2 Ağustos 2010 Pazartesi

YANMAK İÇİN SIRASINI BEKLEYEN KURUMUŞ TÜTÜN YAPRAKLARI KADAR YALNIZSINIZ…

Bu yazı 01.08.2010 tarihinde  EDEBİSTAN'da yayınlanmıştır.


YANMAK İÇİN SIRASINI BEKLEYEN KURUMUŞ TÜTÜN YAPRAKLARI KADAR YALNIZSINIZ…                                                                                           
                                                                       “Ve anladı ki,yalnızdı... Ama yapayalnız da değil...
                                                                        Yaşıyordu beraberce, karşısındaki hiç kimseyle...”
                                                                                                                                          (Cemal Süreya)
Siz hiç aşık oldunuz mu?
Sabahın nasıl olduğunu anlamadığınız sancılı, uzun gecelerden geçtiniz mi?
Onu kısacık da olsa görebilmek için aylarca bekleyip hayaliyle yaşadınız mı?
Baktığınız her şeyde onu görüp, yediğiniz her lokmanın lezzetini ona da tattıramamanın burukluğu acılaştırdı mı aldığınız zevki?
Yalnızken bile iki kişilik attı mı kalbiniz? Endişelendiniz mi onun için, nerede şimdi, ne yapıyor acaba diye düşünüp dua ettiniz mi hiç, aşkın gücüyle?
O’nun sizin aşkınızın farkında olmadığı zamanlarda bile coşkunuzdan bir şey yitirmeden içinizde büyüttünüz mü hayalini?
En kalabalık yerlerden ya da yalnız gecelerden onun yanına kaçtınız mı? Günlerce gecelerce konuştunuz mu onunla içinizden, şahidi kıldınız mı hayatınızın ?
İçinizin ona ait vadilerinde dolaştırdınız mı ellerinden tutarak, uçurumlarınızı, rüzgarlarını, bulutlarını gösterdiniz mi?
Durmadan yeni görüntülerin saldırısına uğrayan algınız, değiştirip dönüştürürken sizi, unutma rüzgarı, zihinden kalbe uzanan o çileli yolda, bir onun adının olduğu semte uğrayamadan çekip gitti mi?
İçten dışa, dıştan içe kasırgalardan geçerken yaşamınız, bir tebessümüyle ateş büyürken içinizde, hiç tutmadığınız ellerine kenetlenip olduğunuz yerde durabildiniz mi?
Üzdüğünde sizi hayat, onun kucağına yatıp hıçkıra hıçkıra ağlamak istediniz mi?
Sevindiğinizde, hani çıkarken bulutların üstüne, yanınızda bir onun olmasını dilediniz mi?   
Sayfalarca süren sayısız mektuplar yazdınız mı? Her mektupta  “hayallerinize giydirdiğiniz esvap” a tutkun akıp gitti mi kelimeleriniz? Oturduğunuz kalktığınız, gezdiğiniz gördüğünüz yerlerden büyük bir heyecanla bahsettiniz mi ona? Ama onsuz her resmin eksik olduğu notunu düştünüz mü her defasında?
Aşkınızdan başka her şeyin, herkesin görüntüsünü yitirdiği vakitlerin cenderesinden geçtiniz mi?
Ve bir gün kelimelerin bittiği o yere geldiniz mi?
Sözcükleri rahat bırakalım bu gece dediğinde size eşlik eden hayali,  tereddütsüz kabul edip teklifini, zihninizin gürültülerden arınmasına izin verdiniz mi?
Her şeyi örttüğü gibi, sizi de örtsün gece şefkatiyle diye dilediniz mi yıldızlara bakarken?
Evlerin ışıklarının tek tek kapandığı saatlerde, bir kaçışa sığındığında insanlar, siz ve flu suretli hayaliniz,  yani o ve kendiniz  sustunuz mu bütün gece?
Gömdünüz mü iki nokta üst üste binmiş hallerdeki köşeye sıkışmışlığı en derinlere…
Virgülün yükünü aldınız mı sırtından, birleştirmeye uğraştığı ama bir türlü beceremediği cümlelerden azade kılıp, üç gün kafa izni verdiniz mi…
Nokta, bakarken gözünüze… Hadi sen de git bakalım dediniz mi?
Üç nokta, ezile büzüle çıkınca huzurunuza, bakınca yalvaran gözlerle…Yok …Sen gidemezsin…Bu gece nöbetçisin dediniz mi?
Okulun bitiş zili çaldığında, mutlulukla koşan çocuklar gibi kelimeler, özgürlüğün rüzgarıyla savruldular mı evrene, konuşmadığınız o gece…
Ve farkına vardınız mı içinizdeki yalnızı susturmak için ne çok kelimeyi tutsak ediyormuşsunuz gündüzlerde…
