27 Eylül 2009 Pazar

PAZAR İÇİN GÜZEL BİR ÖYKÜMÜZ VARRR...


:: T E R K ::

Bir adım attım.
Önce şirketteki işimi bıraktım. Sabah eşim, 'ayol yine geç kalacaksın, hadi uyan artık' diye dürtüklerken 'evet' dedim kendi kendime, 'uyanmalıyım.' Uyandım ve, 'artık işe gitmeyeceğim' dedim. Eşim, sıradan bir saçmalığım olarak gördü bunu. Uyandığımdan emin olunca mutfağa gitti. Kalkıp elimi yüzümü yıkadım. Kahvaltı masasına oturdum. Bugün, ömrümün miladı olacaktı.
Eşim söylenerek çıktı.
Kapı çaldı. Açtım, kapıcı. Gazeteleri uzattı. 'Hasan efendi bayii ile konuş, aboneliğimizi kessin. Artık gazete istemiyoruz' dedim.
Gazeteleri götürüp mutfaktaki çöp sepetine attım.
Bundan böyle gazete okumayacağım.
Onları da bıraktım.
Dişlerimi fırçalamak üzere banyoya gittim.
Sakallarım uzamıştı. 'Hayır' dedim, 'traş da olmayacağım, onu da terkediyorum.'
Dişlerimi fırçalayıp, giyinmek üzere yatak odasına girdim.
Gardrobu açtım. Onlarca takım elbise, gömlek, gravat. Madem işe gitmeyeceğim, o halde sıradan, rahat giysiler giyinebilirim. Balıkçı yaka kazak ve keten pantolon. Evet hepsi bu kadar. Salona döndüm. Sehpadaki televizyon kumandasına uzandım. 'Hayır' dedim, 'televizyon da yok. Onu da bırakıyorum.'
Telefon çaldı. Sekreter arıyordu. 'Efendim hatırlatmamı istemiştiniz, bugün havaalanına Hayri beyi karşılamaya gideceksiniz. Bir de Sevinç hanım aradı, randevuyu saat ondörde alabilir miyiz diye sordu.'
'Hayır' dedim, 'havaalanına gitmeyeceğim. Sevinç hanımla da randevuyu iptal edin. Bugün işe gelmiyorum.'
'Ama efendim...'
'Tamam Mehtap hanım, gelmiyorum tüm görüşmeleri iptal edin...'
Kapadım telefonu. Fişini çektim. Cep telefonumu kapattım. Çöp kutusuna attım. Döndüm odamdaki komidini açtım. Cüzdanımı çıkardım. Üç kredi kartı. Nüfus cüzdanı. Sekiz tane mağaza kartı. Vesikalık fotoğraflar. Vergi numarası kartı. Hastanelere kayıt numarası kartı. Telefon defteri. İki telefon kartı. Kimlik kartı dışında ne varsa attım. Bu muskalardan kurtulmalıydım. Attıkça hafiflediğimi hissediyorum. Bir bağı daha kopuyor. Bir bağ daha bir bağ daha...ne çok bağım var. Komidinin alt çekmecesinde tapu senetleri. Sözleşmeler. Vekaletnameler. Yüzlerce evrak. Tümünü attım. Büyük bir ses duydum. Büyük bir taş suya düşmüş gibi. Boş bir ses. Boşaltan bir ses. Gardrobun bir bölmesi çantalarıma ait. Onları da attım. Attıkça çoğalıyorlar sanki. Evim evrak, kart, çanta ve not doluydu. Ne çok şeyim vardı. Onlarsız, biri olmaksızın bile yaşayamayacağımı düşünüyordum.
Bu düşünceye de veda ederek evden çıktım.
Arabanın anahtarını karşıdaki çocuk parkının baktığı vadiye doğru fırlattım.
Yürüdüm.
Tuhaf bir şey...Terkettiğim her şey önce bir korku ve kaygı veriyor, ardından beni hafifletiyordu. Yorulana değin yürüdüm. Gara yaklaşmıştım. Acıkmıştım. Simit aldım. Bugün bir yolcu olduğumu ilk kez hissediyordum. Uzak bir kente bilet aldım. Trene iki saat vardı. Bekleme salonuna geçtim. Gözüme ilk ilişen boş banka oturdum. Karşıdaki bankta orta yaşlı bir adam uyuyordu. Yanında eşi olduğunu sandığım bir kadın uyukluyordu. Bakışlarımla taradıkça ne çok yolcu görüyordum. Bir yola koyulma isteğindeki (zorunluluğu mu demeliyim?) herkes buradaydı. Genç bir kadın çocuğun altını değiştiriyor...Eşi bebeği oyalıyor. Arkadaki bankta kalın gözlüklü yaşlı bir adam bir bulvar gazetesini evirip çeviriyor. Bekliyoruz. Kalktım. Garın içinde dolaşmaya başladım. Yıllar olmuştu trenle seyahat etmeyeli. Öğrenciyken sürekli trenle gidip gelirdim memlekete. Bugün aynı şeyi yapan öğrenciler görüyorum. Herkes biryerlerden geliyor, bir şeylere gidiyor. Gittiğimiz yere ilişkin bilgimiz yok gibi...Kendimizi bizi taşıyan şeye bırakıyoruz. O artık trenlerin geliş kalkış ve tehir saatlerini bildiren dev bir digital pano var. Öğrenciliğimizde yoktu. İki de bir gidip bilet satan adamın sinirlerini zorlardık. Afederseniz mavi tren kaçta kalkıyor? Adamcağız binlerce kez söylüyordur bunu. Tehirli efendim. Kaç saat? Belli değil efendim. Fazla