30 Kasım 2009 Pazartesi

TÜKENME DEMİŞTİN!



TÜKENME DEMİŞTİN BANA!


Bu gün doğum günün, otuzbeş yaşına giriyorsun canımmm…

Son on yılını beraber geçirdiğimiz otuzdört seneyi geride bırakıyorsun

Klasik söylemiyle şairin yolun yarısı dediği noktadasın.

Hoş, şair görememişken yolun sonunu radyasyon neslinden, erken tükenen bizler nereye kadar gideriz bilinmez ama bir gerçeği de tekrar idrak ediyorum bu noktada; ecelin gizli olması ne kadar büyük bir nimet insanoğluna.

Kuşların bile kaderle uçtuğu dünyada tamamen tesadüfler zinciriyle karşılaştık seninle demem ne kadar abes olur. Öyleyse diyorum ki, bizi çarpıştıran kadere, kaderi tayin edene şükürler olsun, sayısız defa.

Biz seninle tarih kovalayan, o tarihlerde pahalı hediyeler bekleyenlerden olmadık, belirli gün ve haftalar kitaplarıyla büyüyen bir nesil olsak da. Tanıştığımız gün miladımızdı o kadar. Kutlamalarla geçirmesek de yaşdönümleri de kendimizi, ilişkimizi, hayatı gözden geçirme adına önemli tarihler olmaya başladı zamanla. Çünkü sürekli işleyen bir saat başımızda, hayatın geçiciliğini vurgulamakta.

Koskoca on yıl geçirmişiz birlikte, acısıyla tatlısıyla. Hoşlanmaktan aşka geçmişiz önce, sarhoşuyken daha aşkın anne babalığa. Kalıcı dostluğa, destekleyici bir sevgiye, sağlam arkadaşlığa evrilse de kendi içinde ilişkimiz şükür ki yine, yakan, yıkan ama sonra toplayıp yaşatan aşkı hala içinde barındırmakta.

Seninle kesiştiğinde yollarımız iç enerjimin dış kuvvetlerin etkisiyle pasif duruma getirildiği günleri yaşatıyordu zaman.

Tükendiğim günlerdi yani, yorulduğum, yıkıldığım, yandığım…

Gözyaşımın akmaktan kuruduğu, kalbimin yıkık bir harabeyi andırdığı çetin günler…

Suavi’nin “Tükenme” şarkısını dinliyordum sıkça.

Tanıştığımızın ikinci günü, Kuğulu Parkta, yeşil başlı ördekleri seyrederken sana da dinletmiştim bu parçayı hatırlarsan.

“Bekleme, ben senle güneşi bulmaya geldim,

Ürkme, kavganı sormaya geldim.

Gücenme, güneşten sunmaya geldim

Kapkara geçiyor günler, hesabı yok, ekmeğin az, tuzun tadı yok, çocuklar belki gülmüyor

Kayalık sevdalar dikenli yollar,

Pusu kurulmuş dinmez ağıtlar, yüzüne kapanıp ağlamak vardı

Oysa ben seni bulmaya geldim, kalbine güneşi asmaya geldim

“Bekleme, ben senle güneşi bulmaya geldim,

Ürkme, kavganı sormaya geldim.

Gücenme, güneşten sunmaya geldim

Kapkara geçiyor günler, hesabı yok, ekmeğin az, tuzun tadı yok, çocuklar belki gülmüyor

Sana yepyeni türküler verdim, uzak dağların ötesinden gelen

Sana yepyeni çiçekler verdim, kapıyı aç bulutlar girsin, gülmeyi bilen çocuklar geldi, TÜKENME

O gün, “Çocukların ellerinde güzel günler var, kalbine güneşi asmaya geldim, aç kapıyı bulutlar girsin ” diye mırıldanmıştın da yüzündeki samimiyete binaen açıvermiştim kalbimin kapılarını sana.

İşte o günden sonra, hep o gözlerindeki coşkulu umuda, hayatlarımıza baharın geleceğine olan sarsılmaz inancına, evimizde bizimle büyüyen, bizi büyüten sevdaya tutunarak yaşıyorum hala.

Bu gün senin otuzbeşinci doğum günün…Nice yıllara!

İyi ki doğdun canımmm bu dünyaya.

İyi ki kesişti yollarımız o meydanda.

İyi ki varsın hayatımda… Ve hep ol yanıbaşımda, iki dünyada da.

