27 Şubat 2009 Cuma


“BARIŞ VE GELECEĞİ BİRLİKTE ARAMAK “ ÜZERİNE BİR DENEME

Savaştan, kavgadan, huzursuzluktan uzak durmak olarak tanımlanan barış kavramına Victor Hugo şiirsi diliyle havadar bir pencere açmıştır: “Barış, her şeyi hazmeden mutluluktur.”

Bir “olmuş”luğun göstergesi olan hazmetme mecaz anlamıyla, kendisine karşı yapılan yersiz davranışlara ses çıkarmamak olarak da ifade edilebilir.

Mutluluk ise, yolu yeryüzünde faydalı olmaktan, paylaşmaktan geçen, hür düşünceli, kafa-kalb dengesini kurmuş, iyi insanların varabileceği bir istasyondur.

Konumları, uyan(dırıl)mayışları, gelenekselin penceresinin önündeki panjurları bir türlü açmayıp hakikat güneşine gözlerini kapayarak, ışığın ferahlığına ulaşamamış, asrı kendine gece yapmış, dolayısıyla sürekli oyunlara, hilelere maruz kalmış, kaşınmış, kanatılmış bir coğrafyanın acılar biriktirmiş insanlarının bugün bir masa etrafında toplanıp
“ BARIŞ VE GELECEĞİ BİRLİKTE ARAMAK” coşkusunda olması umut verici.

Nuri Pakdil’in de sık sık bahsettiği “Ortadoğu haritası upuzun bir yol olarak duruyorsa önümüzde, yiğitlik on para etmez şu güneşlerle omuz omuza çıkıp şimdi yürümeğe başlamamışsan…” ifadeleri bize içi boş hamasi söylemler yerine birbirlerini anlayan, dinleyen, kabul eden, ortak akıl oluşturan insanların ( “Birlikte”+”Hareketinin ”) gerekliliğini anlatıyor. Böylesi bir hareketin sözkonusu coğrafyanın problemlerine sunacağı çareler yine bu bölgenin acıyı bilen insanlarından gelecektir.Onlardan biri olan Bediüzzaman Said Nursi de eserlerinde birçok kez bu konuya değinmiştir.Bu derin izahatlar gerektiren hususu işin uzmanlarına bırakarak birkaç alıntı sunmak istiyorum:

- Mektubat adlı eserde “Azametli, bahtsız bir kıtanın, şanlı, talihsiz bir devletin; değerli sahipsiz bir kavmin reçetesi, ittihad-ı islamdır.”denmektedir.

- Hutbe-i Şamiye adlı bu konuya hasredilmiş eserinde de bakın alim zat nasıl ifadelerle birliğe ve muhabbete vurgu yapmaktadır: “Sebeb-i muhabbet olan iman ve tevhid, Cebel-i Uhud gibidir.Sebebi adavet olan şeyler çakıl taşları gibidir.Çakıl taşlarını Cebel-i Uhud ‘dan daha ağır telakki etmek ne kadar akılsızlıksa müminin mümine adaveti, o kadar kalbsizliktir.” Umarız bu toplantı, acılara alışık vicdanların düşmanlık sebeplerini küçücük taşlar görüp ortak akıla sevgi ve anlayışla ulaşması, üzerine giydirilen bu gri libası parçalayıp atması ve dünyada ne de çok rengin olduğunu fark etmesine vesile olacak bir başlangıç olur.

-Hutbe-i Şamiye adlı eserin bir başka bölümünde de, “Asya kıtasının ve istikbalinin keşşafı ve miftahı şuradır.Yani nasıl fertler birbirleriyle meşveret eder; taifeler, kıtalar dahi o şurayı yapmaları lazımdır.” denmektedir.Bu açıdan da Erbil’de düzenlenen 18.Abant Platformu toplantısı büyük önem arzetmekte olup sorunun çözümünde ortak payda kapısında bir anahtar vazifesi görebilir.

Gelecek, barış, özgürlük, demokrasi, umut, mutluluk gibi kavramların üzerinde çokça zihin yormuş 100 seçkin dimağın, haklı ve farklı olduklarını düşünerek geldikleri bu “arayış”ta kimi zaman virgül kimi zaman ünlem kimi zaman da soru işareti, iki nokta üst üste koyarak birbirleriyle DOSTANE konuşabilmeleri bile kısa vadede bölge barışı, uzun vadede dünya barışına giden yolda atılmış önemli bir adımdır.

A.Turan Alkan’ın ifadesiyle, dostluk ahenkten ziyade tenakuzdan beslenen bir münasebet olsa gerektir.Tahta ile zımpara arasındaki ilişkiye de bir nevi dostluk olarak bakmak mümkündür, kimin kimi aşındırdığı değil,neticede ortaya çıkan işin niteliği önemlidir.”dediği gibi dostluk paydasında buluşan katılımcılar verimli bir toplantıya imza attılar.Sonuçta, kimi zaman us(lubi)uli,bazı hatalara rağmen bu sığ sularda boğulmadan, birbirlerini hazmederek bilişen bu mümtaz topluluğun ortaya çıkardıkları bildirge ile basamakları mutluluk olan barış merdiveni artık göğe uzatılmıştır.

Daha çok demokrasinin gerek ülkemizde gerek dünyada hakim olması,
hukukun üstünlüğünün kabul edilip gerçekten uygulandığına fert fert inancın artması ile geleceğin taşları umuda doğru dizilebilir. Bu toplantı ile başlangıç taşı konmuş , birbirini anlamak, ezilmiş ,hakları gasp edilmiş yüreklerin acılarını paylaşmaktan ve bu yolda atılacak adımları belirlemekten başka gayesi olmayan aydınlar bize istenirse farklılıkların oluşturduğu mozaikin ne de güzel bir tabloya dönüşeceğini gösterdiler.Toplumların önünde gitme misyonunu üstlenen aydınların yaktığı kıvılcımın peşinden gitmek ,ülkemizde de gerekli anayasal değişiklikleri yaparak dünyaya entegre bir sistemle yenilenmek için şimdi bizler üstümüze düşeni yapmalıyız.

Atomu parçalamaktan daha zor bir işe soyunan bu aydın(lanmış)lar telaffuzu dahi zor olan kavramları müzakere etmek için oturdukları masanın etrafında tünelin sonundaki ışığa ulaşmak için daha çok yol olsa da bir asırdır hareketsiz duran bir trene ivme kazandırıp yola çıkardılar. Bu yolculuğun, bu zamanda bu trenle nasıl gideceğini zaman gösterecek elbette.Lakin şairin dediği gibi ,

“Tohum saç, bitmezse toprak utansın
Hedefe varmayan mızrak utansın
Hey gidi küheylan koşmana bak sen
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın.” demenin vaktidir.

Dünyanın bilişerek küçüldüğü bu zamanda birbirine kapalı yaşayarak megalomanlaşmış zihinlerin oluşturduğu toplumlara ışık sunarak “AYDIN” KAVRAMININ İÇİNİ DOLDURAN VE GELECEĞE AYNA TUTARAK BARIŞA KATKIDA BULUNAN HERKESE BİR DÜNYA VATANDAŞI OLARAK TEŞEKKÜRLERİMİ SUNUYORUM.

HANDAN GÜLER

o muhteşem kaleme...SADIK YALSIZUÇANLAR'A.İYİ Kİ VARSINIZ…...


İYİ Kİ VARSINIZ….

Sizi ilk kez ne zaman buldum ,hatırlamıyorum
O kadar uzun zamandır içimde hissediyorum ki varlığınızı
Sanki sizinle doğdum …
“Sensizlikten yine sahiline sığınıyorum.Başka kıyılar arama” demiştiniz.
Aramadım …Bu satırların altını çizdiğim günden beri adım attığım bu diyarda sadığım yazdıklarınıza.

Çaldığım kapılardan en şefkatlisiydi kapınız…En insan olanı,idealize edilmiş nutuklardan sıyrılmış,eğrisiyle doğrusuyla yaşamı ,kendini kabul etme çabası içinde bir yolculuktu satırlarınız…

Eşiğinizden geçtiğimde kırılmış yeşil dallar gördüm. Eğilip yere elime aldım,dikenleri kanattı gönlümü,üzüldüm.
Birden heyecanlı kelebekler gördüm bahçenizde , umuda kanat çırpan,yüzüme gülücükler bırakıp kaçan.

