31 Aralık 2009 Perşembe

YORGUN BİR YILA VEDA...KIRLANGICIN ÖYKÜSÜ...CAN DÜNDAR'IN SESİNDEN...2009

HERKESE İYİ YILLAR...MUTLU, HUZURLU, SAĞLIKLI, AŞKLI, EDEBİYATLI BİR ZAMAN DİLİMİ SARSIN HEPİMİZİ...





30 Aralık 2009 Çarşamba

YENİ BİR YILA YENİ SÖZCÜKLERLE GİRMEK...Dünle birlikte gitti cancağızım ne varsa düne ait şimdi yeni şeyler söylemek lazım






31 ARALIK PERŞEMBE GÜNÜ saat 19:30' DA SADIK YALSIZUÇANLAR ÜMRANİYE KÜLTÜR MERKEZİNDE MEVLANA'YI ANLATACAK. 1 OCAK 2010 TARİHİNDE DE TV NET'TE YUSUF KAPLAN'IN KONUĞU SADIK YALSIZUÇANLAR ...BİLGİLERİNİZE...




Bu Ayrılık

Kusuruma bakmayın benim, dostlar,

bağışlayın beni.

Ben davullara, bayraklara aldırmayan

bir padişahın yoluna düşmüşüm,

deli divane olmuşum.

Çok uzaklardan yürüyen bir adam gibiyim ben,

çok uzaklardan geçen bir hayal gibi.

Ama yok da sayılmam hani,

var olan bir şeyim ben.

Haydi ben bensiz geleyim,

sen sensiz gel.

Ne varsa şu ırmağın içinde var,

soyunalım iki can,

dalalım şu ırmağa, hadi.

Bu kupkuru yerde yakınmadan gayri ne gördük,

bu kupkuru yerde ne gördük zulümden gayri.

Bu ırmakta ne ölmek var bize,

bu ırmakta ne gam var, ne keder var, ne dert.

Bu ırmak alabildiğine yaşamaktan,

bu ırmak iyilikten, cömertlikten ibaret.

Durma, çabuk gel, gelmem deme.

Ne evet demek yaraşır sana, ne hayır, dostum,

senin şânına sadece gelmek yaraşır.

Mevlana Celaleddin Rumi

MEVLANA'NIN ETME ŞİİRİNİ YILMAZ ERDOĞAN'DAN DİNLEDİNİZ Mİ?

29 Aralık 2009 Salı

HAYATIN YANKISI : EZELDEN BERİ...





 Hayatın yankısı




Bir adam ve oğlu ormanda yürüyüş yapıyorlarmış. Birden oğlan takılıp düşüyor. Canı yandığından; “Ahhhh” diye bağırıyor. İleride bir dağın tepesinden; “Ahhhh” diye bir ses duyuyor ve çocuk şaşırıyor. Merak ediyor ve “Sen kimsin?” diye bağırıyor. Aldığı cevap; “Sen kimsin?” oluyor. Aldığı cevaba kızıp; “Sen bir korkaksın” diye tekrar bağırıyor.

Dağdan gelen ses; “Sen bir korkaksın” diye cevap veriyor. Çocuk babasına dönüp; “Baba ne oluyor böyle?” diye soruyor. “Oğlum” diyor adam, “Dinle ve öğren” ve dağa dönüp; “Sana hayranım” diye bağırıyor. Gelen cevap; “Sana hayranım” oluyor. Baba tekrar bağırıyor; “Sen muhteşemsin.” Gelen cevap; “Sen muhteşemsin.” Çocuk çok şaşırıyor, ama hala ne olduğunu anlayamıyor.

Babası olayı şöyle açıklıyor: İnsanlar buna “yankı” derler, ama aslında bu hayattır. Yaşam daima sana senin verdiklerini geri verir. Yaşam yaptığımız davranışların aynasıdır. Daha fazla sevgi istediğin zaman daha çok sev! Daha fazla şefkat istediğinde, daha şefkatli ol! Saygı istiyorsan insanlara daha çok saygı duy... İnsanların sabırlı olmasını istiyorsan sen de daha sabırlı olmayı öğren... Bu kural yaşamımızın bir parçasıdır ve her kesiti için geçerlidir.

Yaşam bir tesadüf değil, yaptıklarımızın aynada yansımasıdır…
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Ve güzel bir şarkı SANA SENİ ANLATAMAM İSYAN EDERSİN
                           AŞKI TEKRAR İSTEMEM ZİYAN EDERSİN
                           SENİNLE HEP YANDIM SENİNLE SOLDUM
                            BİR VARLIĞIM YOK Kİ MURADIM OLSUN... 


müzik - ferhat göçer-isyan(mesut sunay)

izlesene.com

28 Aralık 2009 Pazartesi

Adın kurtuluştur ama söylememeliyim Can kuşum, umudum, canım sevgilim.






Adın kurtuluştur ama söylememeliyim
Can kuşum, umudum, canım sevgilim.






Telgrafın tellerini kurşunlamalı’’
Öyle değildi bu türkü bilirim
Bir de içime
Her istasyonda duran sonra tekrar yürüyen
Bir posta katarı gibi simsiyah dumanlar dökerek
Bazen gelmesi beklenen bazen ansızın çıkagelen
Haberler bilirim mektuplar bilirim.
Gamdan dağlar kurmalıyım
Kayaları kelimeler olan
Kırk ikindi saymalıyım
Kırk gün hüzün boşaltan omuzlarıma saçlarıma
Saçlarının akışını anar anmaz omuzlarından
Baştan ayağa ıslanmalıyım
Gam dağlarına çıkıp naralar atmalıyım.
İçimde kaynayan bir mahşer var
Bu mahşer bir de annelerinin kalbinde kaynar
Çünkü onlar yün örerken pencere önlerinde
Ya da çamaşır sererken bahçelerinde
Birden alıverirler kara haberini
Okul dönüşü bir trafik kazasında
Can veren oğullarının.
Bir de gencecik aşıkların yüreklerini bilirim
Bir dolmuşta yorgun şoförler için bestelenmiş
Bir şarkıdan bir kelime düşüverince içlerine
Karanlık sokaklarına dalarak şehirlerin
Beton apartmanların sağır duvarlarını yumruklayan
Ya da melal denizi parkların ıssız yerlerinde
Örneğin Hint Okyanusu gibi derin
İsyanın kapkara sularına dalan.
Nice akşamlar bilirim ki
Karanlığını
Bir millet hastanesinde
Dokuz kişilik kadınlar koğuşu koridorunda
Başını kalorifer borularına gömmüş
Beyaz giysilerinden uykular dökülen tabiplerden
Haber sormaya korkan
Genç kızların yüreğinden almıştır.
Bir de baharlar bilirim
Apartman odalarında büyüyen çocukların bilmediği bilemeyeceği
Anadolu bozkırlarında
İstanbul’dan çıkıp Diyarbekir’e doğru
Tekerleri yamalı asfaltları bir ağustos susuzluğu ile içen
Cesur otobüs pencerelerinden
Bilinçsiz bir baş kayması ile görülen
Evrensel kadınların iki büklüm çapa yaptıkları tarla kenarlarında
Çıplak ayakları yumuşak topraklara batmış ırgat çocuklarının
Bir ellerinde bayat bir ekmeği kemirirken
Diğer ellerinde sarkan yemyeşil bir soğanla gelen.
Güzler bilirim ülkeme dair
Karşılıksız kalmış bir sevda gibi gelir
Kalakalmış bir kıyıda melül ve tenha
Kalbim gibi
Kaybolmuş daracık ceplerinde elleri
Titreyen kenar mahalle çocukları
Bir sıcak somun için, yalın kat bir don için
Dökülürler bulvarlara yapraklar gibi.
Kadınlar bilirim ülkeme ait
Yürekleri Akdeniz gibi geniş, soluğu Afrika gibi sıcak
Göğüsleri Çukurova gibi münbit
Dağ gibi otururlar evlerinde
Limanlar gemileri nasıl beklerse
Öyle beklerler erkeklerini
Yaslandın mı çınar gibidir onlar sardın mı umut gibi.
İsyan şiirleri bilirim sonra
Kelimeler ki tank gibi geçer adamın yüreğinden
Harfler harp düzeni almıştır mısralarında
Kimi bir vurguncuyu gece rüyasında yakalamıştır
Kimi bir soygun sofrasında ışıklı sofralarda
Hırsızın gırtlağına tıkanmıştır.
Müslüman yürekler bilirim daha
Kızdı mı cehennem kesilir sevdi mi cennet
Eller bilirim haşin hoyrat mert
Alınlar görmüşüm ki vatanımın coğrafyasıdır
Her kırışığı sorulacak bir hesabı
Her çizgisi tarihten bir yaprağı anlatır.
Bütün bunların üstüne
Hepsinin üstüne sevda sözleri söylemeliyim
Vatanım milletim tüm insanlar kardeşlerim
Sonra sen gelmelisin dilimin ucuna adın gelmeli
Adın kurtuluştur ama söylememeliyim
Can kuşum, umudum, canım sevgilim.


Erdem Beyazid

            müzik -  ferhat göçer - 04. aklım sende kalır | izlesene.com

27 Aralık 2009 Pazar

AVATAR: BİR ŞAHASER Mİ, YOKSA BALON MU?





AVATAR'a,  hakkında yazılan yazıları okumadan biraz da eşimin isteğiyle gittim.Üç saat sonra sinemadan çıktığımda başım ve gözüm ağrıyordu. Üç boyut durumu gözümü çok yormuştu.

Bilim kurgu meraklısı olmadığımdan bana çok da bir şey vermedi film. Hakkını vermek lazım, ses, efekt, müzikler, görsellik güzeldi.Arada köpeğimsi, dinozarumsu, uçan garip mahluklar üzerinize üzerinize geliyor.Ciddi gürültü var, ama siz ne olursa olsun 3 boyutlu olarak izleyin.(Küçük bir kıyak yapayım size: Armada  da 3 boyutlu değil, boşuna gitmeyin)

 Ben ciddi uykusuzken gittiğim bu film de bir kaç kez daldım işin doğrusu:)) Ama eşim, " Muhteşem, işte film bu, bu yılın bütün oscar'larını götürür, vay be! " efektleriyle izledi, bittiğinde büyüsünden çıkamamıştı. Neymiş ilgi alanınızsa beğenebilir, ilgi alanınız dışındaysa benim gibi pek de bir anlam veremezsiniz.

Senaryoya gelince, bildik amerikan sineması formatı, belki de filmin en kötü noktası senaryo.Basit bir hikaye yüksek  teknikle görsel şölene çevrilmiş.

Yalnız şu hususu da görüyoruz film de, insanın yıl 2154 te olsa inanma, tapınma ihtiyacının devam ettiği gerçeğini.
Tabi tapındıkları şey bir ağaç.İşler ters gittiğinde onun etrafında yapılan ayinler, bana aciz varlıklar olan yaratılanların inanma ihtiyacının teşhisinin doğru, tedavisinin yanlış olduğunu hatırlattı.

Avatar'ı, sinema yazarları ve ilgililerinin başta sosyolojik ve psikolojik olmak üzere yapacağı değerlendirmelere havale ediyor, aynı anda aynı sinemada seyreden iki kişinin kısa yorumunu sunuyorum; bence bir balon, eşimce bir şaheser.

Gideceklere iyi seyirler :))   

24 Aralık 2009 Perşembe

2009 YILINDA SANAL DOSTLUK ÜZERİNE! (YILIN SON UZUN YAZISI:)HA GAYRET:) HERKESE TEŞEKKÜRLE)





2009 YILINDA DOSTLUK ÜZERİNE!


2009 yılına girdiğimizin ilk günleriydi, bir önceki yılın yaralarını sarmaya çalışıyordum.

Bir sürü şey üst üste gelmiş kalbimi, ruhumu yormuş, hayatın dışına fırlatmıştı. Yıllardır kendimi dahi duyamayacak kadar yoğun bir çalışma temposu içindeyken biranda sadece beynimin içindeki seslerin olduğu bir diyara sürülmüş, öylece, oracıkta, yapayalnız kalmıştım. Kafamın içinde dolanan neden, niye soruları attıkları voltalarla kalp konforuma zarar verirken etrafımdaki herkesin yoğunluğu beni kalabalıklar içinde yalnızlık kavramı ile tanıştırmıştı.

Herkes o kadar çok koşuşturuyordu ki, en yakın arkadaşlarımı aramaya çekiniyor, ziyaret ettiğimde işlerine engel oluyorum hissi ile iki büklüm oluyor ve kendimi eve kapatıyordum. Yalnız ve sessiz olan bu ortamda beynimdeki aktörler yine sahneye çıkıyor ” iyi de ama, niye sen? “ sorusuyla kemirme operasyonuna başlıyorlardı. Zihinden kalbe inen sorular saatler içinde zehirli bir sarmaşık gibi kalbimi sarıyor, sıktıkça sıkıyordu.



Kendimi dinlemekten kurtulmalıydım. Mevsimlerden kıştı ve yalnız bir yere gitmekten çekiniyordum. Geriye tek alternatif televizyon kalıyordu. Zamanla o odada olmasam bile televizyonu kapatmaz oldum.Gürültüsünde, başkalarının dertlerinde kendimi unutuyor, yalnız insanların evlenme programlarına gelişlerini anlayabiliyor, halime şükrediyordum. Ancak bir süre sonra en değerli varlığımı boş yere yitirdiğimi fark ettim ve televizyonu kapattım.



