Kısadır hayat
Uzundur üzüntüler oysa... Bitimsiz gelir insana kalp sıkışmaları, yürek sıkıntıları. Ne ki kısadır hayat...
Hele öfkeler, kısa metrajlı olsalar bile sıklıklarıyla hayatı tırtıklarlar bir yerlerinden. Hayat her yanına haşeratlar ilişmiş bir aciz varlık gibi elindedir bunların. Bıkmadan, usanmadan ısırırlar hayatın bir yerlerini. Zaten kısa olan hayat, büsbütün kısalır ve fark edilmeyen bir film finali gibi gelir kapıya dayanır ölüm meleği.
Oysa kısadır hayat, hırsların tersine. Bin yıllık bir birliktelik yaşayacakmışız gibi yapışırız kariyerimize. Kravatların sıktığı gırtlaklar boğar oysa hayatı! Öyle bir unutkanlık verir ki üstelik hırs ve beklentiler yolun sonuna kadar uyuşturur zihinlerimizi.
Gevşetemeyiz gömleğimizin en üst düğmesini, pantolonumuzun paçasını kıvırıp, çıkarıp çorapları, serin bir ağaç gölgeliğinde salamayız bacaklarımızı buz gibi derelere.
Kendi ufkuna bembeyaz bir yalan yerleştirir dünya hırsı ve geri kalan her şeyi uyuşuk bir siyah ile flulaştırır. Yanından gelip geçeriz her Allah’ın günü de fark edemeyiz ıskaladıklarımızı.
Ne bileyim; elektrikler söndüğünde mesela... ‘Hay aksi’ der lanetler okur da, karanlığın sessiz huzurundan ürkercesine rahatsız oluruz. Oysa gecenin tadı bir başka olmasaydı, günün yarısı karanlık olur muydu? Var demek ki bir güzelliği gecenin. Var işte, ayın, yıldızların, gökyüzünün ve karanlıkta akışkan bir gümüş gibi usulca kıvrılan dere sularının.
Kısadır hayat ve uzundur korkularımız. İrili ufaklı onlarcasını uç uca ekler, hayatın bir kısmını da onlara feda ederiz mesela... Kendi korkularımız yetmiyorcasına başkalarınınkini de üstleniriz hatta. Korku tedirginliği, tedirginlik dengesizliği getirir. Ve şirazesi kaçar hayatın. Ülke adına korkarız misal. Bir dolu heyula üretir, bir dolu korku figürüyle kuşatırız dört bir yanımızı. Ailemize, düşüncelerimize, sevdiklerimize dair korkular kurgular ve kendi ömrümüzün kısalığına, kendi hiçliğimize bakmadan, sanki her şeyi kontrol edebiliyormuşçasına, yenilgisi kesin olan bir yel değirmeni savaşı başlatırız kimi zaman.
Oysa kısadır hayat ve bütün bunların üzerinde, hepsini kuşatan bir şeydir. Korkuyu, öfkeyi, üzüntüyü reddetmek değildir bu ha! Aksine reddediş de ıskalamaktır bir nevi, en büyük karavanalarından biridir insanoğlunun. Ancak her şey de değildir ve geçicidir. Problem bunu unutmamızdır.
Kısadır hayat ve aslında doğumdan itibaren bir geç kalıştır da... Hiç saniye kadranını izlediniz mi bu düşünceyle? Nasıl da acelecidir, nasıl da bir panik vardır saniyede. Sırtlar zamanı ve dakikaya devreder, oradan saate, güne, haftaya, yıllara ve ömre. Saniye işçi karıncasıdır zamanın ve kraliçe mezar başında beklemektedir. Sırtladığı hayatları götürür ve oraya bırakır.
Kısadır işte hayat; bizim yanılgılarımızın aksine. Bitmez zannederiz biz çok şeyi. Çocukluk bitmez, okul bitmez, iş hayatı bitmez, ne bileyim iktidarımız bitmez, partimiz bitmez, müdürlüğümüz bitmez, futbolculuğumuz bitmez, başkanlığımız bitmez falan filan.
Nasıl bir hazır oluştur bu kendini kandırmışlığa bilemem ama, şaşırtmaz da bizi örneğin. 80 yaşına gelmiş politikacı 9 büyüklüğünde deprem yemiş gibi titreyen bacaklarına rağmen ülke geleceğine dair fikirler söyler misalen. Kendi geleceğini ıskalamanın daha büyük bir trajedisi olur mu, lütfen söyleyin!
Kısadır işte! Çoğu zaman ‘ne çabuk’ sorusunu bile soramadan biz, son jeneriği bile akmadan hayatımızın biter film.
Işıkları yanmaz ama çoğu zaman. Sinemadan farkı da budur aslında. Aksine daha büyük, daha ürkütücü bir karanlık kucaklar bizi nemli toprak tadında. Ve biz hayatın kısalığını fark edip, onun rağmına bir şeyler yapmış olma nispetimizde aydınlatılırız hayatın sonunda.
Slobodan Miloseviç mesela... Dile gelebilse hani mezarda, ‘ne kadar da kısaymış hayat’ demez miydi, yeni tiran adaylarına!
Kinlerimizin, öfkelerimizin, üzüntülerimizin, hırslarımızın tam tersine...
Kısadır hayat!
NEDİM HAZAR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder