31 Mayıs 2010 Pazartesi

canlı ölümler...canlı yayınlarda...


“Kim ne yapacaksa yapsın!!!!!” diye bir çığlık düştü dünyanın üzerine…Kim ne yapacaksa yapsın, burada insanları öldürüyorlar, yaralılar var diye haykırıyor muhabir saldırının sürdüğü dakikalarda, sesleniyor dünyaya.

Bilgi çağında, bile bile, göz göre göre ölüyor insanlar… öldürülüyorlar…gözlerini kırpmadan öldürüyor insan kılığındaki acımasız saldırgan korsanlar.

İletişimin insanları biliştirdiği, bitiştirdiği bir zamandayız.

Gözden uzak olanların gönülden uzak kalamadığı vakitler bunlar. İnternete düşen bir görüntü ile ya da ekranlardan odalarımıza ulaşan bir çığlıkla düşebiliyoruz öfkeye. Daha çok acıya… Bilmenin, duymanın sorumluluğu yüklenince omzumuza yıkılıyor üzerimize dünya.

Ve dünya sadece konuşuyor, çığlıklara bakıp üzgünüz diyor hala.

“Kim ne yapacaksa yapsın!!!!!” Bu çığlık beynimin içinde çınlıyor saatlerdir.

En hızlı hukuksuz saldırılar karşısında en yavaş mekanizma olan hukuk harekete geçmeye çabalıyor ağır kanlı yapısıyla… Bari dünyanın her yerinden gelen çığlıklara yetişemeyişimiz gibi burada da çok geç kalınmasa…

İletişimin bunca geliştiği çağda acılar da ölümler de canlı yayınlardan can alıcı bir şekilde düşüyor gönül kabımıza, yüreğimizi parçalarcasına.

İnsani yardım çağrılarına karşılık verememek acıtıyor canımızı… Daha Muhsin Yazıcıoğlu’ nun hayatını kaybettiği helikopter kazası(!)nda günlerce kurtarın bizi diye diye donarak ölen muhabirin sesi kulaklarımda.

Yardım isteyene yardım edememek parçalıyor yüreği, canlı yayınlarda can verirken birileri.
Üzgünüz diyor mahallenin ağabeyi… Bekliyor dünya, dört yıldır bir ağrı kesicinin bile olmadığı, çocukların bombalardan, saldırılardan kurtulsa açlıktan bakımsızlıktan öldüğü Gazze’ ye doğru yola çıkan fedailerin tek tek ölmesini. Hem de uluslar arası sularda, sivil ve silahsız bir durumda.    

Canlı yayınlara devam… canlı ölümlere… can pazarlarına…son dakikalara…son dakikalarını yaşayanların acı çığlıklarına…

“Kim ne yapacaksa yapsın!!!!!” iniltisi hala kulaklarımda…
 Kim ne yapacaksa yapsın artık, ecdadından utanıp da…

HANDAN GÜLER



30 Mayıs 2010 Pazar

AĞIRIMA GİDİYOR SENSİZ GEÇEN GÜNLER...YÜREĞİME KAZINMIŞ O GÜZEL GÖZLER...




istanbul Gece Fotoğrafı


CANIMA...

Yarim İstanbul'u mesken mi tuttun
Gördün güzelleri beni unuttun
Sılaya dönmeye yemin mi ettin

Gayrı dayanacak özüm kalmadı
Mektuba yazacak sözüm kalmadı

Yarim sen gideli yedi yıl oldu
Diktiğin fidanlar meyveyle doldu
Seninle gidenler sılaya döndü

Gayrı dayanacak özüm kalmadı
Mektuba yazacak sözüm kalmadı

Yarimin giydiği ketenden gömlek
Yoğumuş dünyada öksüze gülmek
Gurbet ellerinde kimsesiz ölmek

Gayrı dayanacak özüm kalmadı
Mektuba yazacak sözüm kalmadı

İğde çiçek açmış dallar götürmez
Dağlar diken olmuş kervan oturmaz
Benim bağrım yufka sitem götürmez

Gayrı dayanacak özüm kalmadı
Mektuba yazacak sözüm kalma



Kocaman denizlerde ender bir balık gibisin.
Bir ısıtır,bir üşütür,bir ağlatır,bir güldürür; 
Sen hem bir hastalık hem de sağlık gibisin.....

Özdemir ASAF

29 Mayıs 2010 Cumartesi

AÇIK DENİZ ZEYBEĞİN ÖLÜMÜ'NÜN MİLLET RUHU'NDAKİ DALGA BOYUNA GİRİYOR BU GECE...

ZEYBEĞİN ÖLÜMÜ


Zeybeğimi, birkaç kızan, vurdular;

Çukurda üstüne taş doldurdular.

Bir de, ya kalkarsa diye kurdular...