O sıralarda kötü bir haber aldım. En az benim kadar talihsiz olan sevgili kuzenim MS hastalığına yakalanmıştı. Çocukluğumun birlikte geçtiği aynı yaşlarda olduğumuz genç bir adam çaresiz ve ilerleme şekli belirsiz bir durumla karşı karşıya kalınca hayatın aslında belirsizlikler üzerine kurulu olduğunu, geri dönüşlerin olmadığı bir sınavın içinde olduğumuzun ayırdına varmıştım.O günlerde kuzenimin eşi yazdıklarımı okuyunca bir blog yazsana sen böyle günlüklere biriktireceğine, ablam yazıyor bak, ondan detayları öğren dediğinde blog nedir ne işe yarar bunu bilmeyecek kadar internetten uzak bir durumdaydım. İş için maillerime bakar, birkaç haber sitesine göz gezdirir, en fazla yarım saatte internetten reele geçerdim o güne kadar. Bu tavsiye üzerine konuyla ilgilenmeye başladım ve o gün okuduğum şiirin bir dizesinden yola çıkarak belirlediğim adreste başladım yazmaya.Blogu kurduktan sonra arkadaşlarıma mail yoluyla haber versem de pek ilgilenen olmadı doğrusu. Haklıydılar da, hayatın keşmekeşi büyük şehirde öyle bir sarmalamıştı ki herkesi, ev, iş, trafik, çocuklar, arasında edebiyata ayıracak vakit bulmak için ona aşık olmak gerekiyordu. Gençlik yıllarında herkes edebiyata bir yakınlık duysa da hayatın getirdikleri, incelikleri götürdüğünden edebiyatla olan ilişik “Amannn, edebiyat yapma! Gibi söylemlerle zaman içinde kesiliyordu. Ama dostlarımdan biri, edebiyatın aşığı bir kalp, kışımın en soğuk zamanlarında girip hayatıma, yazdıklarıma cevap verdi, destek oldu, yol gösterdi iletileriyle bana.Ve işte nedenlerin beynimi kemirdiği, yalnızlığın ruhumu daralttığı o noktada bir kurtuluş ipi uzatan eski dostumun ipinden tuttum sıkıca, bir daha bırakmama duasıyla. Dostluğumuz yazdığı samimi ve sade maillerle derinleşti zamanla. Bana yol gösterdi hep, muhabbetle dolu ışığıyla. Önce daha çok okumamı salık verdi, listeler gönderdi, beni televizyonun önünden çekti aldı, edebiyata olan aşkımı hatırlattı, aşkı anlattı, kuzenim hasta olduğunda bir o her gün nasıl olduğumu sordu. İletisinde “Hastan nasıl?” demedi mesela, “Hastamız nasıl?” sorusuyla kalbimde taht kurdu.



Onun emeğiyle, sevgisiyle kabuğumdan sıyrıldım ve tekrar yazmaya başladım şevkle. Blogda izleyicilerim olmaya başladı sonra. Yorum yazanlar, söylediklerimi duyanlar, duyduklarıyla mutlu olanlar arttıkça benim de aşkım arttı yazmaya.

Bendeki değişiklik gözle görülür oldu zamanla, dostumun varlığıyla. Etrafımdaki herkes memnundu bu olumlu başkalaşıma.

Zor geçen bir yılın ardından hiçbir maddi şartım değişmese de bakış açımın farklılaşmasıyla tünelin sonundaki ışığı görür gibi oldum. Bir de daha önce katıldığım mesleki bir proje sebebiyle üç hafta süreyle İngiltere’ ve İskoçya’ya gitme şansı verilince bana, daha bir mutlu olmuştum o ay.”Bahar Gelsin” ismiyle yazmaya başladığım zamandan sonra tam vaktinde kapımdaydı bahar, umuda taşıdı beni Nisan da.



2009’dan en etkileyici sahne olarak zihnime İngiltere uçağında, cam kenarında yaptığım dört saatlik yolculuk geliyor mesela. Bir masal alemine geçmiş gibiydim; bembeyaz bulutlar arasında. Daha önce yurtiçi uçak seyahatleri yapmış olsam da, kısa süreli olduğundan bu kadar büyüleyici gelmemişti gökler bana. Bir de tüm Avrupa’yı uçağın alçaldığı yerlerde kuşbakışı seyretmek çok hoşuma gitmişti. Evet, İngiltere güzel bir yerdi, grubumuzla geçirdiğimiz vakitler keyifli. Bana iyi gelen bu zamanda dahi halimi hatırımı sormuştu dostum.

Yoğun yolculukları arasında bana vakit ayırmasının ne de büyük bir incelik olduğunu o gezide anlamıştım mesela, malum seyyahlık zor ve yorucu ne kadar keyifli olsa da.



Temmuz başı kardeşimi evlendirip İstanbul’a gelin göndermek bu yılın en güzel olayları arasında yer aldı. Artık aşık olduğum şehirde kanımdan kan canımdan can vardı.Tabi daha bebek diye gördüğüm laf aramızda küçükken çok da eziyet ettiğim kardeşim büyümüş, üniversiteyi bitirdiği hafta evlenmiş ve ablasının en yakın dostu oluvermişti bir anda.Zamanın geçiciliğini gösteren bu güzel olay faniliği hatırlatmasıyla bir şamardı aslında ruhuma.



Geçmişliğine üzülüp Ah’larla andığımız güzel günlerden ziyade, iyi ki geçti, hamdolsun dedirten, bizi şükre götüren zor günler daha da fazlaydı bu yıl aslında. Ve bu zor günlerde dostum yanımda olmasa, her daim dua ve dilekleriyle gönlüme ferahlık verecek kelimelerden köprüler kurmasaydı bu gün burada olamazdım galiba. Şairin dediği gibi diyorum:



“Hamdolsun, Yaradan’a hamdolsun.

Yaratıp imtihan edene, imtihandan geçirip zafere erdirene,

Rahman olana, Rahim Olana hamdolsun.”(ERDEM BAYEZIT’a rahmetle…)



Öncelikle hiç layık olmasam da gönlüme inşirah için gözü gönlü hakikate açık bir dostu ruhuma dost eylediği, beni benimle bırakmadığı için kainatın zerratı adedince şükürler sunuyorum Rabb’ime.



Bitmek bilmez kışlarımda bile benden vazgeçmediği, kendime tahammül edemediğim zamanlarda bana tahammül ettiği, ruhumun elini hiç bırakmadığı için tüm kalbimle, tüm muhabbetimle teşekkürü bir borç biliyorum dostuma.



