1 Eylül 2009 Salı

DEM'Lİ BİR DENEME...


DEM BU DEMDİR DEM BU DEM

“Gönül bekleme diyorlar .
Hayatın karşımıza çıkaracağı engelleri aşmak üzere bir kılavuza bağlandığımızda, mürşid kimi ipuçlarını verir ve bizi dünyanın tehditlerinin içine salarmış.
Bu karmaşa içinde kendi başımıza, yalnız ,güçsüz ve korumasız bir halde kalır, bir şeyi bekleriz.
Gönül bekleme.
Gönül nedir, nerede, neyi bekleriz bilmeyiz.
Uzay boşluğuna düşer gibi, derviş derviş devrilmiş gibi…
…Herkesin gönlü bir şeyi bekliyor…” diye başladı dem içimde.

Ne güzel diyorsun söz üstadım bu demde, herkesin gönlü bir şeyi bekliyor, bir özlem çekiyor.
Düştüğü boşlukta devriliyor, boşlukları doldurmak istiyor.
Dünyanın oyun eğlencesi çok, birinden kurtulsa diğerine takılıyor gönül, demini alamadığı demlerde.
Bir meteor geliyor sonra uzay boşluğunda asılı duran insana çapıyor, topla kendini diyor, aramaya devam et, süre işliyor.
Özlemden kavrulan yürek doğru diyor, kalkmalıyım, onu aramalıyım.
Durmuyor arıyor, neden sonra yeni bir oyalanma kapısında buluyor kendini. Açılan kapının yanlış olduğunu anlayana kadar hayli zaman geçiyor. Yine bir meteor atmosferine girip yürek yangınına ateş taşıyınca, yanmanın ama gerçekten tüm zerreleri ile yanmanın ızdırabı ile iki büklüm oluyor. Saat hiç durmadan işliyor.
Bulduğundan gördüğü vefasızlıklarla yanan insan, ha gayret diyor .
Arama ve bekleme durumuna gösterdiği sadakate binaen küllerinden yeniden doğma fırsatı sunuluyor.
Dünyanın tehditleri üzerine üzerine geldikçe sahih kaynaklara dönmeli diyor yüreğim, deme uzanıyor yine elim: “Bu alem ,görünmeyen alemlerin önünde tenteneli bir perdedir…
O halde her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir, göz ise maneviyata kördür” diyor sözlerin.
Tenteneli perdenin ardını görmeyen gözlerimiz mi kör? Bakar kör bize mi deniyor, gerçekten gözleri görmeyenler bizden daha mı kolay o perdelerin ardını görüyor. Öyle olmalı, onların gözü harama kapalı. ”İsim ve sıfatlarının belirtileri de tıpkı böyledir. İşaret ve belirtilerin gerisindekini görebilmek için gönül gözü gerekir. Biliyor musun açılan bir kapıdır dünya … Mektuplarını okurken hep bu imge çağrışıyor bende” diyorsun ya demde. Hani bir ressam vardı,doğuştan görmüyordu gözleri. Ama çizdiği resimlerde gökyüzünün mavisini, bulutların atılmış pamuk gibi dizilişini, birbirinden güzel renkleri barındıran denizler alemini tüm ayrıntılarıyla çiziyordu tuvale. Görmeyen gözleri, gönlünün mektuplarını açıyordu belki de. O kadar sahiciydi ki çizimleri, inanamadı bilim adamları ve aylarca incelediler ressamın beyin fonksiyonlarını. Sonunda gerçekten görmediğine onay verdiler. Gönlüyle çiziyordu ressam, kabul ettiler. Televizyonda onu seyredince kalb gözü tabirine lügatlarında yer vermeyenlere ibret, aklı gözlerinde gafil kafalara inen tokmak olmalı diye düşündüm bir dem. Keşke dedim sonra perdeler bir açılsa… Sarının ışığında, mavinin maviliğine girsek, usulca, kederlerimizi bırakırcasına dalsak derin nura.
Keşkesiz yaşamak… Mümkün mü? ”Keşke şu şöyle ,bu böyle olsaydı dediğin sürece bir kılavuza muhtaçsın, derdi anneannem “demişsin satırlarında. Hep keşkesiz yaşamak istedim, uğraştım, didindim, kırdım, geçirdim, keşke dedim sonra.
Kırıldım çokça, özledim, zulme uğradım, kapalı kapılar önünde bekledim aylarca.
Keşke dedim yine açılsa kapılar ardı sıra.
Hastalandım, yaşadıklarımı kaldıramayınca. Keşke dedi doktorlar stres olmasa, sakin yaşa.

