İşitin ey yarenler aşk bir güneşe benzer Aşkı olmayan kişi misali taşa benzer Taş gönülde ne biter dilinde ağu tüter Nice yumşak söylese sözü savaşa benzer Aşkı var gönlü yanar yumuşanır muma döner Taş gönüller kararmış sarp kah kışa benzer
8 Aralık 2009 Salı
“HAYAT SUNULMUŞ BİR ARMAĞANDIR”
“HAYAT SUNULMUŞ BİR ARMAĞANDIR”
Bir sabah işe geldiğimde odamızda oturuyor, iş arkadaşıma heyecanla bir şeyler anlatıyordu. Geçip masama oturdum ve hafızama sordum onu, acaba nerden hatırlıyordu bu simayı? Ben düşüncelerimde gezinirken gözlerinin üzerimde olduğunu fark ettim. Arkadaşım da bunu anlamış olmalıydı ki, sizi tanıştırayım dedi. Öylece tanıştık, usulen hatır sorup ayrıldık.
Caddede ilerliyordum hızlı adımlarla. Hafızam sorduğum soruya cevabı henüz yollamıştı. Doğru, biz daha önce aynı okulda okumuştuk bir süre. O benden iki sınıf yukarıda, burnu havadaydı o zamanlarda. Çerçevesiz gözlükleri vardı, sarışın kıvırcık saçları, ukala tavırları, etrafını saran çömezlerin üzerinde ağırlığı. Topluluk içinde fark edilen bir ışığı. İşte bu yüzden zihnimde kalmış olmalıydı.
Sonrasında aylarca görmedim onu. Sadece iş arkadaşım askere gidecekken uğurlamaya gelmişti bir akşam.Ertesi sabah karşı masamda arkadaşının yerine işe başladığında, offf bu ukalayla işimiz var diye düşünmüş, bürokratik bir gülümsemeyle düşüncemin önüne perde çekmek istemiştim.
Gerçekten de bilginin getirdiği bir ağırlık vardı üzerinde.Zamanla ukalalık kelimesini yanlış yerde kullandığımı fark etmiş, doğru kelimenin vakar olduğunu anlamıştım.
Zaman içinde iyi bir ekip olmuştuk onunla.Her yere beraber gidiyor, kelimeleri kullanmadan anlaşabiliyorduk. Birbirimizin sorularına ve sorunlarına duyarsız kalmıyor, ortak okumalar yapıyor, kısacası hayata aynı pencereden bakıyorduk.
Masasına geçerken bana kendi elleriyle doldurduğu mis kokulu çaylar getiriyor, kahvemi sütlü hazırlıyordu. Açsak ve biz dışarıdayken yemek yenmişse büroda hemen mutfağa giriyor bir şeyler ayarlıyordu. En çok ekmeğe salça sürüp yemeği seviyordu. O salçalı ekmek bana çocukluğumun mis kokulu taş fırın ekmeklerini, tepsilere dökülüp teraslarda güneşle pişmesi beklenen domates salçalarını, hamide halayı anımsatıyor, kişisel menkibemin en güzel sayfaları arasında dolaşmak içimi sevinçle dolduruyordu. Evet, onun yaptığı her şey beni mutlu ediyor, yüzüme gülücükler bırakıyordu.O da benimle vakit geçirmekten hoşlanıyor gözlerimin içine baktıkça bembeyaz yüzü kızarıyordu.Buna rağmen iş dışı bir diyalog kurmuyor, belki de bundan korkuyorduk.