Nice zamandır yazdığım rutin dert dolu iletilerimi cevapsız bırakmadığı, varoluş sebeplerimizi hatırlatarak beni her daim diri tuttuğu, tabularımı yıktığı, okuma serüvenimi hızlandırdığı, aşka aşık bir yürekle yaşamayı öğrettiği için minnettarım.




Bir de sanal alemde adını bile bilmediğim ama hikayelerini tüm açık yüreklilikle anlatan dostlarım oldu bu blog vasıtasıyla.

İbretlik hikayeleriyle hep ihtiyacım olduğu anlarda çıktılar karşıma. Tanımadığım kardeşlerime dua etmeyi öğrendim ben burada.

Acı aşk hikayeleri dinledim, onlarla ağladım, onlarla sevindim, bazen yazdıklarımda buldular kendilerini bazen katkılar sunup zenginleştirdiler düşüncelerimi.

İsim sayamam tabi, hem çoklar hem de onlar kendilerini bilirler, söyleyebileceğim tek şey; iyi ki bu blog yazılmış bahtıma, iyi ki bu dostlarla yalnızlığın kör kuyularından çıkarılmış, paylaşmanın zevkine varmışım.



Mevlana demiş ki; “Ben dostlarımı ne kalbimle, ne aklımla severim. Olur ya kalp durur, akıl unutur… Ben dostlarımı ruhumla severim, o ne durur ne unutur.”



Ben de Mevlana gibi diyorum; adını, sanını, yüzünü, evini, işini bilmediğim nice güzel insanla tanıştığım siber alemde sizleri ruhumla seviyorum. Sayınızın izleyici sayımın çok üstünde olduğunu da bizatihi yaşayarak görüyorum. Varlığınıza, sağlığınıza duacıyım…



Gelen zamanların, gidenlerden daha kazançlı olması için kalplerimizin Hakikat’e ayarlı kılınması niyazıyla, herkese iyi seneler.



HANDAN GÜLER

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Not: “DOSTLUK ÜZERİNE” adlı FETHİ GEMUHLUOĞLU’ nun bir kitabını aldım. Henüz okumadım ama en kısa sürede okumak arzusundayım.Başlıkta esin kaynağım olan yazara rahmet, hazırlayana hürmetle…

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------

CAN DÜNDAR’IN BİR DOST YAZISIYLA BAŞBAŞA BIRAKIYORUM SİZLERİ:



Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın...

'Nereden çıktın bu vakitte' dememeli, bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında; gözünün dilini bilmeli; dinlemeli sormadan, söylemeden anlamalı...

Arka bahçede varlığını sezdirmeden, mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi köklenmeli hayatında; sen, her daim onun orada durduğunu hissetmelisin. İhtiyaç duyduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli, kovuklarına saklanabilmelisin.



Kucaklamalı seni güvenli kolları, dalları bitkin başına omuz, yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı...

En mahrem sırlarını verebilmeli, en derin yaralarını açıp gösterebilmelisin; gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz...

Onca dalkavuk arasında bir tek o, sözünü eğip bükmeden söylemeli, yanlış anlaşılmayacağını bilmeli.

Alkışlandığında değil sadece, asıl yuhalandığında yanında durup koluna girebilmeli. Övmeli alem içinde, baş başayken sövmeli ve sen öyle güvenmelisin ki ona, övdüğünde de sövdüğünde de bunun iyilikten olduğunu bilmelisin.

Teklifsiz kefili olmalı hatalarının; günahlarının yegane şahidi... Seni senden iyi bilen, sana senden çok güvenen bir sırdaş..

Gözbebekleri bulutlandığında, yaklaşan fırtınayı sezebilmelisin. Ve sen ağladığında onun gözlerinden gelmeli yaş...

Yıllarca aynı ip üstünde çalışmış, cesaretle ihanet arasında gidip gelen bir salıncağın sınavında birbiriyle kaynaşmış iki trapezci gibi güvenle kenetlenmeli elleri...

'Parkurun bütün zorluklarına rağmen dostluğumuzu koruyabildik, acıları birlikte göğüsleyebildik ya; yenildik sayılmayız' diyebilmeli...

Issızlığın, yalnızlığın en koyulaştığı anda, küçücük bir kağıda yazdığımız kısa ama ümit var bir yazıyı yüreğe benzer bir taşa bağlayıp birbirimizin camından içeri atabilmeliyiz:

'Bunu da aşacağız!
İmza: Bir dost!...'
Can Dündar


"Bir gamzelik rüzgâr yetecek Ha itti beni, ha itecek Uçurumun kenarındayım Hızır " İbrahim Sadri'den GÜLCE



Gülce


Uçurumun kenarındayım Hızır

Ulu dilber kalesinin burcunda

Muhteşem belaya nazır

Topuklarım boşluğun avcunda

Derin yar adımı çağırır

Dikildim parmaklarımın ucunda

Bir gamzelik rüzgâr yetecek

Ha itti beni, ha itecek

Uçurumun kenarındayım Hızır

Civan hazır

Divan hazır

Ferman hazır

Kurban hazır

Uçurumun kenarındayım Hızır

Güzelliğin zulme çaldığı sınır

Başım döner, beynim bulanır

El etmez

Gel etmez

Gülce'm uzaktan dolanır

Uçurumun kenarındayım Hızır

Gülce bir davet

Mecaz değil

Maraz değil

Gülce bir afet

Peri değil

Huri değil

Gülce beyaz sihir

Gülce ölümcül naz

Buram buram zehir

Yar yüzünde infaz

Bir gamzelik rüzgâr yetecek

Ha itti beni, ha itecek

Güzelliğin zulme çaldığı sınır

Uçurumun kenarındayım Hızır

Ben fakir

En hakir

Bin taksir

Ateşten

Kalleşten

Mızrakla gürzden

Dabbetülarz'dan

Deccal’dan, yedi düvelden

Korku nedir bilmeyen ben

Tir tir titriyorum Gülce’den

Ödüm patlıyor Gülce’ye bakmaktan

Nutkum tutuluyor, ürperiyorum

Saniyeler gözlerimde birer can

Her saniyede bir can veriyorum

1981
Ömer Lütfi Mete


müzik - ibrahim sadri gülce

 


23 Aralık 2009 Çarşamba

BU KALP SENİ UNUTUR MU?



Bambaşka bir halin vardı,
Farketmeden beni sardı...Yaşanacak çok şey vardı...Bu kalp seni unutur mu, kalbim seni unutur mu?

Bazen cevabı belli sorular sorarız, burda olduğu gibi.Kalpler unutmaz ki!

Bu arada kalplerin unutmaması bilimsel gerçekmiş işte kanıtı!



müzik - bu kalp seni unutur mu | izlesene.com



22 Aralık 2009 Salı

ELİF ŞAFAK-EYÜP CAN çifti NİL KARAİBRAHİMGİL'İN KLİBİNDE...KIRILDIM HUZURLARINIZDA...


