İşitin ey yarenler aşk bir güneşe benzer Aşkı olmayan kişi misali taşa benzer Taş gönülde ne biter dilinde ağu tüter Nice yumşak söylese sözü savaşa benzer Aşkı var gönlü yanar yumuşanır muma döner Taş gönüller kararmış sarp kah kışa benzer
1 Mart 2010 Pazartesi
"Kadının ve erkeğin kendileri olarak katıldığı bütünlüklü bir hayata yazılmak, hayatı da kendimizi de ‘tam’layacaktır" diyen NİHAT DAĞLI'dan İYİ BİR YAZI...
KADINA VE HAYATTAKİ DURUŞUNA KENDİ HİKAYESİNDEN İNCELİKLİ SOSYOLOJİK BİR BAKIŞ ...İYİ BİR YAZI...
Nofa: Erkekten arta kalan (mı?)
Nofa, dedemin eşi, yani ninem. Çok az bildiğim çocukluğumun, o çok az yaşadığım çocukluk yurdumun hamarat kadını. Bölgede yaşanan hayatın/kültürün önemli isimlerinden birinin eşi, dört kız bir erkek beş çocuğun annesi, onlarca torununun ninesi. Devamlı misafir ağırlayan bir evin, hemen her gün onlarca insana yemek çıkaran bir mutfağın vazgeçilmez kadını…
Dedemin büyükçe odasında çoğunlukla misafir olurdu. Gelenler ya ilçenin mülki amirleriydi, ya uzaklardan sorunlarına çözüm bulmak üzere dedemle görüşmeye gelenlerdi ya da siyasilerdi. Misafir, yemek demekti biraz. Dedemin misafirleri için beslediği hayvanlardan biri kesilir, ninem bunu yemeğe yetiştirirdi. Bu yüzden ben Nofa’yı, hep yemek yetiştiren bir kadın olarak hatırlarım. Dedem bir hayat yaşıyordu; geçip giden hayata müdahale ediyor, bu hayatın ön sıralarında yerini alıyordu. Ninem ise, dedemin böylesi geçen hayatına sadece katkı yapan biriydi; dedeme ve hayatına eklenmiş bir şey gibiydi. Dedem yüzlerce hayata kendisi olarak sokulurken, o, geride, dedemi besliyordu; evini bekleyerek, misafirlerini ağırlayarak…
Bir gün dedem, hızlı ve yoğun geçen o hayattan düşmüşken, önemli bir figürü olduğu bölgenin ve hayatın uzağında bir yerde vefat etti. Vefat etti ve yıllar öncesi yeniden hatırlandı. Dedemin bir şekilde sokulduğu ne kadar hayat, bu hayatın sahibi ne kadar insan varsa cenazesine koştu. Cenazesinin konvoyuna takılan araba sayısı yüzleri buldu; köy ve mezar, görülmedik bir insan kalabalığını misafir etti. Hacı Mustafa Dağlı ölmüştü; bir tarih, önemlice bir dönem sayfalarını kapatmıştı. O tarihe doğmuş, döneme tanıklık etmiş yüzlerce insan taziye için çocukluğumun yurduna yürümüştü. Hayır, bu sefer dedemin misafirlerine çıkarılan yemeklerin yapıcısı ninem değildi; o, dedemin son nefesini verdiği uzaklarda, dedemin vefatından habersiz hasta yatağında yatıyordu.
Dedemin vefatından bir iki ay sonraydı. O hamarat, o hep bir şeyleri yetiştirmek adına sağa sola emirler verirken gördüğüm Nofa’yı, yani ninemi yatağında beni tanımaz halde bulmuştum. Yanı başına oturup onu birkaç kelamın içine çektiğimde, bir şeyleri hatırlar gibi olmuş, ismimi telaffuz etmiş, ağlamaya başlamıştı. Eşi, dedem, Hacı Mustafa Dağlı yoktu; kendilerince olan hayatları çoktan kepenkleri kapatmıştı. Dedem gitmiş, o da gitmeye koyulmuştu. Net olan buydu, ama derinden bir şey daha kendini öne çıkarıyordu. Sanki Nofa, dedemden arta kalan bir şeydi. ‘Erkek’çe kurgulanmış bir hayatta, sadece erkeğine eklenmiş bu kadın, yaşadığı ama doğduğu yerlerden uzak bu bölgede, o evde arkaik bir şey gibi duruyordu. Dedemden geriye bir şey olarak yaşıyordu.
Şehirlerarası bir yolculuğa hazırlanırken onun vefat haberini aldım. Cenazesi, hayatının geçtiği, çocukluğumun yurduna götürülecekti. Dedemin şimdi yattığı yere, eşinin yanı başına gömülecekti. Annem cenazeye yetişmek üzere yola koyulurken, ben başka bir şehre uzanırken Nofa’yı, erkeklerin hayatına eklenmiş kadınları düşündüm. ‘Erkek’çe kurgulanmış bir hayata eklenirlerken, erkekten bağımsız bir şey olarak yaratılan kadınlıklarını çizen, kendilerinden vazgeçen bu kadınları anlamaya çalıştım. Sadece erkeklerin yaşadığı ve kendilerini ortaya koyduğu bir hayata erkekten bağımsız katılmayan; erkeğin hayatını biraz daha vurgulayan, bunu besleyen yan unsur oluşları üzerinde durdum. Kadın duyarlığından, inceliğinden ve derinliğinden uzak; erkeksi, sert, katı bir hayattan çıkıp geldiğimi, bunun sonuçlarına maruz kaldığımı fark ettim. Bir erkek olarak kendimi suçlu hissettim. Nofa’ya ve şimdilerde ölümlerini bekleyen anne ve ninelere haksızlık yapıldığını düşündüm. İçim acıdı…
Nofa’nın, yani ninemin vefat ettiği eve gittiğimde; ölümünü, cenazesini, mezarını, dedemin yattığı yere ninem için taziyeye gelenleri sordum. Anlatılardan çıkan şuydu: Ölen sanki Nofa değil de, Hacı Mustafa Dağlı’nın eşiydi. Ninem, dedemin eşi oluşuyla insanları ilgilendirmişti. Dedemin hayatına çalışan bir yan unsur olarak yaşamış ve dedemden arta kalan bir şey olarak ölmüştü. Dedem tam da şimdi ölmüştü; kendisinden arta kalan Nofa da vefat edince, dedemin defteri tamamen kapanmıştı. Bu yakıcı bir yanlış! Erkekten bağımsız bir şey olarak yaratılan kadına büyük bir haksızlık! Hayatı sadece erkeksi veya kadınsı yüze sığdırmak, hayatı eksiltmektir. Kadının ve erkeğin kendileri olarak katıldığı bütünlüklü bir hayata yazılmak, hayatı da kendimizi de ‘tam’layacaktır.
Nihat Dağlı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder