7 Ekim 2009 Çarşamba

KARANLIKTAKİLER...ÇAĞAN IRMAK'TAN...






KARANLIKTAKİLER…HEP DAHA KARANLIK KUYULARA MI DÜŞMELİLER?


Dün bir ilk gerçekleştirip hafta içi ve yalnız başıma sinemaya gittim.Film olarak Çağan Irmak’ın Karanlıklar filmini seçtim.Girip salona oturdum.Dokuz kişi vardı salonda ;
ikisi alışverişe yemek molası vermiş, sürekli bir şekilde bilumum çerez, meyve vs. gıdayı torbalarından çıkartıp takma dişlerle kemiren yetmişlik teyzelerdi.
Dört de genç vardı, çift olarak gelmişlerdi ve muhtemelen bir ıssız adam beklentisi içerisindeydiler, salonda koltuklarını ararken.
Önümde bir genç oğlan ve az ilerisinde de emekli bir amca hiç kıpırdamadan oturuyorlardı. Dünyanın karmaşasından kaçmak için buraya sığındıkları belliydi.
Ben de Aşık Veysel’in bir şiirinde,
"Bir kız ile karşılaştım/Göz aldatan bir sinema/Gözlerine baktım, geçtim/Ben de oldum bir sinema.
Göçler gider, katar katar/Kimi alır, kimi satar/Okun doğrulamış atar/Batan oklar, hep sinema.
Bir an evvel geçen halım/Gözünden kaçtı maralım/Felek, çeviriyor film/İşte büyük bir sinema.
Şaşar Veysel bu ne haldır/Hakikat da hep hayaldır/Hayat filime misaldır/İşler güçler hep sinema." dediği gibi hayat da filme misaldir düşüncesiyle koltuğumdaki yerimi aldım.
Televizyonda olsa asla seyretmeyeceğim reklamları gözümün içine soka soka sıraladı hepimizi her yandan kuşatan sistem. Bir de sürekli bir şey kemiren ve sık sık yorum yapan teyzelerin yanında zor bir film olacağı baştan belli olsa da yönetmen Çağan Irmak’tı, her şeye katlanılırdı.


Ama adı da Karanlıklar olan bir filmden neler beklenebilirdi. Ben söyleyeyim, aydınlığa çıkması, her gecenin sabaha ulaşması. Ama karşımızda Çağan Irmak var, unutmamalı.


Filmin kısa hikayesi şöyle:


“Korkularımız ve kuşkularımız aslen karanlıkta ortaya çıkarlar ve karanlıkta kaldığımız sürece asla terketmezler bizi” tezi üzerine kurulu film.”Kendini karanlık ile çevreleme durumunu “ anlatan filmin kahramanları, güneş görmeyen, gölgede bekleyen karakterler , tehlikeleri kendince dışarıda tuttuğuna inanan bir anne ile oğlu. Dışarıdaki başıboşluğu evinden kovarken, oğlunu da dışarıda tutmamak için çaba gösteren bir anne... Başlangıçta "garip" hal ve hareketlerine anlam veremediğimiz anne, etrafın kendisine yapıştırmış olduğu "deli" armasını da üzerinde taşımak zorunda!


“Egemen ise işyeri ve ev arasında kalakalmış, kendisini ifade etmeyi hayatı boyunca öğrenememiş bu sebeple insan ilişkilerinde sürekli olarak çatırdamalar yaşamış bir birey. Ona tam anlamıyla mağdur diyemiyoruz. Çünkü kendisini insanlara yabancılaştıran anlayış aynı zamanda kişiliğine de çamur sıçramamasını sağlamış. İş yerinde ve evde hava alamadığı için günden güne daha da ölüyor ve her geçen gün gölgelerin esiri oluyor. Patronuna duymuş olduğu ilgi de her geçen gün daha da artıyor. Etrafında kendisini gerçek anlamda yakın hissedebildiği hiç kimse olmadığı için de bir süre sonra patlama noktasına geliyor. “


Oldukça yavaş akan filmde karakterlerin sıkıntısını kameranın usta kullanımları, ışığın oyunları ile içinizde hissediyorsunuz. Bir anda aynı nefes alamamayı, insanların nice karanlıklarda debelenip durduğunu fark ediyorsunuz.Sonra bir daha içine doğduğumuz toprakların mayasını taşıdığınıza, filmdeki karakterlerin düştüğü karanlıkları tatmayışımıza, kalbimizi o ışıkla aydınlatan hakikate, Hakikatin Sahibi’ne şükrediyorsunuz, en azından ben bu hislerle doldum ve film boyu hadi Çağan Irmak , elindeki feneri taşa çal ve etraf birden aydınlansın, hadi kendini de bu insanları da karanlıkta bırakma diye yalvardım.
Ama nafile, usta yönetmen yine doğru resmetmişti sıkıntıyı, kadrajları mükemmeldi, oyuncusu başarılı lakin senaryo yine baltayı taşa vurmuş, karanlıklara saplanıp kalmıştı.