Zeybeğim, zeybeğim, ne oldu sana?
Allah deyip, şöyle bir doğrulsana!

Zeybeğim, kalkamaz, dirilemez mi?

Odası mühürlü, girilemez mi?

Şu ters akan sular çevrilemez mi?

Ne günedek böyle gider bu devran?

Zeybeğim, bir sel ol, bir çığ ol, davran!

Kır at zincirlenmiş, ufuk sahipsiz...

Han kayıp, hancı yok, konuk sahipsiz...

Baş köşede sırma koltuk sahipsiz...

Kızanlar, dört yandan, hep abandınız!

Zeybeğin kanına ekmek bandınız!

Bilemem, susarak ölmek mi hüner?

Lisan çıldırıyor, dil nasıl döner?

Ondan son iz, uzak, uzak bir fener...

Öldü mü? Çatlarım yine inanmam!

Gizliye yanarım, ölüye yanmam!

Zeybek kaybolduysa bunca kayıp ne?

Teşbihi dökülmüş, aranır nine;

Balonu yok, ağlar çocuk haline...

Zeybeğim; dünyayı aldın götürdün!

Bir öldün de beni binbir öldürdün!

Beyni tırmık tırmık, pençelere sor!

Mevsim niçin ölgün, bahçelere sor!

Sor; çukuru nerde, serçelere sor!

Ağla, bir dinmeyen hasretle ağla;

Zeybeksiz yolları gözetle, ağla!

Necip Fazıl Kısakürek

Ve BİR ŞİİR DAHA...MİLLET RUHU...REŞİT MUHTAR YORUMUYLA...

AÇIK DENİZ ZEYBEĞİN ÖLÜMÜ'NÜN MİLLET RUHU'NDAKİ DALGA BOYUNA GİRİYOR BU GECE... PEKİ GENÇ SİVİLLER NE DİYOR BU İŞE?
CEVAPLAR AÇIK DENİZ'DE...

25 Mayıs 2010 Salı

"Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın. Ve zaten genellikle o daha az sever seni, Senin o'nu sevdiğinden..."


BAĞLANMAYACAKSIN

Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
"O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.

Çok sevmeyeceksin mesela.
O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin o'nu sevdiğinden...
Çok sevmezsen, çok acımazsın.

Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini...
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.

İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
"O benim." diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir Şeylerin...
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya ya da pembeye

Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak...

CAN YÜCEL




23 Mayıs 2010 Pazar

MÁRQUEZ diyor ki "Gerçek dost, elini tuttuğunda kalbine de dokunandır"



 
MÁRQUEZ YAŞAM İÇİN 13 İFADE DERKEN NEDEN DİYOR CANDAN ERÇETİN NEDEN 

1. Seni sen olduğun için değil, senin yanında olduğum zaman ben olduğum için seviyorum
2. Hiç kimse senin gözyaşlarını haketmez, onu hakeden seni asla ağlatmayacak olandır.
3. Birinin seni senin istediğin gibi sevmemesi onun seni tüm varlığıyla sevmediği anlamına gelmez
4. Gerçek dost, elini tuttuğunda kalbine de dokunandır
5. Birini özlemenin en kötü yolu, yanyana oturduğun halde onu hiçbir zaman elde edemeyeceğini bilmendir
6. Üzüntülü olduğun zamnlarda bile gülümsemeyi asla bırakma, biri gülümsemene aşık olabilir
7. Bu dünyada bir insan olabilirsin ama birisi için bir dünya olabilirsin
8. Zamanını seninle geçirmekle ilgilenmeyen biriyle zamanını harcama
9. Belki de Allah doğru kişi ile karşılaşmadan önce yanlış insanlarla karşılaşmamızı istemiştir, böyle olunca minnettar olacağızdır
10. Bir sona geldiğin için ağlama, onu yaşadığın için gülümse
11. Seni kıracak insanlar her zaman olacaktır, öyleyse güvenmeye ihtiyacın var, sadece dikkatli ol.
12. Daha iyi bir insan ol ve yeni bir insanla karşılaşmadan o kişinin de senin kim olduğunu bildiğini ümit etmeden önce kendinin kim olduğunu bildiğinden emin ol
13. Çok fazla uğraşma, en iyi şeyler ummadığın zamanda olur
GABRIEL GARCÍA MÁRQUEZ 


Neden Candan Erçetin


Neden anlamaz insan yanındayken kıymetini
Neden söylemez insan sevdiğine sevdiğini
Yarın çok geç olunca pişman olmak boşuna
Gururun neye yarar ki yalnız kalmaktan başka
Yarın çok geç olunca isyan etmek boşuna
Hiddetin neye yarar ki yalnız kalmaktan başka
Neden yar neden
Bilinmez acı çekmeden
Neden can neden
Görülmez günü gelmeden
Neden cimridir insan anlatırken minnetini
Neden sabırsız insan gösterirken öfkesini
Neden sevinir insan zafer kazandığında
Kazanmak neye yarar ki kaybeden olduğunda
Yarın çok geç olunca pişman olmak boşuna
Savaşlar neye yarar ki vakit kaybından başka

22 Mayıs 2010 Cumartesi

SADIK KAPTAN'LA AŞKIN SULARINA AÇILIYOR GECEMİZ: ŞİİR DE MUSTAFA TATÇI, ŞARKIDA MURAT ÇELİK "SEVDAN BİR ATEŞ OLDU BENDE " diyecekler Gönül ülkemizde, FREKANSLARINIZIN AÇIK OLMASI DİLEĞİYLE:))

İşitin Ey Yarenler Aşk Bir Güneşe Benzer

İşitin ey yarenler aşk bir güneşe benzer
Aşkı olmayan kişi misali taşa benzer

Taş gönülde ne biter dilinde ağu tüter
Nice yumşak söylese sözü savaşa benzer

Aşkı var gönlü yanar yumuşanır muma döner
Taş gönüller kararmış sarp kah kışa benzer

Ol sultan kapısında hazreti tapısında
Aşıkların yıldızı her dem çavuşa benzer

Geç Yunus endişeden gerekse bu pişeden
Ere aşk gerek evvel ondan dervişe benzer YUNUS EMRE

YUNUS bize aşkı, kendi dilimizde öğretti; o bizim mana dilimiz oldu diyor MUSTAFA TATÇI yukarıda kapağı olan kitabında.

"İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendini bilmezsen bu nice okumaktır" diyerek ilmin nefsimizi bilmek olduğunu öğretti YUNUS diye ekliyor.

"Bize dünün ve yarının olmadığını öğretti. Zamanı AN'a getirmemizi öğütledi; "DEM, BU DEMDİR " dedi." diyor Hoca ve devam ediyor.

"YUNUS, bize aşık olunca maşuk olunabileceğini öğretti. Dahası aşıkın ve maşukun "AŞK"tan ibaret olduğunu öğretti.

YUNUS EMRE'nin anlaşılması demek, gerçekte TÜRKÇE'nin, Türk Tasavvuf dilinin ve topyekün tasavvufi düşüncenin anlaşılması demek olacağını kitabında ifade eden DR.MUSTAFA TATÇI (Gazi Üniversitesi'nde akademisyen, Türkiye’de ve dünyada Yunus otoritesi olarak kabul edilen bir araştırmacı, yazar) bu akşam AÇIK DENİZ' de konuk.


AÇIK DENİZ'in bir diğer konuğu da (eski) DÜŞ SOKAĞI SAKİNLERİ'nden müzisyen Murat Çelik.

Bu gece AŞKIN SULARINA AÇILMAK İSTERSENİZ şiirden ve şarkıdan KÜREKLERİ İLE AÇIK DENİZ saat 23.00 te Sadık YALSIZUÇANLAR'IN kaptanlığında ÜLKE TV'DE.

18 Mayıs 2010 Salı

ARİFLERİN AYNASI

 
Sadrettin Konevi’nin bu kitabında Kur’an, Efendimiz(sav), fatiha, besmele, ba harfi, ba’nın noktası silsilesinden bahsedilmekte belli daireler çizilerek konu izah edilmektedir. Aklıdan ziyade kalbe, delilden ziyade zevke bakan bu konuları yazarın su içme kolaylığında anlattığından bahsedilmektedir. Tabi anlamak için arif olmanın gerektiği bu mevzuda sadece aktarımlarda bulunup hissetme mevzunu kalplerimize bırakmak en doğru yol olacaktır.
Mevlana ile Münasebetleri konusuyla başlayalım:
Ahmed Eflaki, Menakıb’ül-Arifin isimli eserinde Mevlana ile ilişkileri ve muhabbetleri konusunda bir çok menkıbe nakleder. Karşılıklı hürmet ve incelikle doludur diyalogları. İşte bir tanesi: S.Konevi Cuma namazlarından sonra bir meclis oluşturur, bir çok insan buraya gelirdi. Bir gün Mevlana da bu meclise geldi Konevi yerinden kalkıp seccadesini ona vermek istedi.O buna razı olmadı.S.Konevi birlikte oturalım dediyse de Hz. Mevlana kabul etmedi. Bunun üzerine Konevi onun oturmadığı seccadeye kendisinin de oturmayacağını söyleyerek seccadeyi kenara attı. Mevlana vefatına yakın cenazesinin S.Konevi tarafından kıldırılmasını istedi. S.Konevi namazı kıldırırken hıçkırarak ağladı ve kendinden geçti. Bir sure sonra kendine gelip namazı kıldırdı. Rivayete gore o sıradaki sarsıntı halinin sebebi, namaz kıldırmak için ilerlediği vakit önünde sıra sıra dizilmiş melekleri ve Hz.Peygamber’i (sav) görmüş olmasıdır.    
MUHAMMED HACEVİ’NİN MİR’ATÜ’L ARİFİN HAKKINDAKİ TAHLİLİ
Bu, S.Konevi’nin bir talebesinin Ümmül Kitab (Kitabın anası, özü) diye isimlendirilen FATİHA SURESİ ve KİTABÜL MÜBİN’in (her şeyi açıklayan Kitap- Kur’an ) hakikati ile ilgili sorduğu bir soru üzerine kendisine verilen sırların izin ölçüsünde paylaşılarak sorunun cevaplanmasından ibarettir.
Konevi alemin emr(kün:ol) ve halk(fe-yekun:oluverir) olmak üzere ikiye ayrıldığını, Fatiha’nın tüm Kur’an’ın özünü taşıdığını, Kur’an’ın da Fatiha’nın geniş bir açıklaması olduğunu ifade eder.  
İnsan-ı kamil Zat için tam bir ayna olduğundan ilim açısından da aynadır. Ancak burada ittihad, hulul ve birbirine dönüşüm sözkonusu değildir. Zira varlık tektir. Eşya Hak ile mevcut fakat kendi zatında na-mevcuttur.Bu tek olan varlığın bir ortaya çıkma yönü vardır-ki, bu alemdir-, bir gizli kalma yönü vardır –ki, bu esmadır- ve bir de her iki tarafı içine alan bir berzah ara alem vardır-ki, bu da insan-ı kamildir. O hem zahirin hem batının, gerek tafsili, gerekse külliyen aynasıdır. Ey oğul! Senin kendin hakkında düşünmen, tefekkür ve teemmül etmen sana yeter.Çünkü senin haricinde bir şey yoktur. Ariflerin önderi ALİ BİN EBİ TALİB şöyle demiştir.
İlacın kendindedir farketmiyorsun
   İlletin kendindendir görmüyorsun
   Zannedersin ki sen küçük bir parçasın
   Halbuki sen büyük bir alem saklarsın”
Allahü Tealanın şu ayetini bilirsin: “Kitabını oku; bugün sana hesap sorucu olarak o yeter.(isra 17/14) Bu kitabı okuyan, olmuşu, olanı ve olacak olanı bilir, bu kitabın tamamını okumayanlar ise, “O kitaptan okuyabildiklerini, kendisine kolay geleni okumalıdırlar.(müzzemmil 73/20)


(MUHAMMED HACEVİ diyor ki: Ey okuyucu! Bu kitabın kıymetini hakkıyla bil. Çünkü o öyle bir kaynaktır ki, ondan Allah’ın kulları içerler; güzel yollar açarak onu akıtır da akıtırlar…Yazarının aziz kalbine, latif bir melek tarafından ilham edilmiştir…Yine bu kitapta rabbani marifetin öylesine meseleleri vardır ki, kalp varidatları o meselelerle aydınlanır. De ki, O kitabın kabından sızan damlalara ya da sırların ışıltılarına kim ulaşabilir? Ancak zeki, akıllı, kalbi nurlu ve basireti aydınlık bir kimse, değil mi? –syf 30-)

Kitabın orjinal ismi; ABİDLERİN ÖZÜNÜ ARAYANLAR İÇİN KAMİLLERİN MAZHARI VE ARİFLERİN AYNASI’dır.

İşte ey oğul! Kitap odur ve söylediğimiz üzere sen de kitapsın. Senin kendini bilmen, kitabı bilmendir. “ Yaş( ki alem-i mülktür) ya da kuru ( ki alem-i melekuttur ve öncekinden daha yücedir) ne varsa, hepsi Kitab-ı Mübin’dedir. (ki o da sensin) “En’am 6/59   -syf 37


Bu anlatılması zor, okuması zevkli olan kitabı hepinize tavsiye ediyor, gönül gözlerimizin açılıp hakikati idrak noktasına lütüf olarak erdirilmemizi diliyorum. İlim  insana verilen bir nimettir, İlahi aşk rızıktır. Ve bu basiret gözünün açılması ancak bu nimetle şereflendirilerek kazanılır. Yoksa kitap okuyarak ilim elde edilmediği alimlerce söylenmiş bir hakikattir. Ama okumak, ibadet etmek gibi kulluk formları ile insan bu ilmi almaya açık hale gelir, bir nevi fiili dua olan bu yolu takip etmek insan için gereklidir. Rabb’im akibetlerimizi hayr eylesin. 

HANDAN GÜLER

15 Mayıs 2010 Cumartesi

Yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi muhteşem bir mutluluğun kapısına...Ve sonunda bu da oldu! ANKARA'ya deniz geliyorrrrr:))

ÖRGÜTSEL ÖĞRENME KAPASİTESİ VE YENİLİĞİN VE İŞLETME PERFORMANSINA ETKİSİ

Ağır ağır ölür alışkanlığının kölesi olanlar, her gün aynı yoldan yürüyenler, yürüyüş biçimini hiç değiştirmeyenler, giysilerinin rengini değiştirmeye yeltenmeyenler, tanımadıklarıyla konuşmayanlar.

Ağır ağır ölür tutkudan ve duygulanımdan kaçanlar, beyaz üzerinde siyahı tercih edenler, gözleri ışıldatan ve esnemeyi gülümseyişe çeviren ve yanlışlıklarla duygulanımların karşısında onarılmış yüreği küt küt attıran bir demet duygu yerine “i” harflerinin üzerine nokta koymayı yeğleyenler.

Ağır ağır ölür işlerinde ve sevdalarında mutsuz olup da bu durumu tersine çevirmeyenler, bir düşü gerçekleştirmek adına kesinlik yerine belirsizliğe kalkışmayanlar, hayatlarında bir kez bile mantıklı bir öğüde aldırış etmeyenler.

Ağır ağır ölür yolculuğa çıkmayanlar, okumayanlar, müzik dinlemeyenler, gönlünde incelik barındırmayanlar.

Ağır ağır ölür özsaygılarını ağır ağır yok edenler, kendilerine yardım edilmesine izin vermeyenler, ne kadar şanssız oldukları ve sürekli yağan yağmur hakkında bütün hayatlarınca yakınanlar, daha bir işe koyulmadan o işten el çekenler, bilmedikleri şeyler hakkında soru sormayanlar, bildikleri şeyler hakkındaki soruları yanıtlamayanlar.

Deneyelim ve kaçınalım küçük dozdaki ölümlerden, anımsayalım her zaman: yaşıyor olmak yalnızca nefes alıp vermekten çok daha büyük bir çabayı gerektirir.

Yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi muhteşem bir mutluluğun kapısına.
 
Pablo Neruda
------------------------------------------
Sonunda bu da oldu, ANKARA'ya deniz geliyor:))
AÇIK DENİZ bu hafta Ankara'dan TEVFİK İLERİ dosyası ile ekranlara geliyor, kaçırmamalı:))  

14 Mayıs 2010 Cuma

YOKLUĞUNDA HERŞEY KOKUSUNU KAYBEDİYOR...(UÇAN SÜPÜRGE NOTLARI 4)

 
1-NAR AĞAÇLARI POMEGRANATES AND MYRRH
FİLİSTİN/PALESTINE, 2008, 35 mm, renkli/color, 95’

YÖNETMEN/DIRECTOR: Najwa Najjar
OYUNCULAR/CAST: Hiam Abbass, Ali Suleiman, Yasmine Al Massri, Ashraf Farah, Yousef Abu Wardeh, Samia Kuzmoz Bakri
ÖDÜLLER/AWARDS:
San Sebastián Film Festival “Cinema in Motion Ödülü”, 2008
Amiens Film Festivali “Senaryo Yaratma Fonu”, 2004
 
Amiens Film Festival’inden “yaratıcı senaryo fonu” kazanan film, yeni evlenen Kamar ve Zaid'in İsrail devlet güçlerinin, zeytinliklerine el koymasıyla değişen hayatlarını anlatıyor. Bir yandan İsrail askerlerine direndiği için hapse atılan Zaid’in, öte yandan toplumun bütün önyargılarına direnerek mesleği olan dansçılığı sürdüren Kamar’ın yaşadıklarını anlatan Najwar, İsrail topraklarında yaşayan Filistin halkının yaşadıkları hakkında da bize bilgi veriyor. Nar Ağaçları festivaldeki tek Filistin filmi.
 
KİŞİSEL KANAATİM: Seyrettiğim en güzel aşk filmlerinden biriydi. Oyunculuklar güzeldi. Hristiyan-Arap ve dansçılık gibi o coğrafya için lüks sayılabilecek bir meslekle iştigal eden zengin bir ailenin hayatını bile zindana çeviren işgalleri, topraklara yapılan haksız el koymaları görünce insan müslüman-fakir halkın halini düşünmeden edemiyor.Önemli bir ayrıntı da düğünleri dahi bizimkilere benzeyen bu ortadoğu filminde batı filmlerinin tersine birey geniş aile içinde yaşayıp zorlukta kenetlenen bir güce yaslanabiliyor. Yukarıda resmini gördüğünüz sahnede kadın düğünlerinden iki gün sonra götürülen ve ne zaman serbest kalacağı belli olmayan kocasına, yokluğunda herşey kokusunu kaybediyor diyerek aşkını ifade ediyordu. Yaşam ağır...İyi ki aile kavramının güçlü olduğu bir toplumda yaşıyoruz demeden edemiyor insan. Eğer bir yerde rastlarsanız 2008 yapımı bu filme kaçırmayın derim:))  
 
2-KARANLIK ARZULAR DARK HABITS

İSPANYA/SPAIN, 1983, 35 mm, renkli/color, 114’

YÖNETMEN/DIRECTOR: Pedro Almodóvar
OYUNCULAR/CAST: Cristina Sánchez Pascual, Will More, Laura Cepeda, Marisa Paredes, Carmen Maura, Cecilia Roth
ÖDÜLLER/AWARDS: Sant Jordi Ödülleri “En İyi İspanyol Kadın Oyuncu”, 1984

“Kadın filmlerinin yönetmeni”olarak da bilinen Pedro Almodóvar’ın ilk filmlerinden Karanlık Arzular (Dark Habits, 1984), sevgilisinin yüksek dozda eroinden ölümüne tanık olduğu ve suçlanmaktan korktuğu için kaçan şarkıcı Yolanda Bell’in manastıra saklanmasını anlatıyor. Oysa genç kadınları, gecelerden ve sokaklardan korumaya çalışan bu manastırda yaşam dışarıdan daha ‘günah’ doludur. Sant Jordi Ödülleri’nde “En İyi Kadın Oyuncu” seçilen Julieta Serrano dışında Almodóvar’ın fetiş oyuncuları Carmen Maura, Cecilia Roth ve Marisa Paredes’i de barındıran bu hınzır komedi, iyilik-kötülük, günah-sevap arasındaki genel geçer kuralları da yerle bir ediyor.

KİŞİSEL KANAATİM: Film vermek istediği duyguyu veriyor; Rahipler ve rahibeler yani dindarlar dışarıdaki insanlardan daha günahkar, onlar gibi olacağımıza biz kendi günahlarımıza devam edelim daha iyi. 
Açıkçası insanın fıtratını en iyi onu yaratan bilir ve ona göre ihtiyaçlarını karşılayacağı bir daire çizer dinimize göre. O dairenin dışı yasaktır, içi ise serbesttir. Yemek, içmek, evlenmek, fıtrattandır. Bunları tamamen yasaklar ya da sınırsız bir şekilde sunarsanız sorunlar başlar. Sapkın ilişkiler, gizli birliktelikler ortaya çıkar, ruhunun terbiyesi için yapılması gereken diyetler kimsenin görmediği yerde bozulur. Doğruluk, dürüstlük gibi erdemler yitirilir, yalnızlık, gammazlama gibi durumlar ortaya çıkar. Bu nedenlerle bizim dinimiz insan fıtratını gözeten tek din olma özelliğini korumakta ve diğer dinler insanların eliyle bozulduğundan hayata karşılık gelememektedir. Bir de şu önemli hususu belirtmekte fayda var: Dini temsil vazifesi olanların yaptığı hatalar dine mal edilmemeli, beşerin şaşacağı unutulmamalı, insan onların yanlışları arkasına sığınıp kendi hatalarının mesuliyetinden kurtulamayacağını bilmelidir. Bu film bana bunları düşündürdü, vaktime yazık olduğu için üzgünüm, siz de yazık etmeyin derim:))  

  
3-MORVERN CALLAR MORVERN CALLAR
İNGİLTERE-KANADA/UK-CANADA, 2002, 35 mm, renkli/color, 97’

YÖNETMEN/DIRECTOR: Lynne Ramsay
OYUNCULAR/CAST: Samantha Morton, Kathleen McDermott, Linda McGuire, Ruby Milton, Dolly Wells
ÖDÜLLER/AWARDS:
TFCA Ödülü “En İyi Aktris”/ TFCA Awards “Best Actress”, 2003
BAFTA Ödülleri “En İyi Aktris”/ BAFTA Awards “Best Actress”, 2002
Cannes Film Festivali “En İyi Yabancı Film”, “C.I.C.A.E. Ödülü”/Cannes Film Festival “Award of the Youth”, “C.I.C.A.E. Award” 2002
San Sebastián Uluslararası Film Festivali “FIPRESCI Yılın Yönetmeni”/San Sebastián International Film Festival “FIPRESCI-Director of the Year” 2002
Dinard İngiliz Film Festivali “En İyi Görüntü Yönetmeni”/Dinard British Film Festival “Best Cinematography”, 2002
İngiliz Bağımsız Film Ödülleri “En İyi Aktris”, “En İyi Görüntü Yönetmeni”/British Independent Film Awards “Best Actress”, “Best Cinematography”, 2002
Stockholm Film Festivali “En İyi Görüntü Yönetmeni”/Stockholm Film Festival “Best Cinematography”, 2002
 
İskoçyalı yazar, Alan Warner’ın 1995’te yayımlanan aynı adlı romanından uyarlanan filme adını veren Morvern Callar, küçük liman kenti olan Oban’da süpermarkette çalışan biridir. Bir Noel sabahı uyandığında, intihar eden sevgilisinin basılması için bıraktığı roman taslağının üzerindeki adı, nedenini bilmediği bir duyguyla silip kendisininkini yazar ve bir yayınevine gönderir. Anlık bir şokun ardından sevgilisinin kendisi için bırakmış olduğu nottaki iki kelimeyi aklına kazımış gibi hareket etmeye başlar: “Cesur ol!”
  