Denedim, dostlar edindim, zamanla. Yaralarımı gösterdim onlara inanınca. Keşke dedim merhem olsalar bana.
Bir rüzgar esti sonra, ne olduğunu anlamadan kabuk bağlamış yaralarımdan sızanları gördü hakikate kapalı gözlerim.
Meğer tırnaklarını geçirip yaralarımın kabuklarını koparmaktaymış dost bildiklerim.
İşte yine keşke dedim. Bitmeyecek mi keşkelerim?
Kılavuzum nerdesin, nerde ellerin? Beni kör kuyularda bırakmaya dayanır mı yüreğin?
“İnanıyorum, olan olmuştur ve olacak olan da olmuştur… Bu yüzden olmuş gibi ve olacakmış gibi anlatıyorum “ diyorsun. ”Bu yüzden seni yatırıyorum gözlerimde… yağmur suyu gibi… Bu yüzden … hep bu yüzden… böyle kesik kesik, tutuk yutkunuyor gibi konuşuyorum” ben de, senin ifadelerini ödünç alarak yine.
Canım yandığında beni “göğsünde bir menekşe gibi yatıracak” anneannem yok artık benim de. Her gün görmek istediğim, sığınağım, karşılıksız sevildiğimi hissettiğim, gelişimi balkonlarda bekleyen, daha karşıdan görünce yüzüne baharlar gelen, acılarında büyüttüğü çiçekleri, hepsine ayrı ayrı özel hissettirdiği torunlarına düşünmeden dağıtıveren, gelir gelmez daha, ne yedireyim yavrularıma telaşıyla evin içinde seken, İzmir’in o yapışkan sıcağında hiç üşenmeden akıtmalar, kayganalar pişiren bir ananem yok artık. Annem babam kızdıkça yüklendikçe bize, kaçtığımız, hoşgörüsü ve her türlü yeniliğe açık karakteri ile bizi özgürleştiren anneannem çok uzaklarda şimdilerde. Onun iyilikseverliğini , misafirperverliğini, saflığını, ve hep umutla ufka bakan tavrını kimsede görmedim daha. Keşke dediğini, işten yıldığını, namazını, tesbihini, kuşluğunu, teheccüdünü bıraktığını, hayattan yorulduğunu görmedim hiçbir dem. Bahçesine bakışını, her diktiği yeşile sevdasını katışını, renk renk güllerini, onların yapraklarından hemencecik yaptığı reçellerini hatırlıyorum evinin önünden geçerken. Ama artık geçmek istemiyorum nice kişisel tarihin saklandığı, her tuğlasında emeğinin olduğu o evin önünden. Terkedilmişliği, bakımsızlığı, yalnızlığı dokunuyor yüreğime.
Dördüncü katın yatak odası penceresinden bakan silüetini görüyorum, sabah namazına giden hacıbabamın ardından bakıyor yine.
Aşkla bağlı olduğu kocasını her zaman gözden kaybolana kadar izlediği, dualarla gönderdiği geliyor hatırıma.
Böyle aşklar yok artık.
Yollarda yürüyenler, ardından el sallayanlar, acaba vardı mı gideceği yere diye endişeli bir bekleyişle içindeki aşkı büyüten kadınlar zamanın çok gerilerinde kaldılar.
Çok katlı apartmanların, kapalı garajlarından arabalarıyla gidiyor artık eşler işlerine.
Ne kahvaltı edecek vakitleri var beraber ne de onlara el sallayacak, yüreğine verdiği sözle onu dönene kadar bekleyecek kadınlar var evlerde.
Gideceği yere vardı mı acaba diye endişelenip uzaklara bakıldığı, derin düşüncelere dalındığı günler geride kaldı.
Telefonunu aç da yüzünü görelim denen günlerdeyiz şimdi.
Hiçbir şeye vakit yok, duran devriliyor. Arkadan gelen üzerine basıp geçiyor.
Dünya ölümüne koşuyor, hem de ölümüne, bizi de sürüklercesine.
Ölüm ne kadar yakıcı bir şey… Dem de ilerledikçe seninle birlikte acı hatıralar bir bir geliyor zihnime. Ölümle ilk tanıştığımda da anneannemin evinin 5. kattaki terasındaydım. Bir grup insan karşıdaki evden cenazeyi çıkardılar. Eminece ‘nin eşiydi ölen. Yeşil örtüye sarılı tabutu yüklenenler arasındaydı o zaman dedem. Yolun sonunda vilayet cami vardı, camide Halil Hoca. Bayramlarda elini öptüğümüz bir yakınımızdı ölen.