HANDAN GÜLER

24 Kasım 2009 Salı

öğretmenim! bir günün var ...o da kutlu olsun...huzur olsun azığın...katili olma temiz dimağların...




Dostum,


Sana yazmayalı öyle çok oldu ki...
Boynuna sarılıp yakınlığının mis kokusunu duymalı yıllar var.

Aramızda okyanuslar…

Denizaşırı ülkelere giderken, yakanlardan değildin gemileri… Ama sonra bir gün martılar kulağıma, bu boynu bükük çiçekler ülkesine dönmeyeceğini fısıldadılar. Kederlerimi bırakmaya geldiğim kordonda , bir yumru oturdu boğazıma o an, beni nefessiz bırakan .

Ne yöne döneceğimi , nasıl yürüyeceğimi bilemeden durdum bir süre, güneşin pılını pırtısını toplayıp denize gömüldüğü sahilde.

Farklıydı bizim hikayemiz seninle, kimliğimize iliştirilmiş etiketlerimiz engeldi buluşmaya aynı düzlemde.

Ama dostluk öyle güçlü bir anafordu ki, çekti bizi içine, bir sonbahar gününde, İzmir’de.

Göz göze geldiğimiz o ilk an yaşamıma bambaşka bir pencerenin açıldığını hissetmiştim.

Gözbebeklerinden gülücükler atmıştın içeri. Havada yakalamıştı yüreğim yüreğini.
Bu içsel güvenle çıktığımız yolculukta, zaman hükmünü kaybetmiş, saatler senelerle yer değiştirmiş, kırk yıllık dost kılmıştı bizi.
Sevinçlerin, koluna taktığı acılarını kucağıma bıraktığında henüz onbeş yaşındaydım.
Yaşanmışlıklarında Aysbergleri tanımış, suyun altını görebilmeyi öğrenmiştim.
Kelimelerin hakikati perdelemeye çalıştığı yerde, satır aralarını okumaya başlamış, güçlülerin de acizler kadar şefkate ihtiyaçları olduğunu anlamıştım.
Beraber büyütmüştük içimizin başaklarını , beraber göğüslemiştik kımıl zararlılarının bünyedeki hasarlarını.
Paylaşmıştık yaralarımıza merhem ettiğimiz kitaplarımızı.
Ruhlarımızı doyurmuştuk muhabbetle her buluştuğumuz masada, tıka basa.
Gözlerim hasret kaldığında gözlerine , girer olmuştum rüyaların imgesel alemine.
Ve ne gördüyse gözlerim gecelerde, karşılığı vardı yüreğinin dalgalı denizinde.
Ne zaman kafam karışık otursam yeşil bahçelerde ,kelimeleri boy sırasına sokmak çabasında olsa dilim , hemen uzanırdı elin. Zihnimdeki soru işaretlerini ayıklar, ne bilmek istiyorsam cevaplardı sözlerin.
”Dünyanın en büyük, küçük mucizesi çok gençken iyi bir öğretmene rastlamaktır.”diyordu bir kitapta. İşte ben bu küçük mucizeyle karşılaşan şanslılardan olmayı dilerken, daha da fazlasını bulmuştum, seninle daldığım edebiyatın derin denizlerinde.
Yanında tüm coşkumla, hesapsızca sesli düşünebildiğim , arkamı döndüğümde sırtıma yiyebileceğim hançerin gölgesini hissetmediğim ilk hemcinsimdin sen.
İlk hayat hocam, yokuşta yoldaşım , gözyaşlarımda sırdaşım, sığınılacak vatanımdın.
Canımdın… Bu kelimenin nasıl da değerli olduğunu anlatmıştı bana varlığın
Uluorta, adını hatırlamadığı her insana bu sıfatla seslenen insanlar gördüm senden sonra.

Öyle kolay söylüyorlardı ki , şaşırdım buna. Arkama bakmadan uzaklaştım durmadım orda.
Gönül kapımdan dost vizesini alıp da geçebilen belki de bir avuç insan var bugün belleğimde.

Onların da çoğu ya uzaklarda ya da göze alamadığımız yakınlıklara hapsolmuş oracıkta durmakta. Gönül telefonumsa her daim sevdiklerimden haberler taşıyor , başları sıkıştıkça dua isteyen dostlarım rüya kapımın önünde sıraya giriyor.Kimi zaman da ben misafir oluyorum onların düşlerine, kalpleri unutmasın dostluğun büyüsünü diye.