münasebetsizse, tehir nedeni nedir? Ananın hörekesidir. Teknik bir arıza efendim, çözülünce anons edilecek zaten. Bir yolcuyum, bu konakta niçin bunca bağla bağlanıyorum? Bekleme salonuna dönüyorum. Bir sinir harbi herkeste. Bekliyorsunuz. Duvarda devasa bir saat. Yarım saatte bir kilise çanı gibi bağırıyor. Salonun sabırsızlığına düşüyor. Herkes kendisiyle öteki arasındaki binlerce sesi dinliyor. Dinlemek istemiyor belki. Ama dinliyor. İki kapısı var. Çiftkanatlı. Biri girince gıcırdıyor. Birkaç kez tekrarlanıyor ses. Eriyor sonra. Her seferinde biraz daha az gıcırdıyor. Biri giriyor biri çıkıyor. Eşikler aşınmış. Zemin mermerden. Özellikle eşikler çok törpülenmiş. Bir tren gelecek sizi alıp götürecek. Bekliyoruz. Herkesin kulağı anonsta. Adam uyanıyor. Kadına birşeyler söylüyor. Yolculuğu birlikte yapıyorlar. Kadın poşet torbadan gazete kağıdına sarılmış bir şey çıkarıyor. Yarım ekmek bu. İçinde köfte olmalı. Adama veriyor. Adam yarısını koparıp kadına uzatıyor. Adamın dişleri takma gibi. İyice öğütüyor lokmasını. Kadın bu kez poşetten bir termos çıkarıyor. Onlar lokmaları yuttukça farkında olmaksızın yutkunuyorum.
Bir anons düşüyor salona. Boğaziçi ekspresi az sonra istasyonumuzda olacaktır. İstanbul'a gidecek olan yolcuların...Gerisini duymuyorum. Bir hareketlenme oluyor. Uyuklayanlar toparlanıyor. Çantası poşeti valizi olanlar toparlıyor. Çocukların hırkası yeleği giydiriliyor.
Yeni bir durağa uğramak üzere ayaklanıyoruz.
Tren yanaşınca bir telaş, bir koşuşturmaca.
Yerimi bulup oturuyorum. Hiçbir şeyim yok yanımda. Bir cüzdanım bir kartım ve yetecek kadar param.
Nereye gidiyorum?
Bilmiyorum.
Sadece bir yolcuyum, yolum nereye gidecekse, bineğim nereye götürecekse oraya gideceğim.
Tren kalkıyor, uğurlayanlar el sallıyor, şairi hatırlıyorum, 'tıpkı el sallayanlar gibi gittikten sonra trenler/ve bilek söner yeni ağırlığından gözyaşlarının' diyor. Onun gırtlağına bir bıçak gibi sevgilisi dalıyordu, benim şimdi kanım donmuş. Donmuş kanım attığım her bağla birlikte çözülüyor. Tren ilerledikçe, şeyler flulaşıyor. Onlardan nasibim bu kadar demek ki. Onlar beni bilmiyorlar. Bana bakmıyorlar. Ben onları kalbime almışım, onları bırakıyorum. Onları bıraktıkça kendim kalıyorum. Beni çok artırmış olmalılar. Şimdi azalıyorum. Gittikçe yol uzuyor, şeyler gözden yitiyor, onlar bir varmış bir yokmuş şimdi. Gözlerime değip geçiyor değmeyip delip geçiyor. Onlar olmaksızın nasıl hafifliyorum. Onlar beni çok ağırlaştırıyorlar. Yüreğime bakıyorum: Ne kadar ağır. Ne çok şey var içinde. Onları birer birer atıyorum pencereden. Atılınca buharlaşıyorlar. Onlar yok gibi varlar. Varla yok arası. İçime yerleşince var oluyorlar. İçimin izbelerinde ne kadar korku, kuşku, kaygı ve tutku varsa atıyorum. Onları birer birer atıyorum. Onları attıkça şeylerim azalıyor. Ne çok eşyam var. Çantalarımı, valizlerimi, torbalarımı, poşetlerimi atıyorum. Klasörlerimi, dosyalarımı atıyorum. Telefonlarımı kimliklerimi atıyorum. Ayakkabılarımı giysilerimi onlarca yüzlerce gömleğimi çorabımı atıyorum. Ne çok giysim var. Ne çok kimliğim var. Ne çok kişiyim ben? Ne kadar çokum? Ne kadar artmışım. Onları birer birer atıyorum. Onlardan tümüyle kurtulmalıyım. Kooperatif üyeliklerimden, tapu senetlerimden, bonolardan, çeklerden, banka hesaplarından kurtulmalıyım. Üyeliklerim ne kadar çok. Ticaret odası, kangal ve köylerini yaşatma derneği, ekonomik ve sosyal araştırmalar vakfı, elektrik su telefon digitürk abonelikleri, işveren sendikası, kütüphane, mülkiyeliler birliği...aman Allahım onlarca üyeliğim var. Bu iyelikleri bırakmalıyım. Onları terkediyorum. Oralarda tanıdıklarımı bırakıyorum. Ne çok kartvizit var. Binlerce kartvizit var çekmecemde. Onları atıyorum. Onları attıkça içimde bir yer boşalıyor. Onları atmam lazım. Orayı boşaltmam, arındırman gerek. Orayı hazırlamalıyım. Kendimi azaltmalıyım. Sadece kendim kalmalıyım. Kendim olmak üzere gidiyorum. Tren bir istasyonda duruyor.