Her ölümde insan biraz da kendi faniliğine ağlar ya, batıp gideceğine, dünyanın geçiciliğine, öyle olmuştu, çok ağlamıştım o gün de. Çocukluktan yorgun bir ihtiyara geçivermişti ruhum bir dem, ağlama demişti anneannem, tüm sevdiklerimiz orda, Efendimiz (sav) orda, bebekken kaybettiğim annem orda, dedelerim, ninem orda.
Şair de öyle demiyor muydu, mısralarında, ”Ölüm güzel şey , budur perde ardından haber,
Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber. “ Necip Fazıl’ı hiç okumamıştı anneannem oysa. Ümmiydi, kirlenmemişti zihni harf yığınlarıyla. Ama iman sözden arınmış haliyle sürekli büyüyordu gönül deminde.
Senin gibi dedemin yüzünde “İfadenin donması” nı görmemiştim ben. Dayanamamıştı yüreğim bakmamıştım yüzüne, ikinci ölümü yaşadığım o günde.
Sular kaynatılıp bahçenin bir köşesinde yıkanırken perdeler gerisinde, donakalan ben olmuştum.
O sala ve ardından beni, kardeşimi, kuzenimi beraber idareye çağıran o anons çınlamıştı aylarca kulağımda.
Olamaz, daha bir saat önce birlikteydik, hastanededir belki yaralıdır, diye koşmuştuk endişeli yüzlerimizle eve, dualar dilimizde .
Ama bahçe kapısına geldiğimizde yanıldığımızı anlamıştık .
İğnelerle bayıltılmıştı büyük teyzem ve annem.Anneannem ve küçük teyzeme etki etmemişti damardan zerkedilen. Öylece bakıyorlardı, donuk, tutuk, bu alemden kopuk.
Ayşe yenge mutfaktaydı yine, helva kavruluyordu verilmek üzere gelene gidene.
Ayşe hala, ah gitti dağ gibi kardeşim diye feryad ederken, yemenilerini alıyordu kolunun altına, mal canın yongası, kaybolmasın sakla kızım diye uzattığında dönüp arkamı gitmiştim o hızla. Anlamıyordum olan biteni hala. Sanki her şey bitmişti o gün. Dünya durmuştu, en sevdiğim insan uğurlanıyordu, ablası bir çift plastik yemeniyi saklıyordu.
Onu bir daha göremeyecek olmak canımı fena yakıyordu.
Liseye gidiyordum o zamanlarda. Son bayramımı yaşayıp bitirdiğimi bilmiyordum daha. Bir daha bayramlar hiç bayram olmadı bana.
Okulun hopörlörleri her açıldığında acıtan bir acaba saplandı o günden sonra bağrıma.
Adını taşıdığım babaannem, hemen 28 gün ardından aşkının ayrılığına dayanamayan dedem dağladı yüreğimi zaman aktıkça.
Bir gün yine telefonda, güldü mü yüzünde güller açan Ayşe Teyze gitti dedi annem.
Fedakar kelimesinin zihnimdeki ilk karşılığı Naim Amca, her gittiğimizde bizi koklaya koklaya öpen, nazara okudu mu kuş gibi hafifleten Eminece çekildi bu alemden sonra.
Her birinin gidişiyle, ”Faniyim fani olanı istemem, acizim aciz olanı istemem. Ruhumu rahmana teslim eyledim gayrı istemem. ” İfadeleri döküldü dilimden
” İsterim, fakat bir Yar-ı Baki isterim” diye feryadı sürdüren yüreğime “Yağmura benzeyen o kelimeler” düştüğünde toprak kokusu yükseldi göğüme.
Gideceğimiz bu yere niye gelmiştik öyleyse? ”Dünyada ölümden başkası yalan” dediğinde şarkılar, ”Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayacaksınız“ derdi babam. Önce nimeti, sonra Hakiki Nimet vereni düşün, ölüm de bir nimettir unutma diye eklerdi . Sen de, aklında bu sorular, Efendimize seslenirken yüreğinle, ”Kainatın varlık sebebi muhabbet midir? Her şeyi birbiriyle bağlar mı? İnsan yaratılışın en güzel meyvesi midir? Kalbinde kainatı kuşatacak bir muhabbet mi gizlenmiştir? Onun doğrultusu nereyedir? Kim o sonsuz muhabbete layık olabilir? İster istemez varlığın sahibine mi yönelir? Onun gayrına yönelirse belalı bir musibet midir? ” diyorsun dem’de.