Kırık


Ocakta çay ama buz gibi içim

Tepede ay her şey sensiz ne biçim

Hayat kuru gözlerimde yaş var

Tek bir soru niye kırık bu kadar

Bir şakam var sen hariç kimse gülmez

Unutursun dediler kırk gün sürmez

Kazağın bende koklamaya korkarım

Bırak kalsın

Kırıldın tamam çektin gittin tamam

Üstüne varmam arayıp sormam

Yorgunum bakma gel desem saçma

Beni terk mi ettin?

Tamam dönme o zaman

Üstüme varma arayıp sormam

Yorgunsun bakma gel desen saçma

Beni terk mi ettin?

Kopamazdık biz ya

Susmazdık biz ya

Öyle olmazdık biz ya

Gitmezdin sen ya

Dönerdim ben ya

Kırıldın tamam çektin gittin tamam

Üstüne varmam arayıp sormam

Yorgunum bakma gel desem saçma

Beni terk mi ettin?

Tamam dönme o zaman

Üstüme varma arayıp sorma

Yorgunsun bakma gel desen saçma

Beni terk mi ettin?




21 Aralık 2009 Pazartesi

NAZAN BEKİROĞLU'NDAN GÜZEL BİR YAZI! "YAZI! İYİ DE NİYE"


Zaman zaman düşünürüz acaba niye yazıyorum diye, bir çok cevap çıkar önümüze.Benim en sevdiğim beylik laf "Yazmasam ölecektim"dir açıkçası.Bazen bunu hissederim gerçekten.
Ama Nazan Bekiroğlu hocalığı ve yazarlığını kullanarak güzel bir irdeleme yapmış doğrusu .
Eminim herkes kendinden bir şeyler bulacaktır yazıda.Keyifli okumalar...Keyifli yazılar olsun bloglara:))

"Yazı! İyi de niye?
Yazı iki türlü. Ya aklın ve emeğin bütün imkânlarını seferber ederek aranan ve bulunan bir şey. Masa başı. Ciddi mesai. İnşa hendese vesaire.

Ya da aramakla bulunmaz, kendi gelir. Volkan püskürmeden, yer altı suları taşmadan olmaz. Kalıcı yazı ikisinin terkibi. Ne salt emeğin hendesesinde soğuk, ne ilhamın şehrayininde dağınık.

Kendisini bu üç kategoriden birine yerleştiren yazar, neden yazdığı sorusuna da cevap aramak zorunda. Hal böyleyken, neden yazdığını, ömür boyu sormasalar düşünmez birisinin de en fazla muhatap olduğu üç sorudan biridir neden yazdığı. Sahi! Yazı! İyi güzel de yazar niye yazar ki?

*Bazen, hayata dahası hayatın ötesine tutunduğu ipin ucunu karıştırmış gibi olduğunda. İşten değil dağılıp gitmesi, bir daha bir bütüne dönüşebilmek için. *Kalp çatladığında başlıyor kıyamet. O kıyamda o kıyamette. Can damara, ruh bedene sığmadığında, söz tanık olsun diye yaşadığına. *Bir şey gördüğünde. Hayranlık ya da şaşkınlıkla beli bükülüp de bunu gerçekten gördüm mü, diye kendisinden şüphe ettiğinde. Birisi, gördüğü şey için, evet ben de gördüm, desin diye. Kendisinden razı olsun diye. *Varlığından en fazla şüphe ettiği, bunu kendi kendisine ispata en fazla ihtiyaç hissettiği anlarda. Kaybolmamak için yani, yollarda yok olmamak için. Daha doğrusu yok olmadığını fark etmek için. Kısacası var olmak için, var olduğundan emin olmak için. *Doğum ve ölüm bilinmezleri arasında daimi bir huzursuzluk taşıyan kalbiyle, insan arkadaşlarına, kaderdaşlarına, gelin birazcık yarenlik edelim, yükümüz hafifler belki, demenin en kestirme yolu olarak yazıyı gördüğünde. *İrşad etmek için değil, sadece paylaşabilsin diye. *İnsanî olanı kavramak niyetiyle bir üst gerçeklik, saf olan bir bilgi fark etmeye (üretmeye değil) çalıştığında. Dağın görünür yüzüyle yetinemeyip dağın arkasında ne olduğunu görmek istediğinde. Mutlak olan o hakikati anlayabilmek için. *En fazla yazarken ayıklayabildiği, durulaştırabildiği için. Çünkü yazmak anlatmaktır. Anlatmak ise onun için anlamanın en kestirme yolu. Öyleyse anlamak için. *Ve bütün sayılıp dökülebileceklerden sonra hepsini ifade edecek tek cümleyle, yazının kendisi için değil, kalpte uyandırdığı hatırlamanın yüzü suyu hürmetine yazı dediğinde.


*Bütün bunlar için yazı. ***Ama en fazla da, acıyı bal eylemek için. Şöyle ki: Bir sanat olarak yazmak, estetize etmek, dağınık unsurları bir ahenge, düzene bağlamak eylemidir. İnsan doğası da iyiye, güzele, ahenge doğru akmak ister. Bu onun fıtratıdır. (Güzele olan sebepsiz düşkünlüğümüz fıtratımıza uygun olanla karşılaşmış olmaktan duyduğumuz memnuniyetten kaynaklanır). Öyleyse sanatın ve insanın doğası birbirine yakındır. Sanat insan için kendi doğasının yatağında toplanma, kendini bulma halidir. Sarsılmayan itibarı bu yüzdendir.

Oysa bazen öyle abes (bu sözcüğü fıtrata aykırı, tahayyülün hudutları dışında kalan anlamında kullanıyorum) gerçeklerle karşı karşıya geliriz ki. İnsanın ahenk ve düzen içre yoğrulmuş doğası bu gerçeği kabulde zorlanır, dolayısıyla taşımakta da zorlanır. Zulüm budur. İnsanın kendi doğası dışına kayması, kendi gerçeğine yabancılaşması. Sanatkâr, farkında ya da değil, bu abesliği estetize ederek onu fıtrileştirmeye gayret eder. Şayet başarabilirse. Bir mısraya, bir şarkıya, bir romana, hikâyeye, resme dönüştürebilirse. O zaman doğası onu taşımayı reddetmez. Çünkü güzelliğin kalıbına uyan şey fıtrileşmiş, abes olmaktan çıkmıştır. Kum tanesinin etrafı sedefle kaplanmış, istiridyenin doğasına uydurulmuştur. Şarkıların ve şiirlerin bize bu kadar güzel gelmesi, dahası rehabilite etmesi, ne kadar acı bir tecrübeyi anlatırsa anlatsın romanlarda yazılanların, aynını yaşama arzusu uyandırması abes gerçeklikleri orada estetize edilmiş bulmamızdandır. Yani doğallaştırmamızdan. Eskilerin acıyı bal eylemek dedikleri hal budur işte. Aslında mutlu sanatkâr olmadığına dair yaygın kabulün izahı da buradadır. Ağır bedeldir. Ve çoğu kez bu bedeli ödeyenler ederine de talip değildir.

