16 Kasım 2009 Pazartesi

Kalkmak için düşmek gerek!




Kalkmak için düşmek gerek!
Artık çok yaramaz bir öğrenciydi. Sürekli olarak eşek şakaları yapardı. Bir keresinde sınıftaki öğretmen sandalyesinin üstüne zamk sürmüştü. Hoca derse geç kalınca başka bir öğrenci öğretmenin taklidini yapmak için öğretmenin yerine oturunca bir daha sandalyeden kalkamamıştı. Pantolon sandalyeye yapışmış çocuk sandalyeden kalkabilmek için pantolonunun o bölümünü kesmek zorunda kalmıştı. Bu işi Artık’ın yaptığı öğrenilince, Artık “öğretmenin arkadaş sizin taklidinizi yaparak sizinle alay edecekti. Ben de ona bir ders vermek istedim.” diyerek bir de üste çıkmayı başdevamı için aşağıdaki linki tıklayınızardı. Artık aynı zamanda sürekli top peşinde koşan, hiç ders çalışmayan bir çocuktu. O güne kadar sınıfları kopya çekerek ya da öğretmenlerin hoşgörüsüyle geçmişti. Her yıl en az üç dört dersten bütünlemeye kalıyordu. Bütün yaz da o bütünlemelerin telaşıyla geçiyordu. Lise birinci sınıfa gelince işler iyice ters gitti. Bütün derslerden kalmıştı ve o yılki kural gereği, sınıf tekrarı yapması gerekiyordu. Kendi sınıf arkadaşlarından kopacaktı. Artık bu sonucun oluşacağını elbette biliyordu; ama inanmak istememişti. Sınıfta kalınca hem kendisi, hem de ailesi çok üzüldü. Ama bu gerçeği değiştirmek mümkün değildi. Artık ilk kez bir yaz tatilinde ders çalışmadan ve bütünleme sınavlarına hazırlanmadan rahat bir tatil yaptı. Tatilin sonunda, “Keşke ben her yıl dersleri okul döneminde versem, yazın da rahat rahat tatil yapsam.” diye düşündü. Her gün sistemli bir şekilde ders çalışıyor ve sınavlarda sınıfın en iyi notlarını alıyordu. Artık değişmişti. Kalkabilmek için düşmek gerekiyordu.

devamını oku için aşağıdaki linke gidiniz
Bora ile Pınar, mutlu bir çift gibi görünüyordu. Güzel bir evleri vardı. İkisi de çalışıyordu. Sabah işe gidiyor; akşam işten geliyorlardı. Yıllar böyle geçti. Yaşamları iyice sıradanlaştı. Ev, iş, alışveriş derken günler birbirinin aynısı şeklinde geçiyordu. Özellikle Bora bir şeylerin ters gittiğini düşünmeye başladı. Her şey iyi gibi görünüyordu; her şeyin normal gitmesi Bora da bir şeylerin ters gittiği fikrini uyandırmıştı. Bora’nın bir asker arkadaşı, ısıtma endüstrisinde iyi iş var dedi ve yeni teknoloji bir ısıtma cihazını üretip satmak için Bora’ya ortaklık teklif etti. Bora maaşlı çalışıyordu. Girişimci olmayı hiç düşünmemişti. Arkadaşı işi öyle güzel anlattı ki, Bora sonunda işten ayrılıp bu ısıtıcı üretimi ve satışı işine girmeye karar verdi. Bir önceki yıl Türkiye’de bir şirket, ısıtıcı işinden trilyoner olmuştu. Düşük maliyetli bir ısıtıcı yapacaklar ve onunla çok para kazanacaklardı. Birikmiş tüm paralarını bu işe yatırdı. Üç ay sonra ilk mallarını piyasaya çıkardılar. Ne var ki, piyasa bekledikleri gibi değildi. Ne kendileri ne de başka ısıtıcı üreticileri ısıtıcı satamıyorlardı. Havalar bir türlü soğumuyordu. İnsanlar değil, evde ısıtıcı kullanmak kapı pencere açık oturuyorlardı. Bora masraflara çok uzun süre katlanamadı. Para bitmişti. Ortağıyla işi kapatmak zorunda kaldılar. Bu süre içinde Bora depresyona girmişti. Bütün bu süreçte Pınar kocasına destek olmuştu ve yaşadığı başarısızlıktan ötürü onu suçlamamıştı. Evin gelirini Pınar sağlıyordu. Bora işe yaramamaktan ve başarısızlığından ötürü çok rahatsızdı. Bunalımı ilerledi ve bir gün avucuna aldığı hapları tam ağzına atacaktı ki, Pınar mutfakta onu gördü ve “Ne yapıyorsun!” diye bağırdı. Bora elindeki hapları bıraktı; ağlamaya başladı. Bora ve Pınar bir psikiyatri doktoruna gittiler. Pınar, Bora’yı teselli edebilmek için ona sürprizler yapıyor; eskisine göre çok daha fazla ilgi gösteriyordu. Nişanlılık dönemi tadında bir ilişki düzeyini yakaladılar. Bora yeniden bir işe girdi, birkaç ay sonra eski sıradan hayatlarına dönmüşlerdi. Bora artık sıradan yaşamlarından hiç şikayet etmiyordu. Bir şeylerin değerini anlamak için bazen kaybetmek gerekiyordu.

Melih Arat

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Blog Widget by LinkWithin