Kısa zamanda işi öğrenip ustalaşınca onu sıksık şehir dışına iş seyahatine gönderir olmuştu patronumuz Mehmet Bey. Bir gün beni odasına çağırıp yeni iş gezisinde işlerin yoğun olduğunu benim de onunla gitmem gerekebileceğini söylediğinde hayır demiştim bu üç günlük geziye gidemem, beni affedin ama onunla gidemem. Yüzüme bakıp gülümsemişti; sana ve kendine niçin işkence yaptığını anlayamıyorum, bu belki onun için bir fırsat olur. Birbirinize o kadar yakışıyor, beraber olduğunuzda öyle bir sinerji yayıyorsunuz ki ortama, gençliğimi hatırlıyorum size baktıkça. Aşkı anımsıyor, içimi ısıtıyorum masum bakışlarınızda dediğinde bana, bir yanlış anlaşılma olmalı bizim onunla böyle bir mevzuda tek kelime etmişliğimiz yok, sadece ülkü birliği ve bu iş bizi yan yana koyan demiştim telaşla. Külahıma anlat dercesine gülmüş, fırsatı kaçırıyorsun bak, iyi düşün diye ısrar edince Mehmet Bey, uzun yola gidemem onunla diyerek çıkmıştım odadan. Lavaoboya koşmuştum gözyaşlarıyla. Niye ağlıyordum ki şimdi, sen bilirsin demişti patron oysa. Hem şimdi ne olduğunu sorar, dayanamazdı gözyaşlarıma. Mehmet Bey haklı mıydı yoksa? Bizim dışımızda herkesin gördüğünü söylediği bir hal mi vardı üzerimizde. Bunun için mi gülümsüyorlardı bizi görünce?
On dakika sonra onu çağırmıştı Mehmet Bey odasına. Kapıyı da kapattırmış uzun bir konuşma yapmıştı onunla da.Neler konuştuklarını hiçbir zaman öğrenememiştim ama odadan çıktığında gözünün kenarındaki gözyaşı çok şeyi anlatmıştı bana.Hızla odaya girip çantasını toplamış bordo beresini takmış, acil bir yere gitmem gerek diyerek çıkmıştı işyerinden.Koşup pencereye arkasından bakmıştım uzun uzun.Acelesi olan biri için yavaş yürüyor sık sık eliyle gözlerini siliyordu o da.Onu öyle görünce ben de tekrar başladım ağlamaya.Hava kararırken yavaşça, simsiyah bir perde çekivermişti ruhuma.Ben de çıktım ardından ters istikamette karıştım kalabalığa.Nedense eve gidip elimdeki anahtarla yalnızlığın kapısını aralamak gelmedi içimden, dolaştım sokakları anlamsızca. Peri bacalarına girdim sonra.Loş ve dumanlı bir mekandı burası ama yemeklerinin üzerine de yoktu hani.Oturdum bir masaya siparişimi verdim, en acılısından adana, yanına şalgam suyu, salata.Birden arkamdan bir el sigara diyerek paket uzatıverdi bana.Sevdiğim, aşina olduğum bir sesti bu, sağolun bildiğiniz gibi kullanmıyorum demiştim gülümseyerek arkadaşıma. Bir şairdi o, halimi görünce hemen geldi yanıma, başladı konuşmaya. Yemek yedim ben, sessizce dinledim bir de, okuduğu şiirlerde düşledim onu tüm sıcaklığıyla. Ne yapsam gitmiyordu gönlümden küçük balköpüğü bir çift göz. Hadi artık kalkalım sen eve geç kalma dediğinde arkadaşım künefelerimizi henüz bitirmiştik. Dışarı çıktığımızda hava soğuktu, mevsimin normallerinden de fazla.Yürüdük karanlıklarda, birkaç araba gürültüsü kalmıştı sokaklarda Hiç konuşmadık yol boyunca.Evin önüne geldiğimizde dönüp bana baktı arkadaşım ve ne zaman susmak istersen beni ara, seninle susmayı bile seviyorum demişti usulca.O günden sonra ne zaman susmak istesem bir telefon kadar yakın oldu arkadaşım. Konuşmak istediğimde de başka bir adres aramaz oldum zamanla.
O ise gittiği tatil beldesindeki sıcacık havaya, işleri kolayca halledip gezmek için çok vakti kalmasına rağmen otele tıkılıp kalmış ertesi gün büroyu aramıştı.” canım sıkılıyor, orayı çok özledim biliyor musun demişti bana.Özlem benim de büründüğüm bir şaldı o aradığında.”Buralar da yokluğunu hissediyor çabucak gelmeni diliyor şehir demiştim”, usulca.
