25 Temmuz 2009 Cumartesi

öykü atölyesi-resimlerin dili-“İKİMİZİ DE AŞAR O KAPININ ARDINDAKİ MASAL



“İKİMİZİ DE AŞAR O KAPININ ARDINDAKİ MASAL”(*)

Ter içinde uyandı.O kadar çok rüya birden görmüştü ki ,hangisinde ne vardı ilk anda bir türlü anımsayamadı.
Elini yüzünü yıkadı,aynada uykusuzluktan kanlanmış gözlerini gördü
Ardından gözbebeklerinde çakılı duran gülümsemeye baktı,bu resim hala burada mı duracaktı?
Çatı katındaki evin denizi gören mutfağında, kendine kahvaltı hazırlamaya koyuldu.
Hava alabildiğine sıcaktı .
Deniz, üzerine turkuaz bir çarşaf serilmişcesine sakindi bugün de.
Kahvaltılıkları balkon masasına taşırken komşu evin demir bahçe kapısı gıcırtıyla açıldı.Gözünü kapıya çevirdiği o anda, zihnine, bir türlü hatırlayamadığı rüyadan resimler doluşmaya başladı .
Masaya oturdu,bir yandan kahvaltı ediyor,bir yandan zihnine gelen resimleri diziyordu sıraya.
Bir kapı görmüştü düşünde,tahta,boyası eskimiş ve kapalı bir kapı.
Mavi bir geceydi, dolunayın ışığı ile aydınlanmıştı kapının önü.
Siyah kapı kolunu hatırladı sonra,özel bir kilidi yoktu kapının,sanki kolayca açılacaktı, bir merak sardı ruhunu,acaba bu kapının ardında ne vardı?
Oraya doğru yürürken birden bir taşa takıldı ayağı sendeledi,yere düştü,elleri ve dizleri kanamaya başladı.
Ağlıyordu,tıpkı çocukken düştüğü her vakit ona uzanan şefkat elini bekliyordu.Ama ne gözünün yaşını silip onu öpen ,dizlerine pansuman yapan babası ,ne de “ yavrummm…” diye yetişip bağrına basan annesi vardı yanında.Onlar artık rüyasında bile çok uzaklarda.
Kendi kendine doğrulmaya çalıştı hal böyle olunca.O sırada büyük bir gürültüyle beyaz bir kepenk indi tahta kapının önüne .
Tam da kapıyı açmak için elini uzatacaktı.Ama şimdi,uzansa, kapıyı açsa bile arada geçit vermez engeller vardı,eli metalin soğukluğunda ,yüreği kapının sıcacık kolunda öylece kalakaldı.

İnsan zihninin nasıl da muhteşem ve hızlı çalıştığını düşündü önce.Tek bir uyaran zihnindeki resimleri dizmişti gözünün önüne.Çayını yudumlarken bir kez daha, hayran kaldı insanı dizayn eden Rabb’ine.

Günlerdir uykusuzdu.
Uykusuz,umutsuz,aşık…
Nasıl geçerdi bu hal ,bilmiyordu.İlk kez böylesi derinden sarsılmıştı yüreği.Otursa oturamıyor, açık havada bile nefes alamıyordu.
Baksa göremiyor,nereye gitse, bir başka yerde rahatlayacağı hissiyle sıkılıyor,hasılı kelam yüreği kabına sığmıyordu.

Uzun bir uğraş sonrası daldığı uykularında da karışık rüyalarla boğuşuyordu.Gündüzlerdeki bu sağa sola yalpalayan ,nefs ve ruhu arasındaki düşünce harbleri zihni yoruyor, gece de rahat bırakmıyor olmalıydı.

Sofrayı topladıktan sonra,bu gün çokça şiir okumalıyım dedi kendi kendine .Kitaplığına yaklaştı, gözüne ilişen ilk iki kitabı aldı eline.Cezmi Ersöz ‘le Necip Fazıl dı bu gün bahtına çıkan hediye.

Elinde kitaplar terastaki şezlonga uzandı.
Hafif bir meltem de başlamıştı.
Rastgele bir yeri açtı ,şiirin başlığı, “Acıyla Erir Yüzüne Aşık Çocuk”tu.

“Ne zaman yüzüne baksam ,yalnızlığın o mutlu gerilimi
O öksüz göl hızla derinleşir,
biliyorum, acılarım hiç bitmeyecek, bu öyle bir yeşil “

Durdu burada ,gerçekten acılar hiç bitmez miydi bu hayatta, engellerin biri bitse yenisi mi gelirdi peşinden ?

Sevenler hiç kavuşmaz mıydı,ya kavuşurlarsa ,birbirlerini sevmeye devam ederler miydi aynı aşkla?