Birden “Az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik… Bir de ne görelim…Bir arpa boyu yol gittik” hakikatine tosladınız mı sessizlikte… Camdan kalbinizin içindeki hayal, paramparça olup kavuşma arzunuzu biranda alıp götürdü mü siz bakarken ardından hüzünle?
Bir kez daha çuvalladınız mı hatırladığınız hakikatler önünde…
İçinizde kurduğunuz şehirler enkaza çevrildi mi? Ve sonra moloz yığınlarının üzerine nerden geldiğini anlayamadığınız bir kara delik yerleşip sizi, onu, her türlü sanrıyı içine çekti mi?
Girdiğiniz anaforda tüm kelimeler, hayaller, arzular, yalanlar, doğrular her şey ama her şey anlamını yitirdi mi?
Günlerce bom boş baktınız mı eşyaya? İçinizde boşalan o koca yeri dolduracak hiçbir şey yokken etrafınızda, mecburi diyaloglara verdiğiniz kısa evet, hayırlar dışında ağzınızı bıçak açmadığı zamanlar yaşadınız mı?
Şiir okuyayım deyip sarıldığınızda kitaplara, saçma sapan geldi mi şairlerin kendilerine ait olmayan bir hayatı pervasızca sunuşları karşısında duran sevda adlı yalana?
Oysa bir arpa boyu dahi gidemediğinizi anladığınız günden kısa bir zaman önce her gece oturmuşsunuzdur  içinizdeki hayalin silueti ile, yıldız kümeleri sürekli yer değiştirirken gökyüzünde…
Onu izlemişsinizdir bütün gece… Belki bir sigara yakıp tutkuyla içmiştir gözleri gözlerinizde… Tutkuyu içselleştirmesini gördüğünüzde  bir an, sigara kağıdına sarılmış bir tütün olmak geçmiştir içinizden… Derin bir nefeste dış dünyadan sıyrılmak, onun içinde hızlıca yol alıp kalbine ulaşmak, gönül hanesinde bir iz bırakmak, bazen gelen bir öksürükle kendinizi hatırlatmak istemişsinizdir…
Her nefes alışverişte yeni bir heyecanla deveran etmek kanında, sizken, o olmak geçmiştir içinizden.
Ölesiye bir tutkuyla sevsin sizi istemişsinizdir. Gittiği yere kadar sürsün, o var oldukça içinde kalayım, sonra da onunla döngüsel dengeye karışayım demişsinizdir…    
Sigarasının küllerine bakıp nefesinin ateşinde yanınca nasıl da hafiflediklerini görmüşsünüzdür  tütün yapraklarının. Öyle ki, karışmak için toprağa hafif bir esinti yetiyordur havalanmalarına. Gri kelebekler gibi uçuyorlardır kısacık ömürlerine aşkı, yanmayı sığdırmışlığın hülyasıyla.
Hülya, rüya… Oyun, eğlence, şiir, şarkı,hikaye… Hepsi düşüyor üzerinizden arpa boyu gittiğinizi anladığınız,  duvara çarptığınız o dakika içinde… Ruhunuz enkaz altından çıkamıyor, moloz yığınlarıyla beraber çekiliyorsunuz bir kara deliğe… Sonra dua eli yakalayıp alıyor tekrar hayatın içine, O’nun aşk yörüngesine gözünüzü diktiğinizde… 
Ve oradan bakınca hayata; aşkınlaşmak bu olsa gerek, diye düşünüyor insan: Kokudan, korkudan, yakıcılıktan, yanmaktan sıyrılmak…
Geldiğin gibi toprağa karışmak için boyun eğmek kadere, güçlü bir kabullenişle.
Sarıldığınız ince bir sigara kağıdı gibi yaşam.
Ve siz, yanmak için sırasını bekleyen kurutulmuş tütün yaprakları kadar yalnızsınız aslında.
Kuruyup arzularınızdan arının diye kırdılar sizi bir sabah erkenden, görmeden güneşi daha.
Şişlediler sonra yüreğinizi, dizdiler hepinizi bir boyda… Bıraktılar sonra aşkın sıcağına.
 Renginizi kaybettiniz önce, kokunuzu, can damarınızdaki suyu emdiler sizi hazırlarken ölüme.
Ölürken öldürmeyi öğrettiler size… Oysa yaşarken ölmekti gaye, oyun bitmeden önce aşmak, aşkınlaşmak gerekmekte.
Siz hiç aşık oldunuz mu?
Geçtiniz mi aşkın duraklarını, merhale merhale?
Ve bir gün “aşkım” dediğiniz varlık da yitirdi mi anlamını, kavuşmak için gözünüzü diktiğinizde “O” yare?  
Tercihlerinizi zor olandan yana kullanıp “Dar kapı” dan geçerek girdiniz mi, kalbinizi tatmin edecek aşkın istikametine? 
Handan Güler