Birkaç gün sonra seyahatten dönüp işyerine geldiğinde kabuğumdan çıkıp kavuşmuştum neşeme. O da tüm yorgunluğuna rağmen huzur doluydu özlediği şehre kavuşmasıyla. Bir hediyesi vardı bana: Bir şiir kitabı, ben pek anlamam ama sen seversin diyerek uzatmıştı pembe renkli o kitabı. Nasıl sevinmiştim ondan aldığım bu küçük kitaba, gözlerimle kucak dolusu teşekkürlerimi sunmuş masama geçip hemen başlamıştım okumaya. Radyo açıktı büroda.Kıraç çalıyordu fonda:
“Ne olurdu benim olsan, şu yaralarımı sarsan
Bıktım artık yol almaktan önüme çıkıp durdursan”
Bu şarkıyı seviyorum demişim dalgınlıkla. İçime işleyen bakışlarıyla gülümsemiş ben de demişti, ben de seviyorum.Ona baktığımı fark edince telaşla şarkıyı yani şarkıyı seviyorum demiş, koşarak çıkmıştı odadan çocuksu bir edayla.
Şarkı defalarca çaldı o gün içimin kuytularında, acı bir tebessüm yerleşmişti artık dudaklarıma:
“Ne başkası oldu ne de olacak
Sen çalmazsan kapım açılmayacak
Şimdi içimde yanan bu ateş
Sanma ki bir son bulacak
Hiç utanmam gülüm divaneyim
Parçalanmış dünyam viraneyim
Seni her şeyden çok çok istedim
Vuruldum avareyim
Ne olurdu benim olsan
Şu yaralarımı sarsan
Bıktım artık yol almaktan
Önüme çıkıp durdursan
Gidiyorum buralardan
Tüm rüzgarlar senin olsun
Benden ayrı rüyadasın
Dilerim bir gün uyanırsın
Yıllar sonra bir gün yaşlandığında
O ipek saçların ağardığında
Kuru yaprak gibi dağıldığında
Kalırsın tek başına
Oysa seni ne çok ne çok sevmiştim
Tüm çiçeklerimi sana dermiştim
Şimdi ellerim boş yüreğim sarhoş
Oysa neler ümid etmiştim…Ne olurdu benim olsan…Şu yaralarımı sarsan
bıktım artık yol almaktan önüme çıkıp durdursan…
Elimde,
Eski bir aşktan kalma tutku damlacıkları
Arkamda,
Diz boyu balçık hatıraların çığlığı var
Yırtmış atmışım her şeyi,
Bir ben kalmışım ortada
Bir de sen içimde,
Taa şuramda...
Kendimden geçiyorum
Özlemişim seni bir tanem
Gel döndür beni bu yollardan
Hadi bekliyorum…
Uzun uzun bekledim sonra…gecesi yıl gibi geçen aylar boyunca.Her teklifi dışlarcasına, ortak bir acıda ruhum kül oluncaya kadar bekledim onu sabırla.
Bir gün şair arkadaşım şiir gibi cümlelerle onun yanında iltifat edince bana nedense birbirinden hoşlanmayan bu iki adam soğuk bir savaşa girdiler akıllarınca. Şair dostum gitti sonra. Ardından yanıma geldi ve bana “Ne oluyor, rahatsız ediyorsa döveyim!” dedi gözlerinden ateş çıkan bir öfke patlamasıyla. “Hangi sıfatla ?” diye sorduğumda kala kaldı oracıkta. Çarpıp kapıyı çıktım ben de sisli havanın içinde el yordamıyla yürürken yolda gönlüm çoktan takıldığı taşın etkisiyle düşmüştü toprağın bağrına.Yüzü gözü çizilmiş, kanamıştı her zerresi acıyla.
Ertesi sabah işe geldiğimde selamlamamıştım onu, geçmiştim masama. Etrafımda dönüyor beni güldürmek için türlü komiklikler yapıyordu ama bu sefer düşmeyecektim tuzağa. “Gidiyorum bu şehirden “dedim ona, “Az bir zaman kaldı, yeni maceralara yelken açmaya.”Yüzü düştü oracığa lakin kelimeler yol bulup çıkamadı sıkıştığı yerden. Oysa tek bir kelime deseydi bana, “kal” deseydi, “gitme” deseydi, oracıkta hediye ederdim hayatımı ona. Ama kendine rağmen tek kelime diyemedi, öylece radyoda çalan Sibel Can’a eşlik etti mırıldana mırıldana “Kanasın bırakın yaram kanasın
Kaderimse böyle sevmek, bırakın anam ağlasın” .
Ertesi gün gelmedi işe…Daha daha daha ertesi gün de.Öğrendik ki işten ayrılmış ve veda ziyaretini bir süre geçtikten sonra yapacakmış büroya.Girdiği gibi hızlıca çıkıvermişti hayatıma.
Ondan sonra aylarca her telefona acaba kim arıyor heyecanıyla koşmuş, her geçen gemide o da olabilir edasıyla el sallamıştım da balçık hatıralardan yakamı kurtaramamıştım epey bir zaman.
Yıllar sonra hala bu şarkıda eşlik ediyorum Kıraç’a :
“Ne olurdu ,benim olsan, şu yaralarımı sarsan.
Bıktım artık yol almaktan önüme çıkıp durdursan…
Hayat iyi bir eğitmen, bize gerçekleri fark ettiren : Hayatta bazen bize sunulan hediyeleri almaz, alamayız, acısını da bir ömür yaşarız .Ama zaman bize karanlık görünen bir yolun da nice güzel çiçeklerle dolu olabileceğini gösterir.Hatta kader almadığımız hediyelerden daha güzellerini çıkarır karşımıza, güldürür yüzümüzü o heyecanla.
Hayatın kendisi sunulmuş bir armağanken bize ne kadar güzel yaşarsak hediyeyi verene teşekkürümüzü sunmuş oluruz, minnetle.
Hayat güzel, “Mevla’m görelim neyler, neylerse güzel eyler “ penceresinden bakıverince.
HANDAN GÜLER
-öykü atölyesi için yazılmıştır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
8 yorum:
çoooooooook güzeldi ya...yazıyı ilk gördüğümde sakin kafayla okumalıyım diye geçirdim içimden ..iyikide öyle yapmışım :) cidden çok hoş bi anlatım..yaşanmış bir olay da olabilir...anlatım harika...
Dünya dediğiniz abiler
Aha benim şu yüreğim kadar
Abiler hayat dediğiniz
Ne kadar gülebiliyorsak o kadar
Boş verin ötesini
Sallayın gitsin dünyayı
Paramız yoksa da haysiyetimiz var
Ey gözünü seviyim zeytinin, taze ekmeğin, çayın
Bakmayın, benim de canım elbet çeker
Şöyle tereyağlı bir buçuk iskender
Yine de olsun
Kesmedikten sonra selamı Bakkal Ender
Bir de bizim takıma gol olmadıktan sonra
Ve de en kıyağından
Ve de en ağırından bir şarkı patlatınca Müslüm bana
Ne gam, ne tasa, ne fırtına, ne kar
Boş verin abiler
Paramız yoksa da haysiyetimiz var
Şimdi beni iyi dinleyin
Canımdan öte ve de
En kıymetli sevdiğim muhterem arkadaşlar
Durumum ortadadır
Hayat bana da sağlamına harbi bir çelme takmıştır
Nevrim dönmüş, midem bulanmış gözlerim kararmıştır
Cümlenize olan bil cümle borç edavatım
Üç vakte kadar askıya alınmıştır
Ha biraz idare edebilirseniz eğer
Bi de kahveci Nuri'den rica edebilirseniz
Kesmezse tavşan kanı günde üç bardak çayı
Elbet bu feleğin paslı çarkı
Bi gün benim için de döner ve düşeş gelmese de
Gelirse eğer zarımız mesela bir dubara ve hele dört cahar
İşi kolayladık sayın
Ve de inanın ki abilir
Paramız yoksa da haysiyetimiz var
Dalgalan bakalım kız kulesi önündeki dalgalar gibi kalbim
Hayıflan bakalım hiç kimselere belli etmeden geceleri yorganın altında
Yazıklan bakalım bu da revamıdır hayatının baharında bi delikanlıya
Hep kısa çöpü ben mi çekeceğim
Hep bana mı denk düşecek çarkı feleğin iflası
Hep ben bileceğim başkalarımı kapacak beşyüz milyarı
Hep ben sevip eller mi alacak Aslıyı, Leylayı
Batsın bu dünya, sende mi Leyla, itirazım var yalana dolana
Ve ben böyle dolana dolana
Ellerim cebimde dudağımda ıslığım başımda eski alemlerin sarhoşluğu
Orhan Veli tadında basıp voleyi yürüyeceğim hayatın sonuna kadar
Hiç tasalanmayın abiler
Paramız yoksa da haysiyetimiz var
Son bi kere öpmek isterim gözlerinizden
Son bi kere sarılıp ağlamak geçer içimden
Ama vicdan yapıyorum sanırsınız diye korkuyorum
Vallahi içimden öpmek geliyor en kral arkadaşlarımı
Ayhan Işığı, Sadri Alışığı, Erol Taşı
Adamın gönlü şarkılar söyleyip unutmak istiyor garibanlığı
Adamın canı hesapsız dostlarını çekiyor
Dalgasız dümensiz yoldaşlığı
Mahalle arasında gazozuna maç yapıp yenilmek çekiyor
Komşunun kızına mektup yazıp
Çarşamba pazarında el altından vermek geçiyor
Bazen sıcak ekmek
Bazen seyyardan sabah poğaçası çekiyor
Adamın canı bağıra bağıra ağlamak çekiyor gece mehtabına karşı
Langa dan hıyar, Beyoğlu'ndan adam çekiyor
Ne yalan söyleyim biraz kırgınlık da var
Yine de boşverin abiler
Paramız yoksa da haysiyetimiz var
Dünya dediğiniz abiler
Aha benim şu yüreğim kadar
Abiler hayat dediğiniz
Ne kadar gülebiliyorsak o kadar
Boş verin ötesini
Sallayın gitsin dünyayı
Paramız yoksa da haysiyetimiz var
İBRAHİM SADRİ
(Yaşadıklarınızın benzerini yaşadım yaşadıklarımın benzerini yaşamışsınız...)
beğenmene sevindim pabuççum:))
merhaba dertsiz çoban
eklediğinz şiir ibrahim sadrinin sesinden çok sevdiğim bir şiirdir sağolun
Kelime Oyunları veya Fotoğrafın Dili ile ilgili çalışmalarınız için yorum bölümüne yazmış olduğunuzu belirtmeniz ve sayfanızın linkini bırakmanız yeterli oacaktır.
Ayrıca bu şiir gibi anlatımınızla çok güzel bir öykü olmuş, güzel yüreğinize sağlık.
Sevgiler.
Dilek / Öykü Atölyesi
Gerçekten güzel bir öykü,
önce okurken gerçek sandım ta ki sonuna dek, güzel bitsin istedim.
Sonunda öykü (gerçekte olabilir.)bitti, istemediğim bir şekilde.
Yüreğine sağlık...
sevgili yıldız yağmurları
bilgilendirmeniz için teşekkür ederim öncelikle uslubuma yaptığınız nitelendirme beni onurlandırdı şiir yazmıyorum şir zor bir şey...ama onu anımsatan bir şeylern çkması da hoşuma gdiyor sağolun
sevgili yaşamın kıyısında öyküyü beğenmene sevindim hayattan yansıyan şeyler öyküler dolayısıyla hayat gibi hüzünlü oluyor çoğu zaman:((
Yorum Gönder