Ama yine de, yıllar, yollar, yaralar bindikçe üst üste yüzündeki tebessümü, yüreğindeki daima umut tazeleyen sabah güneşini daha da çok özlüyorum.
Bir sabah uyandığımda yürek dilinde canım diyen sesini duymayı bekliyorum .

HANDAN GÜLER


"sevgili öğretmenlerimden edebiyat hocama ithafen yazılmış bu yazıyı öğretmenler günü sebebiyle tekrar paylaşmak istedim.Tüm öğretmenlerin günü kutlu olsun.sevgilerle...

http://sensizyildizlarabakamam.blogspot.com/2009/03/normal-0-21-false-false-false_25.html

23 Kasım 2009 Pazartesi

Aşk Cefâ Ülkesinde Umudun Rüyasıdır

resimland-com-resimler-love-1.jpg

Aşk Cefâ Ülkesinde Umudun Rüyasıdır
Aşk ölümcül bir hülyadır

Anlayamadığım

Ey sarı gök bulutu, ey ıstırab gülşeni

Son bir karanfil gibi

Taşıyacağım seni

Kalbimin hüsnüyusuf mahrem bahçelerinde

Derindesin, rüya kadar derinde
Aşk ipek bir karanlıktır

Kollayamadığım

Gecenin bir vaktinde gelen çiçekler için

Tenhâsında kuşlar uçan

Sulara karışıp akmak isterim

Kan çölünün ıssız vâhalarından

Saâdet burcuna çıkmak isterim

Gitmeliyim buralardan seninle

Kalırsam, surları yıkmak isterim
Aşk gizemli bir şarkıdır

Dinleyemediğim

Ayrılığın arkasından duyulan

Gün doğuyor, neden gülemiyorum

Siyah bir tanyerinde

Beklemek yakışmaz bana geceyi

Eylül mü vurdu güllerimi, bilemiyorum
Aşk isyankâr bir korkudur

Sonlayamadığım

Gece yolculuğuna takılır ayakları

Özlem beyaz bir gül, açar bağrında

Yâr kokusu yayılsın diye kaldırımlara

Ölü ve gözüyaşlı bırakır çocukları

Arıbeyi konunca ruhun zümrüt taşına

Mor gülüşlü haramî çıkar dağlar başına

Diriltir sarı saçlı, kırılgan aynaları
Aşk veremli bir türküdür

Söyleyemediğim

Nağmeleri doruklardan yayılan

Anılar sehpasında

Takıyor boynumuza kırmızı urganları

Kötürüm bir vâdide geziyor kurbanları

Her aşkı dâre çeken vefâsız leylâsıdır

Alır avuçlarına, öper ısırganları

Aşk cefâ ülkesinde umudun rüyasıdır

Nurullah Genç

müzik - feridun düzağaç-aşkın e hali

izlesene.com

22 Kasım 2009 Pazar

bırak gözlerini gözlerim sevsin...





AŞKIN GÖZYAŞLARI'NDAN...
...
kapıldım bir defa aşkın seline
seni nasıl sardım bilsen kalbime ...

yanıp tutuşmadık günüm olmadı...
hiçkimse derdime şifa bulmadı...



           
müzik -  aşkın gözyaşları | izlesene.com


19 Kasım 2009 Perşembe

Şiir...hayat gibi...


gittinnn...



müzik - murat göğebakan feat-şebnem kısaparmak- hala seni


vuslat...





Mecnun'un vuslatı

Günlerden birinde Mecnun'u bir duvarın üstüne oturmuş, ayaklarını sallandırmış otururken buldular.
Kerpiçten duvarın üstünde gayet neşeli ve bahtiyardı. Kendince konuşuyor, işaretleşiyor, gülüyordu.
Gelen geçen bu hale bakıp gülmedeydi.Kendi kendine konuşup güldüğü için.
Nihayet bir gönül eri oradan geçti.
Bakınca Mecnun'un yanında Leyla'nın da oturmakta olduğunu gördü. Başkasına gizli olan ona açılmıştı.
Ve Şükretti:
- Bir ömürdür koşup durdum... Çok da yoruldum... Ama sonunda bir araya geldiklerini gördüm!.. Çok şükür Allah'ım; sevenleri buluşturdun!..

18 Kasım 2009 Çarşamba

avuç içi kadar mutluluk yeter...resimlerle felsefe...tebessümle...
















SiYAH AJANDA: Korkuyoruz Ama Hangisinden ?



çok önemli bir nokta çok güzel bir yazı:))

SiYAH AJANDA: Korkuyoruz Ama Hangisinden ?




16 Kasım 2009 Pazartesi

nassı özlemişim...bu sesi...bu şarkıyı...anılara sıkışmış yaşam kırıntılarını:))


Gidiyorum buralardan ...
tüm rüzgarlar senin olsun ...
benden ayrı rüyadasın...
dilerim birgün uyanırsın...

Gitmek mi zor, gidene?
Kalmak mı zor gidenle?
Hayat zor belki de...


müzik - kıraç gidiyorum | izlesene.com

Kalkmak için düşmek gerek!




Kalkmak için düşmek gerek!
Artık çok yaramaz bir öğrenciydi. Sürekli olarak eşek şakaları yapardı. Bir keresinde sınıftaki öğretmen sandalyesinin üstüne zamk sürmüştü. Hoca derse geç kalınca başka bir öğrenci öğretmenin taklidini yapmak için öğretmenin yerine oturunca bir daha sandalyeden kalkamamıştı. Pantolon sandalyeye yapışmış çocuk sandalyeden kalkabilmek için pantolonunun o bölümünü kesmek zorunda kalmıştı. Bu işi Artık’ın yaptığı öğrenilince, Artık “öğretmenin arkadaş sizin taklidinizi yaparak sizinle alay edecekti. Ben de ona bir ders vermek istedim.” diyerek bir de üste çıkmayı başdevamı için aşağıdaki linki tıklayınızardı. Artık aynı zamanda sürekli top peşinde koşan, hiç ders çalışmayan bir çocuktu. O güne kadar sınıfları kopya çekerek ya da öğretmenlerin hoşgörüsüyle geçmişti. Her yıl en az üç dört dersten bütünlemeye kalıyordu. Bütün yaz da o bütünlemelerin telaşıyla geçiyordu. Lise birinci sınıfa gelince işler iyice ters gitti. Bütün derslerden kalmıştı ve o yılki kural gereği, sınıf tekrarı yapması gerekiyordu. Kendi sınıf arkadaşlarından kopacaktı. Artık bu sonucun oluşacağını elbette biliyordu; ama inanmak istememişti. Sınıfta kalınca hem kendisi, hem de ailesi çok üzüldü. Ama bu gerçeği değiştirmek mümkün değildi. Artık ilk kez bir yaz tatilinde ders çalışmadan ve bütünleme sınavlarına hazırlanmadan rahat bir tatil yaptı. Tatilin sonunda, “Keşke ben her yıl dersleri okul döneminde versem, yazın da rahat rahat tatil yapsam.” diye düşündü. Her gün sistemli bir şekilde ders çalışıyor ve sınavlarda sınıfın en iyi notlarını alıyordu. Artık değişmişti. Kalkabilmek için düşmek gerekiyordu.

devamını oku için aşağıdaki linke gidiniz

15 Kasım 2009 Pazar

HAYATIMIN FİLOZOFUNA AŞK MEKTUPLARI


Kitabın arka kapak tanıtım  yazısı:

Varoluşçuluğun babası Danimarkalı filozof Sören Kierkegaard gençliğinde on yedi yaşındaki Regine Olsen´ı tutkuyla severek nişanlanmış; fakat evliliğin tehlikelerinden korkarak ayrılmıştır. Bu tutkulu ilişkinin/ilişkisizliğin gölgesi filozofun bütün hayatına, felsefesine, yazılarına yansımış; bunları, Baştan Çıkarıcının Günlüğü´nde anlatmıştır. 150 yıl sonra Monique Charles kendini Regine Olsen´ın yerine koyarak Hayatımın Filozofuna Aşk Mektupları´nı yazar. Kierkegaard´ın hayatına, felsefesine ve aşk anlayışına tutkulu bir kadın olarak yeniden bakar. Aşkının trajik boyutunu inceler; sevdiği halde nişanlısını terk edişini, ayrılmasına rağmen inanılmaz bir sadakatle hayatında başka bir aşka yer vermemesini, acı çektiği halde "baştan çıkarıcı" havasıyla dolaşmasını, Olsen´ın yaşamına kılavuzluk etmek istemesini, aşk ve evliliği onunla tartışır. Sonsuz bir aşktan yana olan Kierkegaard´ın Olsen üzerindeki etkilerini; verilen gönül eğitimiyle Olsen´ın kişiliğinde meydana gelen değişiklikleri inceler.