İlerde badem ağaçları vardı, zamansız çiçek açmış. Meyveye durmuşken soğuğu yemiş çiçeklerinden ayrılmış.Acıların en acısıyla yanmış,ayrılığa kendi acısını tattırmak arzusuyla kıvranmış.Bunu hissettiğim günden beri içime hiç geçmeyen bir acı bırakmış.

Menekşe rengi aşklar gördüm sonra ; incecik taç yaprakları kah altında kalıyordu bu ağır rengin kah rüzgarla dans ediyor büyülüyordu izleyenleri,”Umutsuzluk bataktır” diyordu
Gözleriniz ışıl ışıl parlıyordu , yüreğinizden taşan sevdayla.”Kaygılara boğulan aşkların sönmediği” bir diyar arıyordunuz satır satır ,harf harf .
“Vahşi bir ceylan gibi dağlara çıkıyordunuz”,ben de ardınızdan.
Ve “Umutsuzluğun kolları “sarıyordu her yanımı.
Kötü beraberlikler yerine yalnızlığın acısını dindiriyordum sayfalar içinde
Sarıldığım kelimeleri sahipleniyordu zihnim
Bir süre sonra bilemez oldum hangisi sizin hangisi benim.
Hangi gündeyim ?
“Kırlangıç mı?”,“Çıkrık mı? “,yoksa beni sürekli cezbe halinde tutan, yakan, bırakan “Med-cezir gününde mi?”.

Sabahları hayatın içeri dolduğu pencereleri açınca derin bir nefes alırdım. Gözlerimi kapar,o güne yeni bir ad arardım.”Mesai saatlerine bağlı böcekleri “görürdüm.Omuzlarında uyuyan çocukları telaş içinde bir yerlere bırakıp mesailerine koşan böcekler.Mahmur gözlerle servislerine binen asık suratlı çocuklar burkardı içimi.

Belki de sırf bu yüzden hiç yakın olmadım o cendere içinde geçirilen saatler fikrine. Hayatın savurduğu yerlerde hep kapısında dolaştım. Lakin Kalbimi Bilen açmadı hiçbir kapıyı. Bir umut muydu, yoksa umutsuzluk mu, hiç kavrayamadım.

Umut imanın ayrılmazı mıydı, kalbe beraber girer, yalnız çıkmazlar mıydı, anlayamadım.

“Sana asıl söylemek istediklerime gelince neden susuyordum. Hep böyle olmadı mı?” diyordunuz ya satırlarınızda;
Hep böyle oluyordu Kelimeler dilimin ucuna geliyor ama sahneye atılacak cesareti bulamayınca helezonik bir merdivenden düşercesine çakılıyorlardı kalbime, her seferinde daha derine. Kaleminiz gücünü hayattan alıyor,tek tek saplıyordu muhabbet oklarını kalplere.
Bazen yoruyordu bu hal yüreğimi; içimde aptal bir romantik yaşıyordu, dışımda buzlar kraliçesi.
Susadığım her köşe başında yine siz vardınız, kitaptan çeşmenize dayadığımda ağzımı ferahlardı içim, mutmain olunca romantiğim, rahatsız etmezdi kraliçesini.
Acıtan, kanatan, yaşatan bir haldi bu.
Ama içimde kirlenmemiş bir umut vardı hep
Yürekten bir dostluğa açılacaktı kapılar, aklın, hırsın, karşılığın dışarıda kaldığı.
Daha güzel günlerin ardında durduğu bu bahar kapısının tokmağına daha bir sıkı sarıldım kelimelerinizin verdiği umutla.
İyi ki vardınız siz bu hayatta…

Kimi zaman gözünüzden geçen bir bulut yüreğime bırakıyordu sellerini.
Kimi zaman düştüğüm kuyulardan içten sözcükleriniz yetişip çıkarıyordu beni..
Kah heyecan kah korku kah ümit oluyordunuz kalbimde harflerinizle.
Ve hayat penceremde renk renk çiçekler açıyordu,
Sert rüzgarlardan korunması gereken , nazenin çiçekler
Ve bahar geliyordu yüreklere…

Dostunu ruhuyla seven böylece kalbin durması , aklın unutmasına takılmadan kanatlanan bir muhabbetin acizane ifadeleri bu satırlar…

Sizi anlatabilmekten uzak ancak varlığınıza şükreden bir kalbin saygılı mırıldanışları bu satırlar…
Ömrünüz eserleriniz vaktiniz bereketli olsun
Işığınız hiç solmasın
HER DAİM MUHABBETLE

HANDAN GÜLER

o muhteşem kalemden...



