürüyor ,sesleri beynine kadar geliyordu.Şişeyi dolaba geri koyacaktı ki birden elinden kayıveren şişe oracıkta tuz buz oluverdi.Bu sahne zihnine birden yeni bir pencere daha açtı.Çok zaman önce okuduğu bir kitaptan altını çizdiği satırlar çıka gelmişti ,” Dünyaya ait işler , kırılmaya mahkum şişeler hükmündedir. Ahirete ait işlerse gayet sağlam elmaslardır.”

Şair de böyle dememiş miydi zaten,

”Ömrün kısalığı çarpar camlara,ateş yayılır içerilere…
Akşam olur, evler dolar boşalır,acıyla erir, yüzüne aşık çocuk
Ne zaman gözlerinin içine baksam, biliyorum
İkimizi de aşar, o kapının ardındaki masal (*)CEZMİ ERSÖZ”

Etrafa dağılan cam parçalarını toplarken yerden,nefsinin ruhuna batırdığı parçaları da çıkardı tek tek yerinden ,akan kanlara aldırış etmeden.Başka bir şair yetişti imdada hemen ,

“Ne sen varsın,ne ben ,ne yar,ne kimse O var!
Bütün sevdiklerin elden gittiyse,O var!
Kalacak kim var ki,dost tomarından? O var!
Sana daha yakın şahdamarından,O var!
Arama ilaç yok eczahanede! O var!. NECİP FAZIL”

Gecesini gece,gündüzünü gündüz yapan dermanı hatırlayınca yeniden rüyasındaki kapıyı da siliverdi zihninden.Geriye sadece gözbebeklerindeki resim kalmıştı ki,onu da Zaman’ın Sahib’ine havale etti,artık merak etmesi gerekmezdi.

Ellerinin arasına koyduğu kalbini heyecanla sundu Rabb’ine,aşkıyla doldursun içini diye.

Derin bir huzur kapladı ruhunu birdenbire.
Bugünkü oyunda kaybeden nefs olmuş,ruh köşesine kurulmuştu sevinçle.
Elleri ile beraber yüz çizgileri de çevrilmişti göğe,şükretti en güzel şekliyle.
Ve bir dilekte bulundu ,nefsin kaybettiği günler daha fazla olsun , hayat serüveninde.Nefsin zaferi olan her günü de gözyaşıyla yıkamayı unutturmasın onu bir ölçü ,bir ayna olarak yerleştiren içine.

HANDAN GÜLER

24 Temmuz 2009 Cuma

o şiir,o şair,sezai karakoç 'tan...


EY SEVGİLİ

Senin kalbinden sürgün oldum ilkin
Bütün sürgünlüklerim bir bak1ma bu sürgünün bir süregi
Bütün törenlerin sölenlerin ayinlerin yortularin disinda
Sana geldim ayaklarina kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layikolmasam da
Uzatma dünya sürgünümü benim
Aşkın bu en onulmazından koparıp
Bir tuz bulutu gibi
Savuran yüregime
Ah uzatma dünya sürgünümü benim
Nice yoruldugum ayakabilarimdan degil
Ayaklarimdan belli
Lambalar egri
Aynalar akrep melegi
Zaman çarpilmis atin son hayali
Ev miras degil mirasin hayaleti
Ey gönlümün dogurdugu
Büyüttügü emzirdigi
Kus tüyünden
Ve kus südünden
Geceler ve gündüzlerde
Insanliga anit gibi yükselttigi
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünüm benim
Bütün siirlerde söyledigim sensin
Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin
Seni saklamak için görüntülerinden faydalandim Salome'nin Belkis'in
Bosunaydi saklamaya çalismam öylesine asikarsin bellisin
Kuslar uçar senin gönlünü taklit için
Ellerinden devsirir bahar çiçeklerini
Deniz gözlerinden alir sonsuzlugun haberini
Ey gönüllerin en yumusagi en derini
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Yillar geçti sapan ölümsüz iz birakti toprakta
Yildizlara uzaniphep seni sordum gece yarilarinda
Çati katlarinda bodrum katlarinda
Gölgendi gecemi aydinlatan essiz lamba
Hep Kanlica'da Emirgan'da
Kandilli'nin kursuni safaklarinda
Seninle söylesip durdum bir ömrün baharinda yazinda
simdi onun birdenbire gelen sonbaharinda
Sana geldim ayaklarina kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layik olmasam da
Ey çagdas Kudüs (Meryem)
Ey sirrini gönlünde tasiyan Misir (Züleyha)
Ey ipeklere yumusaklik bagislayan merhametin kalbi
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Daglarin yikilisini gördüm bir Venüs bardaginda
Köle gibi satildim pazarlar pazarinda
Günesin sarardigini gördüm Konstantin duvarinda
Senin hayallerinle yandim düslerin civarinda
Gölgendi yansiyip duran bengisu pinarinda
Ölüm düsüncesinin beni sardigi su anda
Verilmemis hesaplarin korkusuyla
Sana geldim ayaklarina kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layik olmasam da
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünüm benim
Ülkendeki kuslardan ne haber vardir
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardir
Ask celladindan ne çikar madem ki yar vardir
Yoktanda vardan da ötede bir Var vardir
Hep suç bende degil beni yakip yikan bir nazar vardir
O sarkiya özenip söylenecek misralar vardir
Sakin kader deme kaderin üstünde bir kader vardir
Ne yapsalar bos göklerden gelen bir karar vardir
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardir
Yanmissam külümden yapilan bir hisar vardir
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardir
Sirlarin sirrina ermek için sende anahtar vardir
Gögsünde sürgününü geri çagiran bir damar vardir
Senden umut kesmem kalbinde merhamet adli bir çinar vardir
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili



23 Temmuz 2009 Perşembe

bütün çıkmaz sokaklar yeni bir yön gösterir.

BAKTIĞIN YERİ DEĞİŞTİRESİN DİYE BİR DENEME...LÜTFEN 1 DEN BAŞLAYARAK OKUYUN YAVAŞ YAVAŞ UMUDA YÜKSELİN...FOTOĞRAFLAR İNGİLTERE'DEN...

13-kalbinin anahtarı da umutta!



12-dünya bir karnaval kadar renklidir ,unutma!



11-bir martının özgürlüğe süzülüşü ne anımsatıyor sana?



10-bir çocuğun gözleriyle bak hayata...



9-işte kıyıdasın,ışığın dansını izle dalgalarla...



8-farklı cephelerden bak hayata...çıkış yolları nasıl da arttı baksana...



7-kitap oku,kütüphanelerde kendine yatır zamanını...



6-bakışını bir yere sabitleyip tek yönüyle görme olayları...



5-başına dikkat et,fazla diklenme...



4-huzuru izliyorsun...



3- kaybolmak istiyorsun...



2- kaçmak istiyorsun uzaklara...



1- şehrin karmaşası yoruyor insanı...

22 Temmuz 2009 Çarşamba

londra...londra...




bir köprü gibi olmalı insan
kalplerden kalbe sevgi taşıyan
sudan gelen güzelliklere geçit vermek için gerekirse açılan
kötülüklerin önünü kesmek için hızla kapanan
tıpkı londra köprüsü gibi...
üzerinden geçenlere ,kıyısında gezenlere doyumsuz manzaralar sunan...


Online Users

BELALAR ÜZERİNİZE ÜZERİNİZE GELDİĞİNDE...



“ Sorunlar insanlara verilmiş hediyelerdir. Bazıları bu hediyelerin altında ezilirken, bazıları bu hediye paketlerini açar ve içindeki ödülü alırlar. Ancak çok az kişi bir sorunu bir hediye gibi görecek sıra dışı bakış açısına sahiptir.” (Melih Arat)


SABRA GİDEN YOLDA SESLİ DÜŞÜNME DENEMELERİ…

Dost, yanında sesli düşünebildiğin kimsedir.Bu söz kime aitti hatırlamıyorum ama çok da doğru olduğunu düşünüyorum.Lakin böylesi dostlar bulmanın da zor olduğu ortada.Mevlana,”Dost altın gibidir.Bela da ateşe benzer.Halis altın,ateş içinde saf bir hale gelir.” diyor.

Belalar bazen üzerimize üzerimize gelip kolumuzu kanadımızı kırdığında, uçmayı unuturuz kendi başımıza.Dostlar bize yeniden havalanacak cesareti verirler varlıklarıyla.

Ne de azdır böylesi dostların sayısı çağımızda.Herkesin herkesi rakip bellediği bir zamanda gerçek dostlarla karşılaşamamak da beladır aslında.