Film boyu karanlıktakiler, hep karanlıkta kalmak zorunda mı? Sorusu beynimin çeperlerine çarpıp durdu.Bir şeyler eksikti filmde ama ne?
Ortada ne kendi kültürünü yaşayabilmiş ne de ondan tamamen koparak batılılaşabilmiş, inancın o güzel ferahlığını da tadamamış bahtsız insanların karanlığı sergileniyor, acıları unutmak için içkiye ve sonunda maalesef ki, esrara başvuruluyor, geçici olarak acıları unutturulan ve insanın ancak kafası iyiyken mutlu olduğu resmi ile film bitiriliyor.


Karanlıktakiler filmi, dejenere olmuş, yorulmuş insanların resmini çekiyor ve onları daha büyük bir karanlığın içine yuvarlayıp orada bırakıyor.


Karanlıkları yırtacak pencerelere ihtiyacı var filmin, yani senaristin.
Sorduğu ama karanlığında daha da kaybolduğu karanlıklardan kurtaracak ışık dilerim ki tez zamanda bulur ruhunu Çağan Irmak’ın.
Açılarını çok iyi ayarladığı kamerasını umarım bir gün cevapların arandığı, önyargıların arkaya atıldığı, görünmez sınırların kaldırıldığı yöne çevirir de bize kalbin zümrüt tepelerinde gezinirken çektiği filmlerde cevapları da sunar yetenekli yönetmen.


Şu hususları tekrar beyan etmek istiyorum, film planları o kadar güzel ki iç sıkıntısını, hayata sıkışmışlığı çok güzel yansıtıyor.Vapurdaki sahneler, motor üzerindeki çekimler muhteşem. Kalabalıklarda yalnızlığı çok iyi resmediyor ve şunu söylüyor her insan bir alemdir.Ben de diyorum ki, her alem de kendini keşfetmeli, hayatın üç boyutuna sıkışıp kalmamalıdır.Elbette her film bir şey söylemek zorunda değildir.Resmi çekmesi ve doğru olarak yansıtması önemlidir.Bu sağlandığında sinema salonundan çıkan kişi bıraktığı yerden devam etmemelidir hayatına.Gördüğü resmin üzerine düşünmeli, hayatın, varoluşun sebepleri üzerine kafa yormalı ve film beyninde domino taşı etkisi yapabilmelidir bence, tabi gişe başarısı amaçlanmamış, sanat öncelenmişse.Ki, bu filmde gördüğümüz de budur, esas kız esas oğlan güzel-yakışlı değil, mekanlar eğlenceli sunulmamıştır.Fragmanına koyulacak aşk(!) sahneleri de barındırmayan bu film, gözyaşına boğacak derin aşk acısı da barındırmamaktadır.
Öyle ki, bir iki hızla geçen ayrıntı olmasa filmin İstanbul gibi dünyanın en güzel şehirlerinden birinde çekildiğini anlayamayacağız.
Hatta fragmanını izlediğimde Fatih Akın’ın şu, Almanya’da çektiği, içinde iki toplum arasında kalan ve batılılaşmayı mayasına yediremeyen ruhların yoğun bunalımını barındıran filmlerine benzetmiş, herhalde orada çekildi demiştim.Yani seyirciyi dinlendirecek manzaralar kullanılmamış bu filmde.İki kez deniz görünüyor o da adamın uçurumun kenarına gelmesiyle.
Anne çok çirkin, yaşlı, ışık ve makyajla daha da itici hale getirilmiş bir kadın (ama çok iyi oyuncu )
İnsanı kadından yada yaşlanmaktan tiksindirebilecek kadar kötü, sadece bu görüntüler bile karanlığa itiyor ruhu.