SESSİZ
Sen elifsin.

Çünkü otuzüç yıl önce doğdun ve birsin.
Ben he'yim. Kırkdört yıl önce öldüm ve ikiyim.
İkimiz bir olunca aşıklar ah çeker. Ah bir iklimdir, orada sadece benzersizler oturur. Kendine benzemeyen ancak kendine benzemeyenlerce görülebilir. Gören de görülen de bir olur.
Ben birlik için geldim bu deme. Gördüğüm demi hoş gören bir Settar var bilirim.

Şimdi buradayım, şehrin güneybatı ucundaki sitede.
Salonundan dünyanın diğer ucunun göründüğü kirli sarı renkteki duvarın bu yanında.

Diğer yanında senin düşürdüğün gölgeler var. Onları parçalıyorlar görüyorum.

Çocukların da beynini dağıtıyorlar.
Kadın balkon kapısını açıp çıkıyor, aşağı atıyor kendini, onu da görüyorum, ama biliyorum ki sen birsin ve otuzüç yıl sonra hala bu bahçedesin.
Ben güzel he'yim, seninle bu bahçeden çıkmak istemiyorum.

Bu kaçınılmazdı, çünkü ben senin ben olman için sen olmuş, bu yüzden kırkdört yıl önce ölmüştüm.
Sen gecesin. Çünkü annesin. Üç ay doğdu senden.
Ben gündüzüm. Çünkü babayım. Üç yıldız kaydı benden.

Sen bürünensin, ben bürüyenim.
İkimiz bir günüz, bir gece bir gündüzüz, bizi üç dolunay ışığı yıkıyor bu kentin kirlerinden paslarından.

Bu pası bir tas ağu gibi içiyor ama zehirlenmiyoruz.
Sen simyasın. Çünkü şehvetinin gecesinden kurtuldun, kirin pasın gitti, kehribar gibi içinden bir ışık çıkıyor, gündüzü kuruyor.

Ben anları eşit olan gündüzüm, ancak seninle görebilirim.

Sen güneşsin, çünkü elif birdir ve ancak güneş birlenir, ayları yıldızları içinde gizlenir.

Ben biçim ve kalıbım, seni birleyince düştüğüm şirkten beni ancak aşk denilen sultan kurtarabilir.

Görüyorsun, sana her zamanki gibi eski zaman hikayeleri anlatıyorum.

Elimden bu geliyor ancak, çünkü sen bütün maceraları biliyorsun.

Sen günahsın ben günahkarınım, sana kulluk ediyor nura gidiyorum, günah işledikçe ateşe düşüyorum, oysa diyor, nur ateşten daha çok yakar.

Nur aşktır o halde, bunu ancak sen bilirsin.

Sen haysın, beni öldürdün şimdi dirilteceksin. Az önce öldüm, az sonra dirileceğim.

Dirilt beni, sen Haysın, senden otuzüç çocuğun yüzü ay gibi ışıldar, ben perdeyim, benimle örtünürsün.
Sen örtünensin ben örtüyüm, ben, senin kendini örtmen için açıldım, gizlenerek açığa çıkarsın.

Sen elif'tin ve hala öylesin, ben güzel he idim, mim oldum, şimdi övülmüş olanın işaretiyim.

Ben kırmızı toprağım, şimdi onun işaretiyim, çıkar beni bu kaptan, kurudum, güneşte kırkdört yıl kaldım kurudum, tok bir ses çıkıyor içimden, bu çamurdan kurtar beni, dirilt ki, benden bir hayat daha çıksın.
Sen diriden yaratılansın, benim anlı şanlı eğe kemiğimsin, senden boşalan yere arzuyu dolduransın, benim parçamsın, ben senin yurdunum.

Bu yurttan çıkıyorum şimdi, bak dilimi değiştiriyorum, seninle kırkdört yıldır konuştuğum dili terk ediyorum, ölüyorum, ölünce ifadem donuyor, yüzüme bak, orada, acıdan örülü kırkdört taneli kehribar tesbihi göreceksin.

Onu terk ediyorum.

Şimdiye kadar yaptığım gibi, amaçsız yürüyeceğim.
Kastı olmayana kastettiğini biliyorum, sırların algıma gizlidir, bunu da biliyorum.