Başımıza gelen bunca musibet “gayr”a talip olunca mı uğramıştır semtimize, bu şehre, ülkeye.
Dünyayı saran savaşlar, akan yaşlar, ölen çocuklar hep bundan mıdır?
Celal ardında Rahmet mi saklıdır?
Perdeler açılacak mıdır bir gün muhabbete fedai olanlara?
Feda etmek o kadar kolay mıdır, avuçta ateş tutulan zamanlarda?
Dünyayı muhabbet kurtaracak deriz de, yanaşmaz nefsimiz bir türlü, şahsi planda gönülleri hakikate ayarlı kılmaya.
“Söz zihne özgüdür , kelam gönle mahsustur. Kelam söylenmeyendir. Söylenince de mayalayandır. “ diyorsun demini aldıkça.
Biz bahar ülkesinin hiç bahar görmemiş çocukları, O maya ile mayalanan topraklarda doğan şanslılar hani, kurtulabilecek miyiz sözden?
”Derin acıların dilsiz olduğunu fark ettim” diyorsun ya, dile getiremediğim acılarımı bir bilsen!
Satırların yetişiyor imdada her dem: “Kaybolanlar sevgiye değmiyor . Batıp gidenler geride sadece hüzün bırakıyor. Kalbi kanatıyor, aklı yaralıyor efendim… Her şey yavaş yavaş eskiyor. Bitiyor. Geçip gidiyor . Yok oluyor efendim. Geride sadece anılar ve acılar kalıyor. Soluk fotograflar kalıyor… Bakınca sanki eskitiyorum. Diyor ya şair, tıpkı el sallayanlar gibi gittikten sonra trenler. Ve bilek söner yeni ağırlığından gözyaşlarının… Dünya en çok tren istasyonuna benziyor efendim. Bir durakta ya biniyor, iniyor veya uğurluyoruz . Bu yüzden bir yakınım veya dostum gelse uğurlamak istemiyorum. El sallarken en çok İbrahim Peygamberin sözlerini hatırlıyorum. ” diyorsun ya, el sallarken sana, bende bıraktığın o hüzünlü resmi yeni yeni çözüyorum daha. ”Hiçbir şey kararında değil efendim. Bir sadık yar bulamadım. Bir kararda duramadım. Kime gönül verdimse terk etti, kime bağlandıysam çekip gitti. Beni terk etti. Terk edilmeyi istemiyorum efendim. Buna dayanamıyorum. ” derken nasıl da tercüman oluyorsun bana, ona, insanlığa.
Sırra talipsin hep, perdenin ardına. Bir ömür o eşiğin önünde, gönlün tek sermaye.
Yatışamayan kalbin her daim yakarışla inlemekte.
Ahirette seni kurtarmasını dilediğin satırlar, kitaplar dizi dizi dizilmekte.
Kalplerimizi her yandan sarıp bizi hareketsiz bırakan yabani sarmaşıkları kesip atabilmek için satırların keskin bir bıçak bazı demlerde. Merhametli bir kucak bazen demini alan yüreklere .
“Kalbim kendi kendini kanattıkça” bu sayfalara sığınacak artık her dem.
Sıcacık bir DEM, yanında demli çayım, demini almış bir yüreğin ışığından ruhuma akmakta.
Fonda “Dem bu demdir, dem bu dem” … çalmakta .
Dem, kan demek.
Dem, gözyaşı dökmek, soluk almak, nefeslenmek demek.
Zamanın en küçüğü, an demek dem.
Dem, içki demek, sarhoş olmak demek, aklı kaldırıp aradan gönül beklemek demek
Hepisinden iyice bir gönüle girmek demek dem,
Üstad demek dem, öğretmen, usta, sanatkar,
Kalb demek dem, aşk demek, yeni bağlar atmak gönle şevkle
Eskimiş, eprimiş bağlardan kurtulmak demek dem,
Acılardan sıyrılmak, unutma bahçesinde.
Korkusuzluk demek dem, kainata meydan okuyan bir yürekle yaşamak demek
Baharın eşsiz çiçeklerini mayalandıkları topraktan toplamak demek dem.
Gözü olana sabahın ışımasıdır dem
“İnsanın kendini tanıyabilmesi için başka bir ruhun derinliklerine dalmasıdır” dem.
Nurdur dem, nurdandır, nimettir dem.
Kalbinde merhamet adlı bir çınarı büyüten adamın, ab-ı hayatından damıttığı kitaptır dem.
Artık raflarda.
HANDAN GÜLER