Sorumlulukların yırtıcı pençesinden kurtarıp sevdalarını beslerler miydi mesela ?

Yoksa yaklaştığınca ,yaklaştığından ayrı mı düşerdi insan?
Kelimelerin kalplerde açtığı tuzaklar mıydı romanlardaki, masallardaki aşklar,yoksa hayat başlı başına mı tuzaktı?

Yakınlık aslında bir turnosol kağıdı mıydı ,Necip Fazıl ın
“Neye yaklaşsam ,sonu uzaklık ve kırgınlık,
Anla ki,yok Allah’tan başkasıyla yakınlık…”mısralarını ispat için kullanılan.

Ya yalnızlık? Mutlu bir gerilim mi doğururdu sancılarından, yoksa mutluluk mu insanı yalnızlaştırır,koparırdı bezgin kalabalıklardan.

Sahi insanlar isterler miydi bir diğerinin mutluluğunu,yoksa kıskançlık mı kaplardı ehlileştiremediği egosunu, diye düşündü zihnini kayalara çarpan bu mısraları okuyunca biran .

Daha önce bir kitapta okumuştu,insanın nefsinin ,kendi halinden daha iyi bir halde olmasını isteyeceği tek varlık evladıymış,bu doğru muydu?

İnsan ruh ve neftsen müteşekkildi.Nefs ki,mahiyeti,kusur,eksiklik, fakirlik, acizlikten yoğrulmuş olup , her şey zıddıyla bilinir prensibini bizzat yaşayarak anlasın diye verilmişti insana...Onlara bakıp,her şeyi üstün bir sanatla Yaratan’ın,mükemmel,güzel,sonsuz güçlü,ilahi şefkat ve merhamet sahibi olduğunu anlamalı,benliğine yerleştirilmiş bu aynayla yolunu bulmalıydı insanoğlu.Yoksa insan nefsin oyuncağı olurdu ki işte o zaman ,onu durdurmak daha zor bir hal alırdı. Ruhunu sarardı önce , hayatını alırdı elinden, ahmak bir devekuşuna çevirirdi yaratılanların en şereflisini.Avcıyı gördüğünde ,uçamayan,ama gövdesi dışarıdayken başını kuma sokan .

Nefsin elinde ,kimsenin mutluluğunu arzulamayan,kendine de iki dünyayı zindan kılan bir yaratığa dönüşürdü insan .

Ama zordu nefsin dizginlerini ele geçirmek.
Belki ömür boyu sürecek bir köşe kapmacaydı bu .

Nefs kimi zaman , karşısına çıkan bir silüeti atardı zihnin odalarına,büyütürdü onu içsel bir fısıltıyla.

Kimi zaman “vucutsuz bir hayal” peşine salardı ruhunu ,oyalardı derin bir heyecan dalgasıyla.

Bazen de açılması imkansız kapılar önüne getirirdi nefs insanı ,şimdi içinde olduğu gibi,bir halin içine salardı.

Ruh, atardı kendini nefsin önüne , vicdanı çağırırdı ikna etsin zihni diye.Demirden kepenkler indirirdi ,yeter ki nefs sürüklediği kapının önünde ele geçirmesin insanı tüm benliği ile. Yine de yılmazdı nefs şeytanla verince elele.Kepenkin boşluklarından zihne attığı tohumları sessiz ve derinden büyütürdü sabırla , ruhun zayıf düştüğü ilk anda mahsulünü toplardı büyük bir gururla.

Dizginleme hedefine yaklaştıkça insan, baskısını artırırdı nefs.
Her taşın altından çıkar, şeytanın akıl hocalığında,insanı saldığı her bakışta ,diline düşürdüğü her anışta ve sonuçta her batışta sevinç çığlıkları atardı.Tabi hazır lezzetler de sunardı insana,kanacağı ama hepsi kısacık,yakıcı,kan kaybını arttırıcı.

Nefs önce en kuvvetli olduğu kişilerin ,şairlerin ilhamına karışırdı usulca , oradan kolayca yayılırdı tüm insanlığın kanına .Ama ruh da en kuvvetlisiyle bulunurdu o satırlarda.Belki de şairlerin dillendirdiği hep bu kavga.Devam etti şiiri okumaya:

“Ne zaman gözlerinin içine baksam, biliyorum
ikimizi de aşar, o kapının ardındaki masal
bense yüreğimin bu hallerinden korkar, kalırım
bir hız trenine bindirilmiş küçük bir çocuk gibi
geçip giden yüzlerine bakar kalırım “

Ne güzel yazmıştı şair.Ne kadar da az kelimeyle ne derin yaralar açıyorlar şairler,diye düşündü.