Ahdine sadık insanlar da vardır aramızda.Yeryüzünde dolaşırken kainat kitabını okuya okuya , içlerindeki engin denizin berraklığını koruyarak ab-ı hayatı sunarlar ruhlarımıza,yol gösterirler insanlara,varlıkları ve yazdıklarıyla.

Yerinde duranlar vardır bir de, değişime ,gelişime kapalı olanlar.Yeni yerler görüp yeni insanlarla tanışmaz, şevklerini yitirerek bıkkınlıkla bakarlar etrafa.
Küçücük bir su birikintisi halinde durduğu yerde bulanırlar,hayatın kiri pası siner üstlerine,içlerindeki denizin varlığından habersiz yaşayıp giderler bir kısır döngüde.

Dünya öyle bir yerdir ki,bir üzüm tanesi yedirse bin tokat vurur insana.
İnanın gülmeye korkuyorum bazen, hemen ardından gözyaşı geliyor
Bu herkes de hep böyle midir bilmiyorum.Ama herkesin imtihanı da nefsinin seviyesine göre geliyor.Bazen zorluklar hiç peşimizi bırakmıyor.
çoğu zaman yıldırıyor bizi,yoruyor yüreğimizi.

Bir de omuzunda ağlayabileceğiniz bir dosttan yoksunsanız gecelerde ,iç içe geçmiş karanlıklarda, ışıksız odalara hapsoluyorsunuz umutsuzlukla .
Böylesi durumlarda çok kaygı çekme diyorum kendime mukadder olan olur, ama, sözleri dilden kalbe indirmek ne de zor

Çoğu zaman gözümden düşen yaşlar eşlik ediyor çaresizliğime.Aczimi hatırlatıyor belalar .”Çok ağlayın”,diyor Mevlana.”Ağlayın da yaratıcı Rabb’inin ihsan sütü aksın.”

Neyse ki,böylesi durumlarda ,yürek dostum yetişiyor imdada,” abdiyet, celal iledir
celal perde kullanır
perdenin gerisine bak,
ben göremiyorum ama gözüm hep orada” diyor ve ekliyor “üzülmeyin
Allah dünyayı (parayı) isteyene, ilmi istediğine verirmiş
ilimden kasıt Allah'ın rızık olarak verdiği aşktır
Rububiyet tecellisi ise celal ile olur,bunlar perdedir
Üzülmeyin.
Cenab-ı Hakk rızkınıza karışan şeyleri belalarla temizler
şükür deyin,üzülme yok
şükür sadece,gerisi boş”

İçime serin sular serpiliyor bu satırları okudukça.
İnanıyorum ki, her şey güzeldir,güzel yaratılmıştır,ya kendisi ya sonuçlarıyla.Bize de güzellikler bırakacaktır giderken ama,
sadece şimdilik göremiyorum uzağı.Benim görememem güzelliğin olmadığı anlamına gelmez ki!
Zaten gözlerimiz gerçeklerden ne kadar haberdar ?

Belalar üzerimize üzerimize geldiğinde miyoplaşıyoruz galiba
Belki bunun arkasından bir rahmet esintisi gelecek, umutlu olmak istiyorum ,musibetin içinde bir nimet mündemiçmiş ,yani dürülüp sarılan,içine yerleştirilen bir nimet varmış musibette, onu görmek için bakıyorum ama nafile...gözlerim hala perdeli hakikate.

Duaya ihtiyacım var ,içimin sesini kelimelere bürüyüp kapının eşiğinde beklemeye ,sabretmeye…”Sabır,genişliğin ,ferahlığın anahtarıdır” diyor ya Mevlana.Sabrı dağıtmadan düne ,yarına,an için kullanmalı ki ,yetsin daima.

Bazen böyle zamanlarda anlattıklarımızı, kalbimizi yarıp bakamadıklarından olsa gerek bazıları,musibete karşı şikayet olarak algılar.Ruhumuzun iç ceplerini dosta sunmak, sabra giden yolda sesli düşünme denemeleri yapmaktan ibarettir oysa konuşmalarımız.