14 yorum:

Adsız dedi ki...

Aşk mı,ben aşkı sevgiyi insanların koskoca yalanlarına sarılı bir halde gördüm,evet hep aklın onda olur,kendini mutlu hissedersin,hayaller kurarsın,ondan emin olursun ama bir gün kalkar kaçıp gider,aşk nağmelerinin ardında acılı bir Zeki Müren parçası çalar ruhunda,inanmak istemezsin o ana,insanlara inandığınla kalırsın ancak
Mutluluğu sadece kadın erkek ilişkilerinde aranmayacağını çok iyi anlamış birisi olarak ben diyebilirim ki mutluluk ailede var
elalemin kızı için üzülmek de saçma
:D
O kadar acımasız bir dünya ki öldüğünü görür de elini uzatmaz sana gururundan :) aşk ile değil sevgi ile kalmanız dileğiyle

Unknown dedi ki...

dilerim nirvana bir gün aşkı tadarsın nirvanaya ulaşırsın:))
söylediklerinde haklılık payı var ama yine de aşık ol dilerim:))

Adsız dedi ki...

hiçte bile yalnız deyiliz

handan dedi ki...

sana öyle geliyor zakkum biliyorum ki sende çok yalnızsın

Adsız dedi ki...

Konuyla alakasız olacak ama internet ortamında bu yanlışı çok görüyorum..."ğ" harfini "y"olarak yazmak...Gerçekten Türkçe'deki o güçlü etkiyi ve güzelliği yerle bir ediyor bana göre
Handan abla ben aşk'a inanmıyorum,ayrıca Nirvana'ya bir kızı sevip de ulaşabileceğimi hiç sanmıyorum :)

handan dedi ki...

mecaziden hakiki aşka yol vardır nirvana ama kaç kişi ulaşır bilinmez genelde yardan yuvarlanırız çukurlara bazen bazıları uçmayı becerir Allah izin verirse tabi...

Adsız dedi ki...

Hakiki aşk için bedenimizin değil kalbimizin ve ruhumuzun kanatlanması gerekir,hakiki aşk Allah'a giden yoldur ama bunu herkes başaramaz dediğin gibi :)

MAVİ TUTKU dedi ki...

Aşkmı..allah öylesini nasip etmesin bir daha..

Unknown dedi ki...

bence de oka-mavi tutku kim aşka hayır diyebilir ki:)

Adsız dedi ki...

Ben derim mesela aşk'a "hayır" :/
kendimi olmayan birşey için kandırmam

Dilsuhan dedi ki...

Handan çok beğendim. Aceleyle okuduğum halde yazın beni aldı. Uçurdu, kah ben alemi izledim. Kâh alem beni... Her yazın bir öncekinin üzerinde .Bundan sonra işin zor. Kaliten ve çıtan gittikçe yükseliyor.Kalemine sağlık. Acayip beğendim. Cümleler şiir gibi.

Unknown dedi ki...

teşekkür ederim dilsuhan kalbi kalbime denk bir yürek tarafından beğenilmek de ayrı bir lezzet...çıta umarım yükselir:)) dua olsun

Tespih Taneleri... dedi ki...

Bencede guzel bir paylasim olmus, blogunu da tevafuken buldum.Harika yazilar var...Tebrikler

handan dedi ki...

merhaba tesbih taneleri
öncelikle hoş geldiniz
tevafuklar bizi güzel yerlere taşıyor hayatta şükür ki
tebrikleriniz için teşekkürler
umarım gönlünüze uygun yazılar bulursunuz
ikinci adreste sadece yazılardan bir seçki var orayı da tavsiye ederim
http://sensizyildizlarabakamam2.blogspot.com/
bir de kalemşah var oraya da bekleriz
http://kalemsah.blogspot.com/

LinkWithin

Blog Widget by LinkWithin