Çünkü sen elifsin. Gelip gidip bir şey bulamayanların sığınağısın.

Üstüne yıldızlar yağan çocukların, insanın kendi kendine ulaşabildiği hakikatlerin, kadının erkekle çarpımının sonsuzluğunun şiddetisin.

Sen elifsin, güzel he'sin. Ben senden geldim, seninle doğrulttum yüzümü, sana yöneldim, sana verdim gönlümü. Ben senin ben olabilmen için sen oldum.

Bugün doğumgünün.

Dün yine dünyanın güneyinden, doğusundan, kuzeybatısından yüzlerce ölüm haberi geldi.
Sana doğumgününde ne söylesem içim acıyor.
Kelimeler dönüp dolaşıp o yalnızlığın yırtılan yüzünü anlatıyor.

Oysa ben artık konuşmak istemiyorum.
Çünkü sen elifsin, her an yeni bir huzurla esiyorsun.
Hatırlıyorum, otuzüçyıl önce bugün de her şey sessiz olmalı demiştin.

Geçen yılki doğum gününde dediğin gibi.
Her şey elif ile lamın birleşmesi ve yılların bir düş olması gibi sessiz kalmalı.

Sadık Yalsızuçanlar
__________________
Elif Gibi Yalnızım
Ne esrem var, ne ötrem..
Ne beni durduran bir cezmim,
Ne bana ben katan bir şeddem var..
Ne elimi tutan bir harf,
Ne anlam katan bir harekem..
Kalakaldım sayfalar ortasında,
Bir okuyan bekledim,
Bir hıfzeden belki..
Gölgesini istedim bir dostun med gibi..
SIZIM ELİF SIZISI..

26 Şubat 2009 Perşembe


HERGÜN BİR YERDEN GÖÇMEK


Her gün bir yerden göçmek

Ne iyi

Her gün bir yere

Konmak ne güzel

Bulanmadan, donmadan

Akmak ne hoş

Dünle beraber

Gitti cancağızım

Ne kadar söz varsa

Düne ait

Şimdi yeni şeyler

Söylemek lazım

gözlerin gözlerime değince...


GÖZLER AŞKI İNKAR ETMEZ Kİ !
" Gözlerin gözlerime değince
Felaketim olurdu ağlardım."
Atilla İlhan
İşte o gün,
Gözlerinin gözlerime değdiği gün tanıştım "ah" larla
Gözyaşları geldiler ardından, zaman, mekan farkı olmadan.
Süzülür oldular yanaklarımdan, bana sormadan.
Sıcak bir yaz günü
Lakin rüzgar da varlığını hissettiriyor.
Tatlı tatlı salınarak sokakları geziyor,
Galiba birilerini arıyor,meftunlarını belki.
Belki de bir nebze olsun ferahlatmak için beni.
Pencerem açık, gözlerim, de.
Yine uykuyla yakalamaç oynadığım bir gecenin sonu.
Perde kımıldıyor önce rüzgarın nefesiyle
içim bir hoş oluyor,
Ardından sabah serinliği doluyor içeriye .
Esintiler dikilince karşıma cesurca
Yüreğimdeki ateş daha da alevleniyor
Yanıyorum; rüzgar okşadıkça usulca
Ruhum baştan çıkıyor önce
Biran evvel yataktan çıkıp rüzgarın kollarına bırakmak istiyorum kendimi.
Saatime bakıyorum; yine geç kalmışım.
Gecenin güne bir örtü olarak yaratıldığını, dinlenme amacıyla insana
sunulduğunu
Gönlüme kabul ettirip gözlerime söz geçirirsem, uykuyla da aramdaki ihtilafları
giderip
akdi imzalarsam böyle bir sorunum kalmayacak ama ...
"Bu akşam söz, erkenden görüşeceğiz. " diyerek yastığıma hızla kalkıyorum.
"İnanmıyorum sana ama hadi git, açık olsun yolun, yeşersin umudun " derken
bana
Pikeyi çekiyorum üzerine "Susss... " der gibi yastığıma
Kahvaltı yapacak vaktim yok, her zamanki gibi.
Olsa da farketmez ya,
Yol üstünden sıcak bir simit alırım belki ya da bir poğaça.
Aceleyle giyiniyorum.
Ev arkadaşım aynanın karşısında yine bir şeyler çiziyor yüzüne
Anlam katıyormuş kişiliğine,
Anlayamıyorum.
Herkeste bir maske
Gülüşler, sevgiler, sözler, herşey sahte.
Aynayla da ilişiğimi keseli çok oldu zaten.
Nedenini bilmesem de bakmak gelmiyor içimden
Tanımadığım bir sureti, tanımlayamadığım bir hüznü gördükçe ürküyorum
belki de.
Güneş eşyadaki tüm detayları sunarken bize, ışıl ışıl
Benim gözlerim de böyle ışıl ışıl parlardı bir zamanlar, neşe saçardı çevreye
0 ışıltıyı kim çaldı ?
İki dünyada affa layık mıydı ?
Yine aynı yol, aynı insanlar
Yürüyorum hızlı hızlı
Çok düşünüyorum yine bu aralar,
Sebebini bilmiyorum, ya da...
"Ben bende değilim . " derler ya , işte öyle bir hal.
Anlatamıyorum, anlayamıyorum.
Sonra, boşver diyorum, tasa etme,
Nasılsa seni senden iyi bilen ve ihtiyaçlarımı zamanı gelince veren bir Rahmet-i
Sonsuz'un kulusun.
Hem 0 'nun istihkakından önce, daha baştan lütfeden , Kerem Sahibi olduğunu,
sahibin olduğunu biliyorsun.
Arabalar aralıksız kornalarına basıyorlar
Yolun ortasındayım, adamlar bağırarak bir şeyler söylüyorlar ama duyamıyorum ki,
düşüncelerimden sıyrılarak.
Sonra ne önemi var , boşver, yürü ve geç diyorum yine kendime
"Yasa ve geç! " diyor bir dostum,
"Mülk senin değil; kaldıramaz bu yükü omuzun "
Vicdanını polis eyle, kulaklarını tıka eleştiriye
Cevap verme hatta muhatap bile kabul etme .
Hesap vermek zorunda olduğun bir yer var ve orası da burası değil.