 
KİŞİSEL KANAATİM: Metefor olarak böcek ve karıncaların kullanıldığı, ölüm ile onu unutma çabasının at başı gittiği filmde, insan ruhunun kaybı ile sevgilisini kaybeden bir kadının yalnızlığı ile birlikte kendini eğlenceye  verdiği görülüyor.Aile mefhumunun yitirildiği toplumlarda bireyin ne kadar da büyük bir çıkmaza sürüklendiği, hayatı anlamlandıramayan, neyi araması gerektiğini dahi bilmeyen kişilerin bedeninin altında kaldığı ve hayatın bir zindana döndüğünü anlatan film ağır bir duygu durumu bırakıyor insan üzerine.      
 
 

13 Mayıs 2010 Perşembe

UÇAN SÜPÜRGE'DE YOLCULUK 3...Fonda DELİ MAVİ eşliğinde:))

 
1-HİÇ NOTHING
POLONYA/POLAND, 1998, 35 mm, renkli/color, 80’

YÖNETMEN/DIRECTOR: Dorota Kedzierzawska
OYUNCULAR/CAST: Anita Kuskowska-Borkowska, Janusz Panasewicz, Danuta Szaflarska, Violetta Arlak
ÖDÜLLER/AWARDS:
Brüksel Uluslararası Film Festivali “En İyi Avrupa Filmi”, “En İyi Kadın Oyuncu” (Anita Kuskowska-Borkowska)/Brussels International Film Festival “Best European Feature”, “Best Actress”, 1999
Denver Uluslararası Film Festivali “Krzysztof Kieslowski Ödülü”/Denver International Film Festival “Krzysztof Kieslowski Award”, 1999
Uluslararası Film Müzikleri Bienali “İkincilik Ödülü”/International Biennal for Film Music “2nd Place”, 1999
Polonya Film Ödülleri “En İyi Yönetmen”, “Jüri Özel Ödülü”, “En İyi Görüntü”, “Film Eleştirmenleri Ödülü”, “En İyi Kostüm Tasarımı” (Magdalena Biedrzycka)/Polish Film Awards “Best Director”, “Special Jury Prize”, “Best Cinematography”, “Critics Award”, “Best Costume Design”, 1999
Sochi Uluslararası Film Festivali “FIPRESCI Ödülü”, “Jüri Özel Ödülü”/Sochi International Film Festival “FIPRESCI Prize”, “Special Jury Award”, 1999
 
“Güçlüler, her şeyi planlayan, başarıdan başarıya koşan insanlar beni ilgilendirmiyor. Zayıf insanlar yaşama daha başka bakıyorlar” diyor Kedzierzawska.
 
Gazetedeki gerçek bir olaydan yola çıkan bu üçüncü uzun kurmaca filminde de yönetmen yoksul, umutsuz, çaresiz, yaşamın kıyısında tutunmaya çalışan genç bir kadını, üç çocuklu bir anneyi anlatıyor. Festivale daha önce, bütün zamanların en iyilerinden kabul edilen filmi Kargalar ile konuk olan Dorota Kedzierzawska, Hiç ile de meraklısına Polonya sinemasından etkileyici bir örnek sunuyor.
 
KİŞİSEL KANAATİM: Gerçekten çaresizliği, kimsesizliği gösteren, yardım, insaniyet, aile, koca, baba olma kavramlarını yitirmiş batının resmini çeken bir filmdi. Çaresiz bir annenin çocuklarıyla çırpınışı, baba olan erkeğin vurdum duymazlığına, bencil komşuların duyarsızlığı da eklenince ailesi de olmayan kadın sık sık yaşamın kıyısına geliyor ve çocukları düşünerek yaşamaya çalışıyor, daha doğrusu buna yaşamak değil yaşatma arzusu ile ayakta kalma çabası denir herhalde. İzlenmeli:))
     
2-MUCİZE LOURDES
AVUSTURYA-FRANSA-ALMANYA/AUSTRIA-FRANCE-GERMANY, 2009, 35 mm, renkli/color, 99’