 "Sev!... Her şey oradadır. Eğer, yaşamını aşka göre yaşamaya hazır değilse, felsefeyle uğraşmaya kalkmasın kimse" diyen Kierkegaard´ın sözlerini çerçeveleterek odasına asmasına, felsefeden hoşlanmazken giderek felsefe tutkunu olmasına dikkat çeker.

Hayatımın Filozofuna Aşk Mektupları Kierkegaard´a 150 yıl sonra yollanmış bir mektup. Yazarı kadın, felsefeci ve aşktan yana...

ŞAHSİ KANAATİM:

Farklı, etkileyici sarsıcı bir kitap...Uslup hoş...İyi bir çeviri...Konuyla ilgili olanlara tavsiye edilir.Duygu dolu bir deneme olmuş...Aşkın yakıcılığı, gurur, acı kelimelerle derinlemesine sunulmuş...Aşkı mektuplardan okumayı sevenlere...


14 Kasım 2009 Cumartesi

Ben seni sevdiğimi de dünyalara bildirdim...



Sevgi nasıl iyileştirici bir duygu...Sevmek nasıl da güzel...
En umutsuz anınızda çalan bir telefon, nasılsın diyen bir sesin bedeli var mıdır madde aleminde ?
Ya da karanlığın içinde oraya buraya çarpa çarpa ilerlerken gelen sevgi dolu bir iletinin aydınlığını hangi ışık verebilir içimize?
Sıcacık bir gülümsemeyle sokulurlar en üşüyen yerlerimize saklandıkları kelimelerin içinde...Çıktığı yürekten gelir giriverirler kalbimize, özlemlerimizi silercesine.
Bazen içerdikleri anlamlardan daha fazlasını taşırlar sırtlarındaki heybelerde.
Hasta yatağımızda sarıp sarmalarlar bazen bizi.
Dipsiz kuyulardayken bir kurtarıcı edasıyla el verirler kimi zaman.
Herkesin kendi yalnızlığına gömüldüğü, kimsenin kimseye ayıracak vakti olmadığı günümüzde bir kelime bazen bir altın bazen bir elmas kıymetinde düşer içimizin yoksul semtlerine.
Kelimeler bir selamdır bazen gönlü kanatlandıran, bir tebessümdür kimi zaman, ruhu acıtan sözleri saplandığı yerden çıkaran.
Şefkattir kanayan yaralara merhem olan...Sevgidir hayata bağlayan...Varlığınızı anlamlı kılan kelimeleriniz, sevgileriniz, umutlarınız olması duasıyla...

Kelimeler kifayetsiz kaldığında, sahneyi ezginin gücüne bırakırlar ya usulca; bu gün içime düşüveren türkü huzurlarınızda:
"Ben seni sevdiğimi dünyalara bildirdim
indirdin kaşlarını da babanı mı öldürdüm..."

Değişik bir yorum olsun istedim ve bu kızı buldum, çok hoşuma gitti, gerçekten çok duygulu söylemiş, umarım siz de beğenirsiniz:


tv - hatice alizade (ben seni sevdiğimide)

izlesene.com



13 Kasım 2009 Cuma

KİM KIRILMAYAN BİR İÇ MOTİVASYONA SAHİP OLABİLİR?




Başarı Nedir?


Epeydir bloga yönelik bir çalışma yapamıyorum

Yıllar sonra yeniden öğrenci olmaya karar verip yüksek lisansa başladım

Hem de kendi branşım yerine farklı bir dalda.Dolayısıyla farklı kavramlar dünyası ile tanışarak yeni nitelikler kazanma şansım olacak.

Yönetim ve organizasyon bilimleri alanında girişimcilik dersim vardı bu akşam

Hoca, başarı, lider, girişimcilerin özellikleri gibi konular üzerinde durdu.

Başarıyı şöyle tarif etti aynı zamanda: İşin geleceğiyle ilgili yürekte ve zihinde taşınan duygu , heyecan ve zafere başarı denir.

Güzel bir tanım bu: yürek ve zihin birlikteliği olmadan hangi iş olumlu sonuçlanabilir ki?

Lider kişilerin özellikleri ile ilgili olarak da en çok dikkatimi çeken şu oldu: KIRILMAYAN BİR İÇ MOTİVASYONA SAHİPTİR.Ben bu özelliğin doğuştan gelebileceğini söyledim ama hoca bunun sonradan öğrenilebilen bir durum olduğunu belirtti.Sahi sizce bu kırılmayan motivasyon nasıl sağlanır?