Nasipten öte yol yok demiş atalarımız,bazen bazı şeyler, olmayınca olmuyor sebepler tüketilse de olmuyor…” Allah size güzellik yapmış
Şükredin”, diyor dostum.”Herşey O'ndan geliyor O'na dönüyor
O, Kendinde Kendi Kendine işliyor, yapıyor bozuyor tekrar yapıyor”
Hasbunallahu venimel vekil elimizden tutuyor,vekilin O ise gerek var mı endişeye diyor.
La havle vela kuvvete illa billah yetişiyor diğer yandan imdada,kuvvet O’nun ,hayırlısını dile diyor,nasılsa kader adalet ediyor .

Bu güçle kalkıyorum miskince yığıldığım koltuktan, zaman kısıtlı ,belalar çeşitli, bir tanesi üzerinde bu kadar durursak hayat neye yeter değil mi? diyorum kendime.

Şimdi ibadet zamanı,diyorum.İbadet de iki çeşit ya,menfi ve müsbet. Müsbet herkesçe malum .Menfi olan da hastalıklar ve musibetlermiş, sabredersen hepsi ibadet yerine geçermiş.İşte burada sorunların hediye olduğu inancıyla bakmalı olaylara.

İyi ki kitaplar var ,kelimelerden iplerini atıp çekip çıkarıyorlar bizi düştüğümüz kuyulardan.

İyi ki dostlar var,ruhumuzdaki yaralara merhem oluyor,yeniden uçabileceğimizi anlatıyorlar.

Dostum,”Yarın ne yapacağınızı düşünerek değil,Allah’ın size ne yapacağını düşünerek uyuyun” diyen Efendimiz'i(sav) dinlemeli diyor.Her şey O’nun elinde ,O’na teslim ol,eşyayı teslim al diye ekliyor.

Üzülmemek lazım doğru,kazanma kuşağında kaybetmeğe sürükler yoksa bu hal.
“Ne varlığa sevinirem ne yokluğa üzülürem bana seni gerek seni “ dediğinde yüreğimiz ,benlik mağaramızın önündeki taş kalkacak ve yollar göğe doğru uzanacak.
Böylesi bir yolculuğu yaşayabilmek duasıyla…

HANDAN GÜLER

20 Temmuz 2009 Pazartesi

yüreği olan konuşsun...


SON DEMİNDE KAYNAYASIN…

“Herşey sahte bir çizgiymiş
Bense orda kalakaldım
Ah yaza yaza ben soldum”

işte burada takıldım ,ilk kez bu şarkıyı dinlediğimde.
Herşey sahte bir çizgiymiş…İçinde olduğunu sandığın bir çember var etrafında ve birden bunun sahteliği ile yüzleşiyor,yalnızlığını fark ediyorsun,aldanmışlığını.
O ses duyuluyor, içindeki o kristal,hani ışığa her tutuşunda ,her kesiğinde,seni hapseden başka bir resmin olduğu o kristal tuz buz oluyor önce.
Her parçası ayrı bir yara açıyor gönlünde.
Her yaradan ayrı ayrı akıyor kanın,umutlarınla beraber.
Kan kaybın arttıkça ,
“Yandım sende yanasın
Aşkım aşklarından bulasın
Yüreğinin götürdüğü yerlerde
Son deminde kaynayasın
Ah kandım bir hayırsıza aldandım
Yüreğinin götürdüğü yerlerde
Tek başına ağlayasın”diye feryat ediyorsun.
Ne kadar da çok seviyorsun.

İşte burada da net değil kafam,sen onu mu seviyorsun,kendini mi
Seni senin kadar sevmediği için mi ah ediyorsun,aşkınız sandığın yanılsamayı fark ettirdiği için mi kızıyorsun,seni mutsuz ettiği için mi?

Peki,”Bir tek dileğim var ,mutlu ol yeter”,diyen kendinden geçip sevdiğinin mutluluğunu mu istiyor yoksa bu da maskelenmiş bir yüreğin kendini avutma cümlesi mi?

“O gözlerime baktığında
Hiç gördün mü nefretimi
Seni seviyorken düşman ettin
Kendine yandın aldandın(kendine kanan da benliğinin kurbanı değil mi? o da kendini seviyor öyleyse ,aşk nerde peki?)
Beni de yaktın
Ah ,sende yanasın
Aşkım ,aşklarından bulasın
Yüreğinin götürdüğü yerlerde
Tek başına ağlayasın
Ah kandım bir hayırsıza aldandım
Yüreğinin götürdüğü yerlerde
Son deminde kaynayasın”

Bu sözler daha bir samimi ,insani değil mi,gerçek iç dökü bu mudur?
Yoksa burada insan kendini mi yüceltmektedir,benim gibi birini mutlu etmedin, sen de olma demek insanın hakkı mıdır?
Her şeye rağmen onun mutluluğunu istemek erdem midir?Yoksa bir tefessüh hali mi?