İçinin ateşini söndürmeliydi,uzandığı şezlongdan kalktı. Buzdolabına doğru yürüdü.Kafası dağılsın diye okuduğu şiir onu daha derin dehlizlere bırakmıştı.Dolabı açtı,soğuk bir bardak su doldurdu, bismillah dedi , oturdu, kana kana içti .

İçindeki nefs ve ruhunun kavgası sürüyor ,sesleri beynine kadar geliyordu.Şişeyi dolaba geri koyacaktı ki birden elinden kayıveren şişe oracıkta tuz buz oluverdi.Bu sahne zihnine birden yeni bir pencere daha açtı.Çok zaman önce okuduğu bir kitaptan altını çizdiği satırlar çıka gelmişti ,” Dünyaya ait işler , kırılmaya mahkum şişeler hükmündedir. Ahirete ait işlerse gayet sağlam elmaslardır.”

Şair de böyle dememiş miydi zaten,

”Ömrün kısalığı çarpar camlara,ateş yayılır içerilere…
Akşam olur, evler dolar boşalır,acıyla erir, yüzüne aşık çocuk
Ne zaman gözlerinin içine baksam, biliyorum
İkimizi de aşar, o kapının ardındaki masal (*)CEZMİ ERSÖZ”

Etrafa dağılan cam parçalarını toplarken yerden,nefsinin ruhuna batırdığı parçaları da çıkardı tek tek yerinden ,akan kanlara aldırış etmeden.Başka bir şair yetişti imdada hemen ,

“Ne sen varsın,ne ben ,ne yar,ne kimse O var!
Bütün sevdiklerin elden gittiyse,O var!
Kalacak kim var ki,dost tomarından? O var!
Sana daha yakın şahdamarından,O var!
Arama ilaç yok eczahanede! O var!. NECİP FAZIL”

Gecesini gece,gündüzünü gündüz yapan dermanı hatırlayınca yeniden rüyasındaki kapıyı da siliverdi zihninden.Geriye sadece gözbebeklerindeki resim kalmıştı ki,onu da Zaman’ın Sahib’ine havale etti,artık merak etmesi gerekmezdi.

Ellerinin arasına koyduğu kalbini heyecanla sundu Rabb’ine,aşkıyla doldursun içini diye.

Derin bir huzur kapladı ruhunu birdenbire.
Bugünkü oyunda kaybeden nefs olmuş,ruh köşesine kurulmuştu sevinçle.
Elleri ile beraber yüz çizgileri de çevrilmişti göğe,şükretti en güzel şekliyle.
Ve bir dilekte bulundu ,nefsin kaybettiği günler daha fazla olsun , hayat serüveninde.Nefsin zaferi olan her günü de gözyaşıyla yıkamayı unutturmasın onu bir ölçü ,bir ayna olarak yerleştiren içine.

HANDAN GÜLER

7 yorum:

Unknown dedi ki...

http://oykuatolyesi.blogspot.com/2009/07/fotografn-dili-16-calsma.html

illegalizma dedi ki...

Sözcüklerimden hoşlanmanız beni mutlu kıldı malumunuz Haftada Bir http://illegalizma.blogspot.com blogumda yazıyorum her hafta pazar ve ya en geç pazartesi yazılarımı bulabilirsiniz. Geçtiğimiz üç hafta için bir sağlık problemi ile savaşmaktaydım da. Hadi Selametle ...

Okuyan, düşünen, yazan - yani insan olma vasfında erdeminde bizi dünyadaki diğer mahlukatlardan ayıran alemlerden kocaman bir selamdır yolladığım

Derin Sularda dedi ki...

Satırların arasında kaybolurcasına okudum desem yalan olmayacak sanırım, akıcı üslubunuzla su gibi bir yazı olmuş güzel yüreğinize sağlık... Sevgiler.

Unknown dedi ki...

teşekkürler yıldız yağmurları iyi ki öykü atölyesi var da bizi yazmaya kışkırtıyor
çalışmalarınızda başarılar yorumunuz için de sağolun

Unknown dedi ki...

insan da bir alemdir değil mi illegalizma
hepimiz kendi alemimizin keşfi telaşındayız okurken yazarken kocaman selamını aldım büyüterek sahibine yolluyorum

[ fiкяiмiи iиcє güℓü ] dedi ki...

Satır aralarından ışıyan duygusal yoğunluk ve ince ince kendini gösteren kültürel birikiminiz, umarım ki daha bir çok yazıda, böyle akar gözlerimizin bebeğine.

Ellerinize sağlık...

Unknown dedi ki...

teşekkürler fikrimin ince gülü
ben de umarım ki bir çok çalışmada beraber oluruz ve gelişim gösterebiliriz.

LinkWithin

Blog Widget by LinkWithin