Tam bir işe yönelip tamam diyorum mesela ben ama kısa süre sonra bir deprem oluyor, ardından tsunami…ben dalgalar altında boğulmuş kalmış …Ne kırılmayan bir motivasyon kalmış ne kararlar …

Herşey kırılmış yıkılmış, ruhum incinmiş, ağlayacak bir dost omuzu arayan bedenim herkesin yoğun koşuşturması arasına düşüp bunaltmak istemediğinden Necip Fazıl’ın tarif ettiği sığınağa, yorganın altına kaçmış…Kendi yoğun yorgunluğu ile başarıdan bir adım daha uzağa düşmüş…

Sahi dostlar nedir ki başarı?

Kendini yenmek mi?

Ne pahasına olursa olsun gözünü diktiğin hedefe giderken ezdiğin çiçekleri görmeden yoluna devam etmek mi?

Yoksa Emerson mu haklı:

Ralph Waldo Emerson’un “başarı nedir?” sorusuna verdiği bir cevap vardı:

(The quotation on success of R.W.Emerson's)

- Sık tebessüm edebiliyorsan,

(To laugh often and much;)

- Akıllı insanların saygısını, çocukların sevgisini kazanabiliyorsan,

(To win the respect of intelligent people and the affection of children;)

- Dürüst eleştirmenlerin takdirini alabiliyorsan,

(To earn the appreciation of honest critics )

- Sahte dostlarının ihanetine katlanabiliyorsan,

(and endure the betrayal of false friends;)

- Güzelin değerini biliyorsan,

( To appreciate beauty )

- Diğer kişilerde en iyiyi bulabiliyorsan,

(... to find the best in others;)

- Daha iyi bir dünya için geride ister sağlıklı bir çocuk, ister iyileştirilen bir sosyal durum, ister ufak bir parça yeşil bahçe bırakabiliyorsan,

(To leave the world a bit better, whether by a healthy child, a garden patch or a redeemed social condition;)

- Tek bir kişi bile olsa, biri senin varlığından ötürü daha rahat nefes alabiliyorsa…

(To know even one life has breathed easier because you have lived....)

Bir psikolog da mealen şunu diyor ; karar vermenin uzun bir süreç olduğu sanılır, oysa karar bir anda verilir, lakin başarıya ulaştıracak uygulama süreci uzundur.

İşte bu düşünceler arası salınıp durdu zihnim derste.Biraz dağınık oldu yazı ama akşam akşam Weber ve Gerber’in düşünceleri arasında başarıyı her boyutuyla irdelemek zormuş

Başarı nedir ,nasıl niçin elde edilir , hele de şu kırılmayan iç motivasyon nasıl sağlanır bir bileniniz varsa yorumlarınızı bekliyorum merakla

12 Kasım 2009 Perşembe

istanbul kanatlarımın altında...




Acaba

Uyuyan göllere ay ışığında
Sevginin resmini çizsem kim anlar?
Tomurcuk ayrılıp, gül açtığında
Yağmurun saçını çözsem kim anlar?

Bir mekan kaplamış ne varsa nerde
Kendi ötesini saklar her perde
Sonsuzluğun sona erdiği yerde
Huduttan bir kulaç kazsam kim anlar?

Aşk, kömür beyazı; kin, süt karası
Eklenir yarama her dost yarası
Et oldum bıçakla kemik arası
Cellatla ahdimi bozsam kim anlar?

Doğumda yalan var, ölümde gerçek
Bir şeyler anlatır balık, kuş, çiçek
Kırık gönülleri toplayıp tek tek
Toplayıp göğsüme dizsem kim anlar?

Gün geldi zamanı gömdüm kabire
Dağ oldu aklımın verdiği fire
Bağlasam telaşı çelik zincire
Sabrın derisini yüzsem kim anlar?

İçte deprem olur dışın düğümü
İhlâssız çözülmez işin düğümü
Aklımdan geçeni, düşündüğümü
Okusam kim dinler, yazsam kim anlar?

Abdurrahim Karakoç


müzik - gülay

11 Kasım 2009 Çarşamba

OKUMA SEVDASI'NA BEKLERİZ...GELİR MİSİNİZ?

yeni bir grup doğuyor adı okuma sevdası
kitap okuyup tartışacak interaktif bir etkinlik yapmış olacağız
eğer siz de katılmak isterseniz aşağıdaki linkten gruba üye olabilirsiniz

tüm kitap dostlarını bekliyoruz...sevgiler...handan


http://groups.google.com.tr/group/okuma-sevdasi?hl=tr

Ayrıca yan taraftan da ulşabilirsiniz

9 Kasım 2009 Pazartesi

HAYATIN BİZE SUNDUĞU ISTIRAP VE CAN SIKINTISI ARASINDA AZ VEYA ÇOK ŞİDDETLİ SALINIMDIR


okumak yazmak yaşamak üzerine...