İşte bu karanlık filmde o anneyle yaşamak gerçekten çok zor ama iyiliğini kaybetmiyor adam
sonunda ne olacak acaba diye beklerken arka sokalardan esrar bulup annesinin sigaraları içine sarıp bütün gece kafa bulmasını sağlıyor kendi de şarapla beraber bolca esrar içiyor.Kadının korkuları ve bunca aklını yitirmesiyle ilgili olarak burada zihninden açılan bir pencerede geçmişe gidilip bilgi veriliyor.
Meğer kadın genç bir kızken kaçırılıp günlerce tecavüz edilmiş, sonra dönüp evine geldiğinde aile bunu herkesten saklamış, hamile kaldığı anlaşılınca kapıcıyla 3 ay süren sahte bir evlilik yapılarak güya ailenin namusu temizlenmiş ama kadın ruhen bir daha hiç düzelememiş, yaşaması için tek sebep olan oğluna bağlanmış ve onu boğacak derecede koruyucu bir anne olmuştur.Yalanlarla başlayan bir özgeçmişten sıyrılamayan kadın kendine sahte bir dünya kurmuş ve içine sadece oğlunu almıştır.Filmin sonlarında, kadına söyletilen ve afişe de taşınan tek cümle ” Ölmek kolaydı ama sen vardın” olmuş.Aşırı baskıcı bir anne var önce kızıyor, hallerinden iğreniyor ama sonra sebeplerini öğrenince acıyor, üzülüyorsunuz.
Ama sonunda ikisinin de kafası esrarla iyiyken motora atlayıp karanlığa doğru ilerlemelerine daha da karanlığa düşürülmelerine bir anlam veremiyorsunuz.


Gönül kapılarına vurulan kilitleri ışıkla kırdırmasını bekliyorsunuz senaristten.Ama nafile, dilerim bir dahakine diyerek çıkıyorsunuz girdiğiniz karanlık dünyadan alışveriş merkezinin ışıltılı, yalan, zengin, görünüşte mutlu dünyasına.
Yanımdaki teyzelerin her şeye bir yorum yapan homurtularına, sevgilisiyle gelen şımarık kızların bir daha gelmeyelim böyle eğlencesiz filme aşkımmm sözleri arasında, uzun ince bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece, ulaşmak için menzile gidiyorum gündüz gece ,çalıyor zihnimin odalarında, ve Aşık Veysel’in mısraları düşüyor dilimden; “ Hakikat da hep hayaldır/Hayat filime misaldır/İşler güçler hep sinema."


Bu filmden bana kalan mı, sadece hüzün...insanların bunca karanlığına hüzün…Işığa bu kadar ihtiyaç duymamıza rağmen anadoluyu mayalayan kaynaklara yönelmek yerine, gözünü çoktan doğuya dikmiş batının eskiliklerinde debelenmemizin hüznü.
Gün gelecek güneş batıdan doğacak demişler ya, galiba doğudan yükselen hakikatin çığlığı batıdan sinince üstümüze dağılacak karanlıklar içimizde.
Işığın gelip karanlıklarımızı boğması dileğiyle…


HANDAN GÜLER

7 yorum:

Adsız dedi ki...

ama sen bütün filmi anlatmışsın :))

Unknown dedi ki...

evet uçandepik film eleştirisi yazmadım ki, filmi anlattım :))
kamu hizmeti yani:)))

H;M dedi ki...

...Gün gelecek güneş batıdan doğacak...
Son cümlenizi alıp şunu eklemek istedim, O güneş Doğu'dan doğdu 1400 küsur yıl evvel.. görmek isteyen görüyor istemeyende nasıl yumuyorsa artık gözünü göremiyor...!

Unknown dedi ki...

batıdan gelmeyince anlamıyoruz ya biz doğumuzdan geleni bu toprakları mayalayıp cihana hükmetme fırsatı sunan ışığı göremiyoruz ya biz ondan dedim batıdan gelirse farkederiz belki
mesela kutadgu bilig kaç kişice okunmuştur? ilk bu eseri farkedip dünyaya tanıtanlar alman ve frs bilim adamlarymış güya eser bizim özkaynaklarımıza dönmeliyiz vesselam

aysema dedi ki...

Sevgili Bahar Gelsin,

İlgiyle okudum yazdıklarınızı. Ben konuya girmek istemedim kendi değerlendirmemde. Çünkü çok yeni bir film, izlemeyenlerin tadını kaçırmak istemedim.

Teşekkür ederim ziyaret edip haber verdiğiniz için... Yine beklerim.

Unknown dedi ki...

hoşgeldin aysema
ben baştan belirttim filmi anlattım diye seyredecekler için bir uyarı olsun istedim
lakin gidemeyenlere de katkım olsun diye yazdım
çağan ırmağı ve kamerayı kullanışını severim ama biraz daha umutlu olsa ...
ziyaretiniz için teşekkür eder gene gelin derim

cografyacı dedi ki...

handan abla ben hiç begenmedim.. bir Çağan Irmak birde Derya Alabora için izledim..Bilmiyorumda izlediğime değmedi aklımda kalan tek şey karanlıktan çıktıkları o an ki sahne izlemeye değer..Gerisi boş.

LinkWithin

Blog Widget by LinkWithin