Sahi, sevdiğinize başkasıyla da olsa mutlu ol diyebileniniz var mı?
Lütfen ama, dürüst olun,bir başkasıyla olan resmini getirin gözünüzün önüne .
Evet, cevapları görelim lütfen,bir tek dileğim var mutlu ol yeter mi diyorsunuz,
yoksa Yusuf güney mi haklı şarkısında “Yüreğinin götürdüğü yerlerde
Son deminde kaynayasın” mı diyor yüreğiniz,ya diliniz yüreğinden geçenleri dökecek kadar samimi sizinle?

Yoksa köşe kapmaca mı oynuyor gerçeklerle?

“Ya benimsin ,ya toprağın “cılar da var tabi alemde.
“Hep dost kalalım” diyen hayalperestler de.
Sahi hangi gruptansınız siz,hangisi erdem hangisi yanılgı?

Peki bu nasıl bir yanılgı ki,bunca insan bunca zamandır yeryüzünde bu yanılsamanın yangınıyla yitip gitmekte,kimi mezarda,kimi hapishanelerde, kimi bilmem hangi hastanenin soğuk ve kimsesiz koridorlarında.
Belki bir o kadarı da, yarım yamalak kalmış ruhuna geçirdiği maskelerle , yüreğindeki çivileri yenileriyle sökme telaşında,aldanmışlıkta,aramızda dolaşmakta.
Sahi “oyun ve eğlencenden” ibaret olan bu hayatımız zaten bir yanılsama değil mi?
“Bir çağ yangını” değil mi hepimizi yakan,
“önümde koca bir yangın var ,içimde evladım yanıyor “diyen yüce insan,himmet etmez misin evlatlarına .
Rabb’im, söndür içimizin yangınlarını,yeniden yeşillendir umutları.
Ve artık baharı sun yüreklerimize ,tek bir mevsimde devam etsin hayatımız,hep taze,rehavetsiz,güneşli ve tabi her daim muhabbet’li.

HANDAN GÜLER

19 Temmuz 2009 Pazar

özledim...


YALNIZLIK ÇİÇEĞİ

Özledim geceyi,sessizliği,seni…
Dilimde şairin dizeleri…
”Yine seni özlemek birikti bir dağ gibi,
Ve yürüdü ,yürüdü üstüme ,altına aldı beni…”
Orada duruyordun işte,çok yakında,açtığın pencereden kalbime bakıyordun
Gülümsüyor,ruhuma dokunuyordun…
Üzerindeki tozdan ,pastan arınan gönlüm iç ceplerini göstermekten çekinmiyordu sana.
Anlattıkça anlatıyordum,anladıkça susuyordun…
Elimi uzattıkça kayboluyordun…
Yakınlığının içine gizlenmiş bir uzaklığın vardı,
Yıldızlar gibiydin,ışığınla yanı başımda,varlığınla bilmem kaç ışık yılı uzakta…
Dalgaların kıyıdaki taşları kumun kuşatıcılığından kurtarması gibi,gelişin yıkıyordu , içimin ah iklimlerinde kirlenen kelimelerini
Gidişin…Ateşe veriyordu ruhumun gemilerini…
Ve bende hep bu yap-boz hali…

Özledim seni,sessizliği,geceyi…
Özlediğim ,neydi sahi?
Öz’üme doğru bir iştiyak mıydı içimin gelgitleri.

Acaba sen de özledin mi hiç beni?
Engin bir deniz ,bağrındaki alüvyonlu toprakları iştiyakla kendine taşıyan küçücük bir nehri özler mi?
Farkeder mi,suyunun rengini?
Ayırdedebiir mi sesini?

Özledim geceyi,seni,sessizliği…
Özlediğim neydi sahi?
Öz’üme doğru bir iştiyak mıydı ,ruhumun kimseyle kanmayan halleri?
Yoksa dostluk sandığımız ,sadece,geceleri açan “bir yalnızlık çiçeği” mi?

HANDAN GÜLER

LinkWithin

Blog Widget by LinkWithin