"Dem Bu Demdir, Dem Bu Dem"
Sadık Yalsızuçanlar - 31.08.2009 22:45


http://www.edebistan.com/index.php/handanguler/demli-bir-deneme/2009/09/

34 yorum:

öykü dedi ki...

İnsanı en cok kıran ıncıten seyler
dost bıldıklerınden gelıyor dıyorum ben..
sevgılerımle Baharcım

Ateş Böceği dedi ki...

ahh ne güzel yazmısın sayende bu kitabı hemen alıp okuma isteği doğdu içimde ..

Çok kitap okuyan bir insan olmama rağmen bu yazarı ilk defa duydum desem yalan olmaz cahilliğimi hoş gör ...

Unknown dedi ki...

mutlaka okuyun sadık yalsızuçanların cam ve elmas yakaza anka adlı romanları yanında bir çok alanda çalışamaları var müzzik sinema edebiyat yeniden yazımları deneme vss
sultanahmet kitap fuarında 11 eylül saat 21 de ,kocatepe kitap fuarında 13 eylül saat 21 de imza günü var timaş standında
ayrıca bu akşam tv nette iftar programı konuğuymuş
yorumunuz için teşekkürler ateş böceği

Unknown dedi ki...

evet öykücüm dostlar kanattı mı daha bir acı oluyor diğerlerini sallamayabirsin ama dost yakıyor
sağol yorumun için

cache dedi ki...

iade-i ziyaretimdir..
Dem bu demdir..
Belki çekip gitmek..Belki susup dinlemek kendi sessizliğini..can acırken.. Can çok acırken..
Dem bu demdir..
Belki ölümü dilemektir...

Harika bir paylaşım olmuş..Teşekkür ederim kendi payıma..

Unknown dedi ki...

ben teşekkür ederim cache iade-i ziyaretin ve güzel yorumun için sağol

Kupa Kızı ♀ dedi ki...

öyle güzel cümleler kurulmuş ki nasılda icten.. hangi birini alıntı yapsam bilemedim

"Denedim, dostlar edindim, zamanla. Yaralarımı gösterdim onlara inanınca. Keşke dedim merhem olsalar bana"

yalan dostum yalan.. diye koysa imiş keske noktayı. sevgiler baharcım.