Yazar : Arthur Schopenhauer
Yayınevi : ŞULE Yayinlari

Kitap, İNSAN MUTLULUĞUNUN İKİ TEMEL DÜŞMANI:ISTIRAP VE CAN SIKINTISI başlığı ile giriş yapıyor ve şöyle devam ediyor:

En genel gözlem bize insan mutluluğunun en temel düşmanının ıstırap ve can sıkıntısı olduğunu gösterirDaha ileri gidip ,birinden yakamızı sıyıracak kadar talihli olma ayrıcalığımızın düzeyinin bizi diğerine yaklaştırdığını söyleyebiliriz.ASLINA BAKILIRSA HAYATIN BİZE SUNDUĞU BU İKİSİ ARASINDA AZ VEYA ÇOK ŞİDDETLİ SALINIMDIR
...
Akıllı Adam Her Şeyden Evvel Istıraptan Ve Tacizden [Harici Sıkıntıdan] Azâde Olmak İçin Çabalayacak, Sessizliği Ve Boş Vakti, Dolayısıyla Mümkün Olan En Az Sayıda Beklenmedik Ve Tehlikeli Karşılaşma İle Birlikte Sakin, Mütevazı Bir Hayatı Arayacaktır; Ve Böylelikle Sözüm Ona Hemcinsleriyle Çok Az Bir Ortak Tecrübeyi Paylaştıktan Sonra, Münzeviyane Bir Hayatı Tercih Edecektir, Hatta Eğer Büyük Bir Ruha Sahipse Büsbütün Yalnızlığı Seçecektir.

Çünkü Bir İnsan Ne Kadar Kendi Kendisine Yeterse, Başka İnsanlara O Denli Daha Az Gereksinim Duyacaktır-Haddizatında Başka İnsanlar Da Ona O Kadar Az Tahammül Edebilecektir.

Yüksek Bir Zihin Düzeyinin Bir İnsanı Toplum Dışına İtebilmesinin Nedeni Budur. Doğrudur, Eğer Zihnin Niteliği Nicelikle Telafi Edilebilseydi, Bu İnsanların Büyük Dünyasında Bile Yaşama Zahmetine Değerdi; Fakat Şükür Ki Yüz Tane Ahmak Bir Araya Gelse Bir Tane Akıllı Adam Etmez.

Schopenhauer

Okunması gereken değerli bir kitap, hayatın temel mevzuları üzerine yazılmış bir beyin fırtınası...eğer düşünceye, okumaya, yazmaya, yaşamaya karşı bitmek bilmez bir , iştahınız varsa bu kitabı mutlaka okumalısınız.



8 Kasım 2009 Pazar

Yaşamımızdaki gerilimi düşürmenin yolu yükselmektir...


Yüksekte misiniz, alçakta mı?

İnsanlar yaşlanıyorlar; ama olgunlaşmıyorlar. Kucaklamayı, hoş görmeyi ve sabretmeyi öğrenemiyorlar. Kızıyorlar; suçluyorlar, parmakları kabahatli olarak hep başkalarını gösteriyor; yetmiyor bazen yumruklarını sallıyorlar. Bazen haklılar da. Karşılarındaki kişi kendilerini delirtiyor. Ne var ki, başka bir yol var. Sinirden delirmek, sürekli başkasına kızıp onu suçlamanın, tartışmanın dışında bir yol var.

Ahmet Bey, araba sürerken aniden sağ sokaktan bir araba üstüne fırlıyor; neredeyse kaza olacak yan sokaktan fırlayan arabanın içindeki yaşlıca sürücü kadın açık bir şekilde hatalı. Ahmet Bey pencereyi açar ve bağırır: “Allah cezanı versin kadın, sokaktan ana yola böyle mi çıkılır!”