NAZAN BEKİROĞLU


yine seni özlemek birikti bir dağ gibi...Ve yürüdü yürüdü üstüme altına aldı beni(*)




AH KALBİM! YAZIK SANA!


Özledim geceyi,sessizliği,seni…
Dilimde şairin dizeleri…

”Yine seni özlemek birikti bir dağ gibi,
Ve yürüdü ,yürüdü üstüme ,altına aldı beni…”(Osman Sarı, Kurşun Gazeli)
Orada duruyordun işte,çok yakında,açtığın pencereden kalbime bakıyordun
Gülümsüyor,ruhuma dokunuyordun…
Üzerindeki tozdan ,pastan arınan gönlüm iç ceplerini göstermekten çekinmiyordu sana.
Anlattıkça anlatıyordum,anladıkça susuyordun…
Elimi uzattıkça kayboluyordun…
Yakınlığının içine gizlenmiş bir uzaklığın vardı,
Yıldızlar gibiydin,ışığınla yanı başımda,varlığınla bilmem kaç ışık yılı uzakta…

Dalgaların kıyıdaki taşları kumun kuşatıcılığından kurtarması gibi,gelişin yıkıyordu , içimin ah iklimlerinde kirlenen kelimelerini

Gidişin…Ateşe veriyordu ruhumun gemilerini…

Ve bende hep bu yap-boz hali…

Özledim seni,sessizliği,geceyi…

Özlediğim ,neydi sahi?

Öz’üme doğru bir iştiyak mıydı içimin gelgitleri.

Acaba sen de özledin mi hiç beni?

Engin bir deniz ,bağrındaki alüvyonlu toprakları iştiyakla kendine taşıyan küçücük bir nehri özler mi?

Farkeder mi,suyunun rengini?

Ayırdedebiir mi sesini?

Özledim geceyi,seni,sessizliği…

Özlediğim neydi sahi?

Öz’üme doğru bir iştiyak mıydı ,ruhumun kimseyle kanmayan halleri?

Yoksa dostluk sandığımız ,sadece,geceleri açan “bir yalnızlık çiçeği” mi?

HANDAN GÜLER


AŞKIN NUR YENGİ İLE GİDELİM 1991'E..."Yine kör karanlık uçurumlardayım Yine yangınlarda yine yollardayım İçim dışım kırık dökük paramparça Yoruldum yoruldum sonlardayım"



Dolaşırken içimin kuytularından uzatıverdi bir ses başını...Aşkın Nur Yengi dedim sonra...Ne güzeldi eski şarkıları...Ve işte bu şarkı çıktı karşıma, ilkokulu yeni bitirdiğim zamanlardan, düştü bloguma...Gerek ses gerek görüntü beni aldı götürdü o yıllara...Aynı zamanda derin düşüncelere sevketti.Bir zamanların sanatçısı bile nasıl giyiniyormuş.Sesine güveniyor, vucudunu ön plana çıkaracak bir tarz kullanmıyormuş.Toplum zamanla değişen bir yapı arzediyor.Çünkü canlı yaşayan bireylerden oluşuyor.Ve eskiler kötüymüşcesine yadırganıyor.Aşağıdaki klipteki kıyafetle bir şarkıcı bu gün sahneye çıksa tepkimiz ne olur, hiç düşündünüz mü? Acaba yıllar sonra Behlül ve Bihter karakterlerini de benimseyip ailelerimiz içine mi alacağız? Galiba külahlarımızı önümüze koyup düşünmenin, bedenleri bırakıp ruhları tatmin etmenin vakti geldi.Ne dersiniz?
Aslında sosyolojik tahlil değildi amacım, keyifli bir şarkıyla nostalji yapmaktı ama laf lafı açıyor işte:))

ŞARKININ SÖZLERİNE GELİNCE:  

"Yine kör karanlık uçurumlardayım
Yine yangınlarda yine yollardayım

İçim dışım kırık dökük paramparça

Yoruldum yoruldum sonlardayım

İstersen gelirsin, istersen gidersin

Öğrendim sen benden daha delisin

Sonsuz acılarla hazlar var tadında

İçilmez geçilmez zehir gibisin

İçim dışım kırık dökük paramparça

Yoruldum yoruldum sonlardayım

Kederli şarkılar söyler gibi yüzün

Aldatır bu masum bu yalancı hüzün

Dudakların acı gözlerinde oklar

Kurşun gibi ağır her sözün

SEZEN AKSU"


nostalji - aşkın nur yengi zehir gibisin.ekoç

 

20 Aralık 2009 Pazar

Sen yoktun ben yalnız kalmayı öğrendim Kaybolmuş bir dilin sözcükleri gibi,Köksüz, bağsız durmayı öğrendim..



Herkesi yeni yıl heyecanı sarmışken blog alemi de muhasebesini yapmakta.Önümüzdeki günlerde ben de külahımı önüme koyup sesli düşünme denemelerine gireceğim kısmet olursa.Bu gün benim için yılın şarkısı olabilecek bir melodi var huzurlarınızda.Bir de şarkının güzel sözleri...

Resim mi? Göksu parkında sürekli yağan yağmurun altında yerin göğün suyun bulutun gri tonuna aldırmadan gezen yalnız,dik başlı, mağrur ve çirkin bir ördek var...Bazen diyorum kendime, onun kadar bile olamıyorsun...Geçmişin elemleri, geleceğin endişeleri arasında salınıp duruyor, anı kaçırıyorsun...An'ların dolu dolu yaşanacağı bir hayat dilerim hepinize... 

Gittin, kanadı kırık kuştum
Sustum, sözlerine küstüm
Hani kırılırsın siyaha
Nöbet nöbet geceler boyunca,
Dün güne dize gelince,
Yürek acılara doyunca,
O tez dönüsün gec olunca,
Kendime tahammülü öğrendim..
Kördüm, bilendim, seni unutmayı öğrendim..
Sen yoktun ben yalnız kalmayı öğrendim,
Acıya duvar gibi durmayı ögrendim,
Kaybolmuş bir dilin sözcükleri gibi,
Köksüz, bağsız durmayı öğrendim..
Vazgectiysen hep sağnak yağışlarımdan,
Vazgectiysen bitmek bilmez kışlarımdan,
Korkma kimseye ödenecek borcum yok,
Yok saymayı ben senden öğrendim..


müzik - funda arar senden öğrendim

BİR NOT:

SİZİ SERİNSELVİ.COM ADRESİNDE FAALİYET GÖSTEREN EDEBİYAT SİTESİNE DAVET EDİYORUM. BENİM İÇİN GÜZEL BİR SÜPRİZ OLDU. SEVGİLİ YAZARIM SADIK YALSIZUÇANLAR'LA AYNI SAYIDA BİR YAZIMIN YAYINLANMASI BENİ ONORE ETTİ.SİTE YÖNETİCİLERİNE TEŞEKKÜR EDİYOR, BAŞARILARININ DEVAMINI DİLİYORUM.