Bir adım daha atıyorum.
Bu ikinci durağım. Burada inince kuş gibi hafiflediğimi görüyorum.
Şimdi kendime daha yakınım. Kendime bakıyorum, daha berrak görünüyorum.
İçime bakıyorum, gideceğim yeri tutkuyla seviyor. O sevgiden kurtulmalıyım.
Onu söküyorum. Tırnaklarımla onu kazıyorum. Canım çok yanıyor. Onu bırakmak istemiyor içim. İçimi kazıyorum, o tutkuyu terketmeliyim. Onu kazırken içim kanıyor. Kanıma bakıyorum ne kadar çok şey var. Kanımı akıtmalıyım. Akıtıyorum. Aktıkça rahatlıyorum. İçimde gideceğim menzile ilişkin ne varsa akıyor. Aktıkça içim hafifliyor.
Tren kalkıyor biniyorum.
Yeni bir durağa kadar içimi boşaltmalıyım.
Tren giderken, pencereden bakınca, zamanın nesneleri eskiterek aktığını görüyorum. Zamanın içine bakıyorum. Onda bir taş görüyorum. Taşın kalbine bakıyorum. Ondan fışkıran bir ırmak görüyorum. O ırmağı izliyorum beni toprağa ulaştırıyor. Toprağın içine giriyorum. Orda bir ağaç görüyorum. Ağacın dallarını izleyerek çıkıyorum. Hava denizine dalıyorum. O denizde bir ada buluyorum. O adaya çıkıyorum. Orda üzerimdeki ekleri atıyorum. Hiç iyeliğim kalmıyor. Eklerimi attıkça köküm beliriyor. Köküm toprakta, toprağın derinliklerinde. Bir kayaya rast gelmiş onu delmiş köklerim, kılcal uçlarım taşı kolayca yarıp geçmiş, onu toprağa dönüştürmüş. Büyük bir haşyetle taş yarılmış göğsünden.
Ona bakınca kendimi görüyorum.
Taştan daha katıyım göğsümü yarmalıyım.
Göğsümü yarmalıyım içimdeki ırmağı özgür bırakmalıyım.
İçimi açıyorum ışığa. Işık eritiyor taşımı. Yarılıyorum. Eriyorum içim kalmıyor.
Ben çekiliyorum aradan, onu özgürleştiriyorum.