Unknown dedi ki...

kupa kızı beğenmene sevindim umarım kitabı da okuma şansın olur
sadık yalsızuçanlar okumak gerçekten iyi bir şanstır

yorumun için de sağol
kitap okurken çok sarstı samimiyetle yazılınca onu anlatan yazı da samimi oluyor

Adsız dedi ki...

Muhteşem...Okurken soluk soluğa okudum...Paylaşım için teşekkürler..İmza gününe gitmeye çalışacağım..

Güzel yarınlar sizin olsun..

Unknown dedi ki...

sağol cosmos imzaya giderseniz sevgili yazarıma selam söyleyin handan'dan:)))

Sis dedi ki...

Bu kadar güzel satırlardan sonra kitabı merak etmemek mümkün değil.Çok teşekkürler bu paylaşımınız için.kaleminize sağlık.

Unknown dedi ki...

umarım kitabı edinme ve satırların içinde gezinmek nasip olur bana çok iyi geldi başucu kitabı yapılabilir
farklı bir dünyanın kapıları açılmış sanki
sevgiler sishyphos
katkınız ayrıca mailiniz için de teşekkür ederim çok naziksiniz

zanzara dedi ki...

öykü güzel demiş diyorum bende yakın zaman da o durumun acısını tatmış biri olarak...
bide ekliyorum kadere iman,kazaya rıza...Elhamdulillah

Unknown dedi ki...

kadere iman kederi giderir di mi zanzara hamdolsun.)))

zanzara dedi ki...

Evet, bu dünya cennet değil, ama cehennem de değil. Evet, insanlar melek değiller ama şeytan da değiller. Herşeyin ya beyaz ya siyah olması da gerekmiyor bence.bunun içinde sevdiğim bi ifadedir kullanacağım “huz ma safa, da’ ma keder”. (safayı al,kederi bırak)

Unknown dedi ki...

sağol zanzara güzel sözmüş zaten uygulamaya çalıştığım bir durumu özetliyor
dem romanını tavsiye ederim bilmem hiç sadık yalsızuçanlar okudun mu

zanzara dedi ki...

hmmm ya ismi çok tanıdık.okudum sanıyordum.ama kitaplığıma şöyle bi göz attım yok.internetten eserlerine baktım,çıkaramadım.sanırım kitapçı ziyaretlerimde elime sık sık alıp bıraktığım bi yazar.yada reklamı çok iyi.
"Dem" isimli eserden haberdarım.okudum denebilir yok be abarttım:) kitapçıdayken bi 60 sayfasını okudum.öyle yani.tamamını okurum kısmet olursa.:P

kuşcu şems dedi ki...

Bloğunuzu bugün keşfettim. Bu ikinci yorumum. Yüreğim sizi çok sevdi. Bundan sonra sık sık sizi ziyaret etmeye çalışacağım. Emekleriniz ve sıcacık yüreğiniz için binlerce kez teşekkürler..

“Keşkesiz yaşamak… Mümkün mü? ”Keşke şu şöyle ,bu böyle olsaydı dediğin sürece bir kılavuza muhtaçsın, derdi anneannem “demişsin satırlarında. Hep keşkesiz yaşamak istedim, uğraştım, didindim, kırdım, geçirdim, keşke dedim sonra.“

Ben de çoğu kez keşke demişimdir. Hatta uzun uzun düşünüp verdiğim bir kararda bile “keşke” demediysem bile “acaba” demişimdir. Belki burcumun özelliği belki benim özelliğim belki yaşadıklarımdan edindiğim bir tecrübe. Karşılaştığım, yaşadığım, duyduğum her olaya bir de diğer pencereden bakmayı mutlaka düşünen deneyen biriyim. Hiç unutamadığım film sahnelerinden biri Ölü ozanlar derneği’ndeki Öğretmenin öğrencileri sıralarının üstüne çıkartıp oradan kendisine bakmalarını istemesi ve sonra “beni hep oturduğunuz yerden görüyordunuz.Şimdi farklı bir açıdan görmenizi sağlamak için bunu yaptım” demesidir. Her olaya bakışımızda biz olayı kendi yaşadıklarımızdan kendi hayatımızdan öğrendiklerimizden faydalanarak değerlendiririz. Ama beklide yanlış gördüğümüz bir olayda esas yanlış bizim durduğumuz yer olabilir. Olayın kahramanını suçlamak eleştirmek kolay olanıdır.Esas öneli ve zor olan ise o kahramanın ayakkabılarını giyip onun olduğu yerden olaya bakabilmektir. Bir kişi bir suç işlediğinde belki o kişinin yaşadıklarını bizler yaşamış olsak işleyeceğimiz suç daha büyük olabilir. Her insan bir kılavuza ihtiyaç duyar.Bazen bu kılavuz bir kişi olur bazen bir düşünce bazen bir yazı yada görüntü. Önemli olan kılavuzumuzun güvenilir bir kılavuz olmasıdır. Kılavuzumuz karga olursa sonumuz da bellidir. Tanrıya binlerce teşekkür ederim ki benim güvenilir bir kılavuzum var ve her an yanımda.

“Böyle aşklar yok artık.
Yollarda yürüyenler, ardından el sallayanlar, acaba vardı mı gideceği yere diye endişeli bir bekleyişle içindeki aşkı büyüten kadınlar zamanın çok gerilerinde kaldılar.
Çok katlı apartmanların, kapalı garajlarından arabalarıyla gidiyor artık eşler işlerine.
Ne kahvaltı edecek vakitleri var beraber ne de onlara el sallayacak, yüreğine verdiği sözle onu dönene kadar bekleyecek kadınlar var evlerde.”

Böyle aşklar bence hala var ve aşk her zaman var olmaya devam edecek. Sayıları azalsa bile yürekten seven aşık olan kişiler hep olacak. Kendi adıma ben yaptığım hemen hemen her şeyi aşkla yaparım. Eşime aileme çocuklarıma kedime kuşuma çiçeğime aşkla bakarım hep. Yaşadığım her saniyeyi yaşanabilecek en güzel saniye yapmaya çalışırım. Kendi dünyamdaki her şey bence dünyadaki en güzel şey. Başkalarının dünyasındaki güzellikleri kıskanmak yerine o güzellikleri kendi dünyamda da oluşturmaya çalışır, kendi dünyamdaki güzellikleri de diğer dünyalara taşımak için didinirim.


“İnsanın kendini tanıyabilmesi için başka bir ruhun derinliklerine dalmasıdır” dem.

Çok güzel bir söz. Bir başkasının ruhuna dalmak, bir başkasının derdiyle dertlenmek sevinciyle gülmek, bir başkasının yarasına merhem olmak dünyada cenneti yaşamaktır. Bana ruhlarının derinliklerinde dolaşma fırsatı veren, bu sayede hem kendimi tanımamı sağlayan hem de bir işe yarama hissi verip mutluluğumu katlayan tüm dostlarıma sevgilerimle.

Unknown dedi ki...

biraz yazılarına bakınca sadık beyin jargonuna hakimsin gibi geldi roman değil de bir çok gazetede de yazdığından belki yorumlarnı okumuşsundur tobb da okuyan arkadaşın varsa ders almıştır kendisinden belki sana da anlatmıştır belgesellerini izlemiş olabilirsin trt de
on parmağında yüz marifet bir insan anlayacağın 50 yi aşkın eseri var yoksa kıymetine göre eserlerinin reklamı konusunda zaaf bile olduğunu düşünüyorum

Unknown dedi ki...

sevgili kuşçu şems
öncelikle bu kadar dikkatli bir okurca yazımın okunup yorumlanmasından kışkırtıcı bir zevk aldığımı belirtmek ister emeğiniz için teşekkür eder eski yeni yazılarıma da yorumlarınızı beklerim
ölü ozanlar derneği filmi benim için de çok özeldir ve anlattığınız sahne hafızamdadır
tespitleriniz güzel
böyle aşklar olmadığı konusundaki fikrim genele bakarak söylenmiş bir şey yoksa hamdolsun benim de eşimle aramda bu bağ mevcut ancak herkes siz biz gibi şanslı değil
ben de yaptığım her işi aşkla yaparım burcumdandır belki:)))-kova-

o beğendiğiniz cümle de dem kitabından dem özel bir kitap,yazarı sıradışı bir yazar,beyni harekete geçiren kışkırtıcı bir uslubu var satırları ile tanışırsınız umarım
yorumunuz için teşekkürler gene bekleriz:))))

cem dedi ki...