YÖNETMEN/DIRECTOR: Jessica Hausner
OYUNCULAR/CAST: Sylvie Testud, Lea Seydoux, Gilette Barbier, Gerhard Liebmann
ÖDÜLLER/AWARDS:
Venedik Film Festivali “FIPRESCI Ödülü”, “Brian Ödülü”, “SIGNIS Ödülü”, “Sergio Trasatti Ödülü”/Venice Film Festival “FIPRESCI Prize”, “Brian Award”, “SIGNIS Award”, “Sergio Trasatti Award”, 2009
Viyana Film Festivali “Viyana Film Ödülü”/Viennale “Vienna Film Award”, 2009
Varşova Film Festivali “Varşova Ödülü”/Warsaw International Film Festival “Warsaw Award”, 2009
 
Pirene dağlarının eteğinde kurulmuş olan ve katolik inancında ruhani ve bedensel rahatsızlıkları iyileştirdiği rivayet edilen Lourdes kasabasının ziyaretçilerinden biri tekerlekli sandalyedeki Christinedir. Seyirci Christine’in gözünden bu mucizevi yere yapılan hac ziyaretini ve Christine’nin sosyalleşme çabalarını izlerken, benzer amaçlarla Lourdes’a gelenlerin herşeyden çok insani bir dokunuşun peşinde olduğunu farkeder.
Yönetmen, açıklayamadığımız, beklenmeyen iyileşmelerin olduğuna inandığını ama dinsel mucizelere inanmadığını söylerken, mucizenin gerçekleşmesi beklentisinde bulunan insanların trajik hallerini göstermek için böyle bir film çektiğini belirtiyor.
 
KİŞİSEL KANAATİM: MS hastası olan ve boyundan aşağısı felç olan kahraman katoliklerin hac yeri dedikleri şehre gelir. "Neden ben?" sorusunun cevabını arar, dua eder ve nasıl olduğu belli olmayan bir iyileşme ile karşılaşır ve bu sefere diğerleri neden ben değil neden o sorusuna takılır.Hristiyan öğretisini verirken inancı, mucizeleri de sorguluyor. Biraz bizim türbe ziyaretlerine benziyor. Ve insana çaresizliğin her yola başvurduracağını, hastalığın zorluğunu anlatıyor. En önemle vermeye çalışılan mesaj önce ruhun iyileşirse Tanrı bedenine de şifa verebilir. Ama bu mesaj olayların akışı ile silinmeye çalışılıyor ve inaçlar sarsılıyordu. Ciddi film okumaları yapılabilecek bir film, oldukça yavaş akıyor bu da önemli:)) 
 
3-KIRIK AYNALAR BROKEN MIRRORS
HOLLANDA/NETHERLANDS, 1984, 35 mm, renkli/color, 108’

YÖNETMEN/DIRECTOR: Marleen Gorris 
OYUNCULAR/CAST: Lineke Rijxman, Henriëtte Tol, Edda Barends, Coby Stunnenberg, Carla Hardy
ÖDÜLLER/AWARDS:
Hollanda Film Festivali “Seyirci Ödülü”/Nederlands Film Festival “Audience Award”, 1985
San Francisco Uluslararası Lezbiyen ve Gey Film Festivali “Seyirci Ödülü”/San Francisco International Lesbian & Gay Film Festival “Audience Award”, 1985
 
"Kadın filmi" denince akla ilk gelenlerden Antonia’nın Yazgısı’nın yönetmeni Marleen Gorris bu filminde de erkek egemen dünyada kadının şiddetin nesnesi olmasına odaklıyor kamerasını. Kadınlar kendi yöntemleriyle direniyor, üzerlerindeki yüklere isyan ediyor, cinsiyet eşitsizliği mücadelesinde kendi güçleriyle ilerliyorlar. Kırık Aynalar seks işçiliğini derinlemesine çözümlemesiyle Gorris’in en radikal feminist filmlerden biri sayılıyor.
 
 
 
KİŞİSEL KANAATİM: Oldukça ağır bir film. Anlattıkları, kadınların çaresizliği, acıları üzerinize siniyor ve bunalmış olarak çıkıyorsunuz sinemadan:(( 25 yıl önce çekilen filmde dikkatimi çeken bir nokta da kıyafetler oldu. Yukarıya koyduğum fotograftaki kadınların üzerindeki kıyafetlere dikkat edilirse hepsi uzun kollu, uzun etekli, en fazla dekolte de (o da bazılarında) "V yaka"  olduğu görülür.Bu gün böyle giyinen kadın bulmak zor, bunların hayat kadını olduğu da gözönüne alınırsa günümüzde insanlık olarak epeyce ileriye doğru adım atmış, taş devri dekoltesine ulaşmışız :)) 

YEŞİM SALKIM'DAN DELİ MAVİ

LinkWithin

Blog Widget by LinkWithin