Tren yeni bir durağa geliyor. Bir adım daha atıyorum.
İçimde bir istek yok, arzularımdan kurtuldum.
Tutkularımı terkettim bir engelim kalmadı.
Tren hareketleniyor son durağa doğru hızla koşuyor.
Burası son değil, buranın sonu yok.
Bu yolculuğun sonu yok görüyorum.
Terkedecek bir şeyim kalmadı diyorum kendi kendime.
İyi bak diyor bir ses bir engelin var.
Bakıyorum hiçbir şeyim kalmamış.
Ona dikkatle bak diyor bir ses o bir engele dönüştü.
Bir şeyim kalmadı terkettim iyeliklerimi eklerimi.
Hayır diyor ses ona bir kez daha bak.
Ona hiçbir şeyim olmaksızın bakıyorum onu nasıl göremem?
Onu göremiyorsun çünkü şeyleri terk sende bizzat bir engel haline geldi.
Terk?
Evet terk. Onu da terketmelisin.
Bırakıyorum onu, onu da terkediyorum. İçimde dışımda hiçbir fazlalık kalmıyor.
Onu bırakınca sadece kendim kalıyorum.
Sadece özüm.
Şimdi özden ibaretim.

sadık yalsızuçanlar

kaynak:http://www.sadikyalsizucanlar.net/eskisite/turkce/guzeran/oykuler/terk.html
Neden kıs kıs gülüyorsun?
Sadık Yalsızuçanlar - 27.09.2009 15:16


not:güzel bir yazı, dualarımız seninle illegalizma...yolun açık olsun ...terk ettiklerinden daha iyileri seni bulsun...
illegalizma

14 yorum:

Unknown dedi ki...

çok güzeldi...

Unknown dedi ki...

ne çok ve ne anlamsız şeyler biriktiriyoruz değil mi funda bunu bu aralar en iyi sen anlarsın
ziyaretin için sağol şifalar sizi bulsun dileğim

cem dedi ki...

Peki sonra. Anlamsız saydığımız herşeyden kurtulduktan sonra??

Sonrasını gerçeği de görerek açıklayacak varsa, ben de terk ederim herşeyi kolayca.

Offf, keşke kelimelerle anlatıldığı kadar kolay olsa herşey..

Unknown dedi ki...

merhaba gereksiz adam
ben şunu anlıyorum sonrası için terk edebildikten sonra ama gerçekten kalben terkedebildiysen tekrar bu iyelik eklerine dönsen de onları yük olarak almazsın üzerine mecbur yaşadığımız sürece onlarda olacak bizimle ama kalbimizi bu hırslar ele geçirirse biz biz olarak öz olarak kalamayız
eskiden anadoluda dolaşan erenler bir camiye girdiklerinde imamla sohbet eder,eğer yarın ne yiyecem kaygısı taşıyorsa ardında namaza durmazlarmış herşeyi kalben terk önemli bu nasıl oluyor dersen herhalde kalben derinleşmekle alakalı olmalı ki tecrübem yok bir şey diyemem ama öyle insanlar gördüm ki Allah'ım var ne gamım var cümlesini kalben söylüyor onları anlamayan vurdumduymaz sanıyor sorumsuz sorunlu insanlar sanıyor ama gerçekten Allah'a güveneni kalbde herşeyi terkedip ona yöneleni Allah zayi etmiyor
şimdi bana koca koca laflar etmişsin diyeceksin gerçekte karşılığı zor ama bu da zaten hayata gelişimiz ve gidişimiz arasında sorgulamalar sonucu kendimizi kaybetme ve bulma yolculuğu değil mi zor olan
insan hale geçtikçe kelimelrden kurtulurmuş ben senin yazdıklarında hep bunu görüyorum kelimeden kurtulma çabası dilerim o azıcık kelimeler mayalar kalbimizi

Adsız dedi ki...

Mükemmel bir yazı zevkle okudum paylaşım için çok teşekkür ederim.

Sevgiler...

Unknown dedi ki...

ben teşekkür ederim damdaki adam
ziyaretin ve yorum yazma zahmetin için
beğenmene ayrıca sevindim
bu ara sadece s.yalsızuçanlar okuma ve yazma arzusundayım izleyiciler için belki bıktırıcı bir durum ama napayım oku oku yaz yaz bitmiyor insan 30 senede 60 eser verme azminde olunca tembel ben anca onun yazdıklarını okuyup derleyip ya da alıntılayıp yazıyorum:)))

dertsiz_coban dedi ki...

Hoşgeldiniz gereksiz adam ve damdaki adam. Sevgili gereksiz adam çok güzel bir noktaya değinmiş. Ben de bir iki şey yazmak istedim.Dediğin gibi terk ve sonrasına dair bilinmeyenler çoğunlukta.Terk zor ve zaten güzelliğide orda zaten.her insan terk edemez. sanıldığı gibi kolay olsaydı zaten şimdiye kadar bin kere gerçekleştirmiştim kendi adıma. ama vakit gelince zaten bence o su akar ve kendi yolunu bulur. sonunu düşünen kahraman olamaz. bir öğrenci bilge hocasına sormuş:sizin gibi olmak için kaç sene çalışmalıyım diye. Bilge hoca : beş sene demiş. peki iki katına çıkarırsam çalışmamı? demiş. bilge hoca:on sene demiş. çalışmamı dahada artırır gece gündüz çalışırsam? demiş.onbeş sene demiş. öğrenci:nasıl olur.çalışmamı artırdıkça süre kısalacağına uzuyor demiş. bilge hoca: bir gözünü hedefe sabitlersen, sana yolculuğunda kılavuzluk edecek yalnızca bir gözün kalır demiş.

Saygılarımla

Unknown dedi ki...

asıl siz hoşgeldiniz dertsiz çoban
nerelerdeydiniz?
ben düşüncemi yukarıda belirttim ama yine de şunu ekleyeim han yolların düsturları vardır terki dünya terki ukba terki terk sanırım oradan hareketle kaleme alınmış bir öykü tabi ki zor hangi yol zor değil ki cennet ucuz değil cehennem de lüzümsüz değil ateş çok yakıcıymış az önce sol elimin iki parmağı sıcak tencere kulpuna yapıştı tek elle yazamyorum ama sadece Rabb'im ateşten halas eyle iki cihanda diyorum off çok canım yanıyor...vesselam

H;M dedi ki...