19 Aralık 2009 Cumartesi

mevsimsiz çiçekler gibi yarım kaldım inan ki ! sensizliğin acısını sen nereden bileceksin, sen hiç sensiz kalmadın ki !


ANLASANA...



her sevinci her kederi


en ölümsüz sevgileri

sonsuz denen gökleri

herşeyin bir sonu varsa

ayrılıkların da sonu var

bir gün çıkıp geleceksin

içimde bir umut var

yeniden seveceksin

yıllar var ki ben böyle

bekliyorum özleminle

anıların, umutların

kaldı bende

anlasana, anlasana...

biraz daha gerçekleri anlasana

senden ayrı günlerimi

sana nasıl anlatsam ki

mevsimsiz çiçekler gibi

yarım kaldım inan ki

sensizliğin acısını

sen nereden bileceksin

sen hiç sensiz kalmadın ki

mevsimleri saymadın ki
İLHAN İREM

müzik - ilhan irem - anlasana

18 Aralık 2009 Cuma

Kim ki aşıksa gözünden biline! seni bugün gözlerime sürmesem olmaz:)

http://www.muzikdinlex.net/6664/Yildiz-Usmonova-&-Fatih-Erkoc--Gormesem-Olmaz


(resmin adı ruhun deşifresi)
Düşeli Aşkın Bu Canım İline

Düşeli aşkın bu canım iline

Beni bıraktı bu halkın diline

Gözlerimden yaş ile kan akıtır

İllâ yaşım dilemezem siline

Zira aktıkça gözümden kanlı yaş

Hoş teselliler gelür ben kuluna

Hoş yaraşur aşıklara göz yaşı

Kim ki aşıksa gözünden biline
Ben bu aşktan bir nefes ayrılmazam

Ger yüreğim şerha şerha deline

Aşk ile ben bir demimi vermezem

Aşksızın olan ömrün bin yılına



İsmi resmi Esrefoglu Rumi'nin

Kül olup savruldu aşkın yeline

Kalmadı nam ü nişanı zerrece

Garka varup gitti aşkın seline

Eşrefoğlu Rumi

DUYURU: Şiirle ilgilenelere...Yarışmaları takip ediyorsanız buyrun:))

bir link daha...
Sanatta boşluk mu var?
Sadık Yalsızuçanlar - 19.12.2009 23:07




16 Aralık 2009 Çarşamba

SADIK YALSIZUÇANLAR'LA ANADOLU MAYASI-6 SİZLERLE!


BİR HATIRLATMA...BİR ÖYKÜ...
ANADOLU MAYASI'NIN YAPIMCISINDAN Pendik konferansları devam ediyor...İstanbul'lular...Farkında mısınız?

Tarih :  17 Aralık 2009

Yer : Mehmet Akif Ersoy Sanat Merkezi
Saat : 19:00


SADIK YALSIZUÇANLAR'DAN ÇARPICI BİR ÖYKÜ:

                           SES VE UMUT MASALI

Adam, dağda bir kovukta yaşıyordu. Bir sabah uyandı ve kendisi


gibi binlerce insanın dağda yaşadığını farketti. Çok geçmedi yer

sallandı. Dağ yarıldı, insanları birer birer yutmaya başladı.

Adam korktu. Sıra kendisine gelmek üzereydi. Elindeki

emanete baktı. İçinde, hayatını anlatan bilgilerin bulunduğu

bir sandukaydı bu. Sımsıkı sarıldı. Yarık büyüyordu. Az

sonra kendisini de yutacaktı. Bir ses duydu: 'Emanetini

sahibine ver!' Daha sıkı sarıldı ona. Tekrar duydu sesi:

'Onu koruyamazsın, sahibine ver!' 'Hayır!' diye bağırdı

sarsıntıya.

Sesi gürültüde kayboldu. Tekrar duydu sesi: ' 'Onu

koruyamazsan kendini de yitirirsin, sahibine ver!' 'Vermem'

dedi. 'Kendini ateşe atıyorsun!' 'Hayır, vermeyeceğim!'

'İnatçılığı bırak, senin değil, sahibine ver!' 'Ondan ayrılamam'

diye bağırdı, 'ölsem de ayrılamam.' Sımsıkı sarıldığı şeyin

ağırlaştığını farketti sonra. Bastığı yer yarılmaya başlamıştı.

Kendisinden önce toprağın yuttuğu insanlara baktı. Ürperdi.

'Aman Allahım, ne korkunç bir şey bu!' dedi. Tekrar sesi

duydu: 'Aptallık etme, ver onu ve kurtul!' Kararsız bir halde

birkaç dakika bekledi. Göğsünün sol yarısından bir ses

geldi: 'Onu dinlemelisin.' Onu dinledi. Elindekini uzattı.

Kuş gibi hafiflediğini hissetti. Ses, bir ip uzattı kendisine.

Tutundu ona. Göğe yükseldikçe büyüyordu.

Aşağı baktı, her şey küçülüyordu.

14 Aralık 2009 Pazartesi

HAYALLERİNİZ Mİ FAZLA HATIRALARINIZ MI?


DÜNYA DÜZDÜR diyor Thomas L. Friedman’ın aynı adlı kitabında.Master dersim için özetiyle uğraştığım bu ansiklopedik boyutlu 470 sayfalık kitap 21.yy'ın kısa tarihi aslında.


Çarpıcı ve güzel bir kitap...Küreselleşmeyi, duranın devrileceğini falan anlatıyor.Kitap üstüne çok yazı yazılabilir lakin bu gün beni düşünmeye sevk eden spot cümle şu oldu:  Hatıralarınız hayallerinizden fazlaysa sonunuz yakındır.

Peki bu konuda siz ne düşünüyor sunuz?



Hayalleriniz mi fazla hatıralarınız mı?
Söz sizin:))

12 Aralık 2009 Cumartesi

Kaybedeceğimiz En Büyük Şey?




Spot: James Dean’in müthiş bir sözü var; sanki hiç ölmeyecekmişçesine hayal kurmak, sanki bugün ölecekmişçesine iyi yaşamak gerek.


Kaybedeceğimiz En Büyük Şey?