Yükselmeyi öğrenmiş Adam kurt gibi acıkmış bir şekilde akşam eve gelir; hayalinde harika bir yemek vardır. Ancak karısının yemek için eti pişirdiğini ama yemeğin yanına pilav ya da makarna gibi tamamlayıcı bir şey hazırlamadığını fark eder. Açlıktan gözü döner ve karısına bağırır: “Kadın, bütün gün evde oturuyorsun, akşam eve geliyorum, bir yemek hazır değil. Ne iş yapıyorsun sen bu evde!” devamını oku

5 Kasım 2009 Perşembe

yaşıyorum bak kaderimi ağaçlar gibi sessiz sessiz...



müzik - gülay geri dönülmez yoldayım | izlesene.com




3 Kasım 2009 Salı

Sükût sûretinde çok koyu düşer ses...




Sabrın bittiği yerde


El değmemiş o sabır

Arkadaş kıl tartan terazi misin
Artıyor katsayısı direnişin

Sükût sûretinde
Çok koyu düşer ses

NURİ PAKDİL-Sukut Suretinde -Şubat 1997-iki mısralık şiirler-


müzik - yücel arzen devrim gürenc - eyvallah !!! | izlesene.com

Kadınları sevmeyen kadınlar




Kadınları sevmeyen kadınlar

Öyle kadınlar var ki, “dünyaya bir daha gelseniz ne olarak gelmek isterdiniz?” sorusuna, “tabii ki kadın olmak isterdim” diye cevap verecek kadar cinsiyetleriyle barışık görünürler ama gene de bir türlü hemcinslerini sevemezler. Kadınları sevmeyen kadınlardır bunlar. Tanırız onları. Ömrü hayatımız boyunca defalarca karşılaşırız. Okulda, sokakta, işte, evde, alışverişte, her yerde.... Kimi zaman latif bir dantelli tülle saklarlar bu eğilimlerini; kimi zamansa saklamaya gerek duymaz, aşikâr ederler. Hatta zaman zaman bir salgın hastalık gibi yaygınlaşır kadınları-sevmeyen-kadınlık hâli; gribe yakalanır gibi bizler de yakalanırız. Bir bakmışız kadınları sevmeyen kallavi laflar ediyor, kendimizi hemcinslerimizden ayrı tutuyoruz. Farkına varmazsak alır başını ilerler bu eğilim, iyileşemeyiz. Hayatımız boyunca üzerimize yapışıp kalır bu sevgisizlik; hastalık kronikleşir. Durumun ayırdına varıp ruhumuzu tedaviye alırsak geçer. Geçer ve geride kalır.

Kadınları sevmeyen kadınlık hâllerinin ilk ipuçları aslında çocuklukta yatar. Biyolojik sebeplerden ya da genlerden ötürü değil, yetiştirilme ve sosyalleşme biçimlerimizden ötürü. Hani hep prenses olmak üzere yetiştiriliyoruz ya, her masalın da malûm on değil, yüz değil, bir tek prensesi vardır. Kız çocukları masallardan sadece “güzel” ve “prenses” olmaları gerektiğini değil, rekabeti de öğrenir. Külkedisi ve ablaları, Pamuk Prenses ve üvey annesi... Kadınlar masallarda hep hemcinsleriyle uğraşır. devamını okumak için tıklayınız

1 Kasım 2009 Pazar

içimde yağmur ...dışımda yağmur...hiç durmadın istanbul'da, yağmur...




içimin derinlerine sisli bir hava çöküverince koyuldum yola.


az gittim uz gittim dere tepe düz gittim, uludağlar aştım, yeşile saldım hayalerimi...

 
karla karışık yağıyordu dünya dertleri...


kalbimin surlarını aşamıyordu yeniçeriler...


ona geldim yine, iyi etsin beni diye...

ışık olsun diye, tepetaklak olan dünyama...


hayat yetişemediğim bir hızla akmakta...



ama sen de benden farksızdın bu defa...renkler bile saklanmıştı bulutların ardına...

 
yorgun ama vakur minarelerin de olmasa...


gökyaşlarının ardına saklanan güzelliğin hayatta bazen renklerin de saklanabileceğini hatırlatmakta...


kainatta herşey dairevi bir hareketle bağlıyken birbirine ben de ağladım seninle birlikte, dönüp durduğum dairede...


ağaçlar bile hüzünlü elbiseleriyle selamlarken beni istanbul şehrinde, yapraklar arasından gözüken mavilik," bu da geçer ya hu "demekte...gidiyorum şimdi, seninle yeniden buluşacağım güneşli günlere özlemle ...

 VE ŞİİR... YILLAR YILLAR ÖNCESİNDEN...NAN GİBİ...

LinkWithin

Blog Widget by LinkWithin