Artık bunaltıyor insanlar beni
Yalancılar tutmuş heryeri
Ne çok insan sureti taşıyan var ?
Peki ya kamili ?
Hani suretinin yanında insan vasfına haiz sireti, insan-i kamil dedikleri ?
"Yalnızlığına kaç dostum , yalnızlığına kaç! " diyor ya, her zaman değil ama
bazen dinlemek
gerekiyor galiba Nietczhe 'yi.
Gönlüm nefes almak istiyor;
Başımı kaldırıp göğe, o eşsiz maviye dikiyorum ruhumun pencerelerini
Uçsuz bucaksız bir okyanus sanki
Sakinliği insana dinginliği, huzuru öğütlüyor gibi
Galiba bir bu sese kulak vermeli;
Örnek almalı, güneşi, ayı, bütün evreni,
Hiçbiri aksatmıyor vazifesini.
Tek bir Kudret kaleminden çıktıkları belli.
İnsan da aynı kalemin çizgisi, artısı var hatta ; ruhu bir de iradesi.
Arzın halifesi niye mutsuz peki ?
Sorun , gerçeği idrak edememesi mi,
İstikameti bırakıp ifrat tefrit üzere gitmesi mi ?
"Çözümün bir parçası değilseniz ,sorunun parçasısınızdır. " diyor düşünen kişi
Hayat; güzeldir , güzel görene.
Lezzetlidir, güzel düşünene
Çevrene bir bak, ölümsüzlüğün senfonisini dinle.
İçimden yükselen hakikatin çığlığını duymalıyım,
Emir ve yasaklara uymalıyım
Biriktirmeyi bırakmalı, yaşadıklarımı unutmalıyım.
Zaman ırmağı hızla akıyor, içinde yıkanmalıyım
Hep "-meli, -malı" kipleri
Gereklilik bildiriyor sürekli
Ama zehir saçan o gözleri unutmak kolay değil ki!
Yine de insan cesurca ,
"Gözlerin gözlerime değince
Felaketim olurdu, ağlardım " diyebilmeli
Dil ikrar etmese de , gözler aşkı inkar etmez ki!
"Aşk , rüyaların en tatlısıdır."
Ama simdi uyanmak vakti, masada işler birikti.


HANDAN GÜLER

LinkWithin

Blog Widget by LinkWithin