Melih Arat

İnsanın bu dünyada kaybedeceği en büyük şey nedir? Bu sorunun yanıtı şaşırtıcı bir şekilde sahip olduklarımız değil, sahip olmadıklarımız ve henüz ulaşamadıklarımızdır. İnsanın yaşamı, geçmişten geleceğe doğru uzanan fikir bağları üzerine kuruludur. Bu fikir bağlarını geçmiş yaşamımızdaki sahip olduklarımız tutarken, gelecek ayağını hayallerimiz tutar. İşte hayalimizi kaybettiğimizde fikir ipleri, bağları köprünün kırılan ayağıyla birlikte suya düşerler. Dolayısıyla kaybedeceğimiz en büyük şey, geleceğe ilişkin hayallerimizdir. Geçmişte sahip olduklarımız zaten geçmişte olduklarımızdan kolay kolay kaybedilemezler. Ama gelecek hayallerimiz sayısız değişkene bağlı olduğundan kolayca elimizden kayıp gidebilirler.

11 Aralık 2009 Cuma

HAYAT SENİN BAKIŞINLA ANLAM KAZANIR




HAYATIN ANLAMI
Eski zamanların birinde bir adam hayatın anlamının ne olduguna takmış kafayı..

Bulduğu hiçbir cevap ona yeterli gelmemiş ve başkalarına sormaya karar vermiş.. Ama aldığı cevaplarda ona yetmemiş. Fakat mutlaka bir cevabı olmalı diyormuş.. Ve dolaşıp herkese bunu sormaya karar vermiş..

Köy,kasaba,ülke dolaşmış bu arada zamanda durmuyor tabiki ... Tam umudunu yitirmişken bir köyde konustuğu insanlar ona

-Şu karşı ki dağları görüyor musun,orada yaşlı bir bilge yaşar istersen ona git belki o sana aradığın cevabı verebilir." demişler.

Çok zorlu bir yolculuk sonunda bilgenin yaşadığı eve ulaşmış adam. Kapıdan içeri girmiş ve bilgeye hayatın anlamının ne oldugunu sormuş ..

Bilge sana bunun cevabını söylerim ama önce bir sınavdan geçmen gerekiyor, demiş ...

Adam kabul etmiş..

Bilge bir çay kaşığı vermiş adamın eline ve içinede silme bir şekilde zeytinyağ doldurmuş. Şimdi çık ve bahçede bir tur at tekrar buraya gel ... Yalnız dikkat et kaşıktaki zeytinyağ eksilmesin eğer bir damla eksilirse kaybedersin..Adam gözü çay kaşığında bahçeyi turlayıp gelmiş.Bilge bakmış evet demiş kaşıkta yağ eksilmemiş,peki bahçe nasıldı(!)

Adam şaşkın..Ama demiş ben kaşıktan baska bir yere bakmadım ki ....

Şimdi tekrar bahçeyi dolaşıyorsun kaşık yine elinde olacak ama bahçeyi inceleyip gel ,demiş bilge...

Adam tekrar bahçeye çıkmış gördüğü güzellikler büyülemiş muhteşem bir bahçedeymiş çünkü ...

Geri geldiğinde bilge ,adama bahçe nasıldı diye sormuş ...

Adam gördüğü güzellikler karşışında büyülendiğini anlatmış..

Bilge gülümsemiş ,ama kaşıkta hiç yağ kalmamış demiş ve eklemiş "-Hayat senin bakışınla anlam kazanır,ya sadece bir noktayı görürsün hayatın akıp gider sen farkına varmazsın..Yada görebileceğin tüm güzelliklerin tam ortasında hayatı yaşarsın akıp giden zamanın anlam kazanır."
 

nostalji - çok uzaklarda

izlesene.com

8 Aralık 2009 Salı

candan erçetin'den "meğer"


ağlamam artık üzenlere...



müzik - candan erçetin - meğer

izlesene.com

“HAYAT SUNULMUŞ BİR ARMAĞANDIR”





“HAYAT SUNULMUŞ BİR ARMAĞANDIR”
Bir sabah işe geldiğimde odamızda oturuyor, iş arkadaşıma heyecanla bir şeyler anlatıyordu. Geçip masama oturdum ve hafızama sordum onu, acaba nerden hatırlıyordu bu simayı? Ben düşüncelerimde gezinirken gözlerinin üzerimde olduğunu fark ettim. Arkadaşım da bunu anlamış olmalıydı ki, sizi tanıştırayım dedi. Öylece tanıştık, usulen hatır sorup ayrıldık.

7 Aralık 2009 Pazartesi

Her yere yetişilir... Hiçbir şeye geç kalınmaz ama...





MENDİLİMDE KAN SESLERİ


Her yere yetişilir

Hiçbir şeye geç kalınmaz ama

Çocuğum beni bağışla

Ahmet Abi sen de bağışla

Boynu bükük duruyorsam eğer

İçimden öyle geldiği için değil

Ama hiç değil

Ah güzel Ahmet abim benim

İnsan yaşadığı yere benzer

O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer

5 Aralık 2009 Cumartesi

Harika şeyler yapabilirsin ama attığın adımları yönlendiren bir el olduğunu asla unutma





Konu: Büyükbaba ve Kalem
Çocuk, büyükbabasının mektup yazışını izliyordu. Birden sordu:

— Bizim başımızdan geçen bir olayı mı yazıyorsun? Benimle ilgili bir hikâye olma ihtimali var mı?

Büyükbaba yazmayı kesti, gülümsedi ve torununa söyle dedi:

— Doğru, senin hakkında yazıyorum. Ama kullandığım kurşun kalem yazdığım kelimelerden çok daha önemli. Umarım büyüdüğünde bu kalemi sen de seversin.

4 Aralık 2009 Cuma

her şey geçer...her şey unutulur...




Istırabın sonu yok sanma, bu âlem de geçer.


Ömr-ü fânî gibidir gün de geçer, dem de geçer.

Gam karar eyleyemez hânde-i hurrem de geçer.

Devr-i şâdi de geçer, gussa-i mâtem de geçer.

Gece gündüz yok olur, ân-ı dem âdem de geçer.



Neyzen Tevfik




1 Aralık 2009 Salı

GÖNLÜN IŞIĞI ŞİFA VERİR GÖZE!




GÖNLÜN IŞIĞI ŞİFA VERİR GÖZE!
“Sizin anlayacağınız gibi ifade etmek gerekirse gözün gerisinde bir çukurlaşma var. Kör bir nokta oluşmuş. Gözü besleyen sinirlerde bir direnç sözkonusu. Vazifesini yapıp gözü beslemiyor sinirler. Göz tansiyonu da yüksek. Derhal ilaca başlamalı aksi halde gözlerinizi kaybedebilirsiniz!” demişti genç doktor, çocuğunun gözlüklerini kontrol için gelen ve öylesine, bende de bir kaşınma ki sormayın bir damla falan verseniz diyen genç kadını muayene ettiğinde.

LinkWithin

Blog Widget by LinkWithin