Keşkeler biter mi?

hep derim keşkesiz yaşadım diyenlere çok özendiğimi..

yazı direk size mi ait merak ettim.. öyleyse bazı çelişkiler var sanki. ama ruh hali işte, git geli bitmiyor insanın..

Unknown dedi ki...

hoşgeldiniz gereksiz adam:))
yazı bana ait ama tırnak içi ifadeler anlatmayı denediğim dem adlı romandan
nerde çelişkiler var meraklandım:))

cem dedi ki...

çelişkileri ya ben yanlış anladım ya da başkalarının söylediği sözleri kendi söylemlerinle karıştırdıgından yine ben yanlış anladım.. anneanne nin birebir söylemlerini en azından bir tırnakla belirtirsen, seninkilere karışmaz...

bana bak, çok biliyorum ya.. bak kıl oldum kendime..

nihayetinde yazının ruhunu kirlettiğimden özür diliyorum...

Unknown dedi ki...

estagfırullah gereksiz adam burası açık bir platform yorumlarınız da benim için çok değerli dediğiniz gibi insan gelgitlerden oluşan bir yapıya sahip uzun da bir yazı olunca ve bir kaç kişinin düşünce ve görüşleri tek bir metin içinde olunca çelişki fikrine kapılmış olabilirsiniz ziyaretiniz ve katkılarınız için özel olarak teşekkür eder
gerekli bir adam olduğunuz fikrimi yinelerim:))))

zanzara dedi ki...

bugun ki Star gazetesinin ekinde baya yer vermişler "Dem" adlı esere ve sayın Yalsızuçanlar'a.gördüm,aklıma geldin,söyleyim dedim:P

Unknown dedi ki...

aaaa öyle mi haberim yoktu çıkan yazılar sitesine bir gün sonra ekleniyor sağol zanzara
yarın akşam 21 oo de de ankarada alperen kitap fuarında imzası varmış sahi nerde bu fuar bir fikrin var mı

zanzara dedi ki...

ya tam bilmiyorum ama ulustan hacıbayrama giderken oralarda bi böyle büyük bi yer var.bi işhanı.orda olması lazım:P

Unknown dedi ki...

dediğin yerde sanki aynı adla kitabevi var zanzara bu fuar ramazan nedeniyle b.şehir bel organizasyonu olmalı altınparktadır diye düşünüyom da olmadı kocatepeye giderim 13 ünde
neyse çok hırs etmemek lazım hırs sebebi hasaret ne de olsa

zanzara dedi ki...

evet kitabevi:D sen,hmmmm,bennn,şey,tamam ya.aman sende bana neden soruyosan,ne bilirim ben:P

Unknown dedi ki...

hey zanzara ben kaynağından öğrendim:))))
altınparktaymış kitap fuarı imza da 21 00 de selametle

zanzara dedi ki...

aaa tamam ozaman:)))

Adsız dedi ki...

gerçekten iyi yapıyorsun bu işi.daha okumadan sarıp sarmalıyor yazdıklarınla..takipçin olacağım daim..ki ellerine sağlık ki devam etsin böyle paylaşımlar

Adsız dedi ki...

gerçekten iyi yapıyorsun bu işi.daha okumadan sarıp sarmalıyor yazdıklarınla..takipçin olacağım daim..ki ellerine sağlık ki devam etsin böyle paylaşımlar

Unknown dedi ki...

merhaba emy
takipçim olmana sevinirim
iltifat ediyorsun teşekkür ederim iyi bir kitap ve iyi bir yazar olunca ve kitap beni sarınca kelimeler de düşüyorlar bir sevdaya nice güzel eserlerde buluşmak dileğiyle

LinkWithin

Blog Widget by LinkWithin