21 Aralık 2009 Pazartesi

NAZAN BEKİROĞLU'NDAN GÜZEL BİR YAZI! "YAZI! İYİ DE NİYE"


Zaman zaman düşünürüz acaba niye yazıyorum diye, bir çok cevap çıkar önümüze.Benim en sevdiğim beylik laf "Yazmasam ölecektim"dir açıkçası.Bazen bunu hissederim gerçekten.
Ama Nazan Bekiroğlu hocalığı ve yazarlığını kullanarak güzel bir irdeleme yapmış doğrusu .
Eminim herkes kendinden bir şeyler bulacaktır yazıda.Keyifli okumalar...Keyifli yazılar olsun bloglara:))

"Yazı! İyi de niye?
Yazı iki türlü. Ya aklın ve emeğin bütün imkânlarını seferber ederek aranan ve bulunan bir şey. Masa başı. Ciddi mesai. İnşa hendese vesaire.

Ya da aramakla bulunmaz, kendi gelir. Volkan püskürmeden, yer altı suları taşmadan olmaz. Kalıcı yazı ikisinin terkibi. Ne salt emeğin hendesesinde soğuk, ne ilhamın şehrayininde dağınık.

Kendisini bu üç kategoriden birine yerleştiren yazar, neden yazdığı sorusuna da cevap aramak zorunda. Hal böyleyken, neden yazdığını, ömür boyu sormasalar düşünmez birisinin de en fazla muhatap olduğu üç sorudan biridir neden yazdığı. Sahi! Yazı! İyi güzel de yazar niye yazar ki?

*Bazen, hayata dahası hayatın ötesine tutunduğu ipin ucunu karıştırmış gibi olduğunda. İşten değil dağılıp gitmesi, bir daha bir bütüne dönüşebilmek için. *Kalp çatladığında başlıyor kıyamet. O kıyamda o kıyamette. Can damara, ruh bedene sığmadığında, söz tanık olsun diye yaşadığına. *Bir şey gördüğünde. Hayranlık ya da şaşkınlıkla beli bükülüp de bunu gerçekten gördüm mü, diye kendisinden şüphe ettiğinde. Birisi, gördüğü şey için, evet ben de gördüm, desin diye. Kendisinden razı olsun diye. *Varlığından en fazla şüphe ettiği, bunu kendi kendisine ispata en fazla ihtiyaç hissettiği anlarda. Kaybolmamak için yani, yollarda yok olmamak için. Daha doğrusu yok olmadığını fark etmek için. Kısacası var olmak için, var olduğundan emin olmak için. *Doğum ve ölüm bilinmezleri arasında daimi bir huzursuzluk taşıyan kalbiyle, insan arkadaşlarına, kaderdaşlarına, gelin birazcık yarenlik edelim, yükümüz hafifler belki, demenin en kestirme yolu olarak yazıyı gördüğünde. *İrşad etmek için değil, sadece paylaşabilsin diye. *İnsanî olanı kavramak niyetiyle bir üst gerçeklik, saf olan bir bilgi fark etmeye (üretmeye değil) çalıştığında. Dağın görünür yüzüyle yetinemeyip dağın arkasında ne olduğunu görmek istediğinde. Mutlak olan o hakikati anlayabilmek için. *En fazla yazarken ayıklayabildiği, durulaştırabildiği için. Çünkü yazmak anlatmaktır. Anlatmak ise onun için anlamanın en kestirme yolu. Öyleyse anlamak için. *Ve bütün sayılıp dökülebileceklerden sonra hepsini ifade edecek tek cümleyle, yazının kendisi için değil, kalpte uyandırdığı hatırlamanın yüzü suyu hürmetine yazı dediğinde.


*Bütün bunlar için yazı. ***Ama en fazla da, acıyı bal eylemek için. Şöyle ki: Bir sanat olarak yazmak, estetize etmek, dağınık unsurları bir ahenge, düzene bağlamak eylemidir. İnsan doğası da iyiye, güzele, ahenge doğru akmak ister. Bu onun fıtratıdır. (Güzele olan sebepsiz düşkünlüğümüz fıtratımıza uygun olanla karşılaşmış olmaktan duyduğumuz memnuniyetten kaynaklanır). Öyleyse sanatın ve insanın doğası birbirine yakındır. Sanat insan için kendi doğasının yatağında toplanma, kendini bulma halidir. Sarsılmayan itibarı bu yüzdendir.

Oysa bazen öyle abes (bu sözcüğü fıtrata aykırı, tahayyülün hudutları dışında kalan anlamında kullanıyorum) gerçeklerle karşı karşıya geliriz ki. İnsanın ahenk ve düzen içre yoğrulmuş doğası bu gerçeği kabulde zorlanır, dolayısıyla taşımakta da zorlanır. Zulüm budur. İnsanın kendi doğası dışına kayması, kendi gerçeğine yabancılaşması. Sanatkâr, farkında ya da değil, bu abesliği estetize ederek onu fıtrileştirmeye gayret eder. Şayet başarabilirse. Bir mısraya, bir şarkıya, bir romana, hikâyeye, resme dönüştürebilirse. O zaman doğası onu taşımayı reddetmez. Çünkü güzelliğin kalıbına uyan şey fıtrileşmiş, abes olmaktan çıkmıştır. Kum tanesinin etrafı sedefle kaplanmış, istiridyenin doğasına uydurulmuştur. Şarkıların ve şiirlerin bize bu kadar güzel gelmesi, dahası rehabilite etmesi, ne kadar acı bir tecrübeyi anlatırsa anlatsın romanlarda yazılanların, aynını yaşama arzusu uyandırması abes gerçeklikleri orada estetize edilmiş bulmamızdandır. Yani doğallaştırmamızdan. Eskilerin acıyı bal eylemek dedikleri hal budur işte. Aslında mutlu sanatkâr olmadığına dair yaygın kabulün izahı da buradadır. Ağır bedeldir. Ve çoğu kez bu bedeli ödeyenler ederine de talip değildir.

NAZAN BEKİROĞLU


2 yorum:

öykü dedi ki...

yazmanın nedenlerı uzerıne cok guzel bı anlatım bu..
ben kendı adıma cok sey buldum ıcınde
yazmayı cok sevıyorum
kendımı en guzel ıfade seklım yazmak
mutlu oluyorum yazarken.

Unknown dedi ki...

EVET ÖYKÜ BEN DE ÇOK ŞEY BULDUM KENDİMDEN:))

LinkWithin

Blog Widget by LinkWithin