Terk etmek ?.. ne amaçla terk; günahlardan sıyrılıp, yeniden tazelenerek müslümanca bir hayata mı yönewlmek yoksa kuru kuru dervişlik mi?.. Bu zamanda eğer cebinizde ödeme sorunu yaşamadığnız kredi kartları sözünüzün dinlendiği bir iş çevreniz, kullanırsanız faydalı olacak makamınız, farklı kimlikleriniz varsa onlara bakıp kurtulmayı değil, onlardan nasıl hayırlar çıkarabilmeyi düşüneceksiniz.. Edebiyat dünyasında kulağa hoş gelen bir lezzeetir yalnız yolculukları anlatmak ama, müslümanın gerçeğinde ruhbanlık tehlikesine alır götürür, terk etmek, savaş meydanından kaçmaktan farksızdır bu devrin müslümanı için, sorun ne kredi kartı ne nimetlerin bolluğu sorun bunları doğru kullanmamakta, mesuliyetten kaçmakta, eğer dervişlik yetse ve en iyis olsa , Akşemssedin hazretleri, Hz Fatih'i paylamaz aralarına alırdı.. Her müslüman Hz Resul'den ve güzel sahabelerinden bir cüz taşır; ona bağlı olmakla ve Onlar kaçmadı kaçsaydı bizim halimiz nice olurdu.. Onlara tam bağlılarda kaçmadı, okullar açtı, yutlar açtı, hapislerde yattı, kitaplar yazdı ve onların hayatında da çok şey vardı, para, makam, imtihan zorluk ve fakat bizden en ala farkları, bu şeyler sadece cüzdanlarına, sepetlerine vb.. girdi ama kalplerine asla, fikirlerine heveslerine asla.. Biz terk ediyorsak, terk ettiğimiz sadece günahlarımız olmalı, yoksa kendimizi düşünmüş oluruz kuru bir dervişlikle, bilmem bilir misiniz, iki derviş kardeş varmış biri dağda yaşar, diğeri şehirde yaşamırmış. Dağdaki beze süt doldurup ağacın dalına asar bir damla akmazmış, bir gün şehirdeki kardeşini ziyarete gitmiş hali nasıl diye, bakmış normal müslüma nesılsa öyle, namazını kılıyor, çalışıyor, uyuyor pek beğenmemiş, hissettirmemiş ve biraz daha kalıp şehri görüp dağa kulübesine çıkmış, biraz sonra namaza durmuş bitirmiş dala astığı süte yönelmiş, bakmış ki şıp şıp damlıyor, bir ah etmiş, ey birader demiş asıl derviş senmişssin ben değil..
Bilmem fazla ukalalık mı oldu ama imkan güzeldir hele imkanlı bir müslüman ve onu kullananbilen ne güzeldir; öyle buyurmaz mı, Hz Resul(s.a.v) veren el alan elden üstündür... Edebiyatta, fakir sevilir, yalnız gariban aşık sevilir, dervişlik sevilir hoştur, yakar insanın içini ve bende çok severim ama, hayat ve iman, plansız terkleri, hesapsız işleri, kaçınılan mesuliyetleri pek hoş görmez...Evet duanızdaki gibi Rabbim her iki alem'in ateşlerinden de bizleri koruyup kollasın...

Unknown dedi ki...

öncelikle derin anlamlar içeren güzel yorumunuz için teşekkür ederim karakalem

dervişlik mevzusuna gelince insanlar grup gruptur kimi fatih olmak için kimi akşemseddin olmak için yaratılmıştır hepsine ihtiyaç vardır ve birbirlerini beslediklerinde fetihler olabilir birileri kızaklardan gemileri kaydırır çeker biri onu kaydıracak mühendislik hesabını yapar biri öğrencilerini yetiştirir okulunda dünyanın dört bir yanında bayraktarlık yapar birileri de belki de hayata karışmadan dua eder bazılarının koşması bazılarının uyuması bazılarının ilmi çalışması duadır
tabi ki hayatın içinde terk edilecekleri kalben terk ederek imanı koruma gayretiyle elde ateş tutulan zamanlarda yaşamak dağda yaşamaktan zordur ama bu bize benim yolum güzel başkasının yolu kötü deme hakkını vermediği gibi dervişliği aşağıda görme sonucunu da doğurmmalı bazen bir söz batırır tonlarca ibadeti.Kalb herşeyden önemli nerde olursan ol, ne iş yaparsan yap...
bazen dağları delmek istersin ama kader seni bir yere bağlamıştır oturur durur kalbini korumaya çalışırsın bazen durmak, sabır bazen yazmak bazen konuşmak ibadettir ve kuşlar bile kaderle uçar iki kardeşten bahsetmişsin karındaşlar bile farklıdıra örnek olmuş anlattığın neyse yorum balonuna sığmayacak kadar derin bir mevzu zaman içinde herkes kendini tanıyıp kendini yeniden doğurtup nerde olması gerektiğini kaderin de cilvesiyle bulur gibi geliyor bana dua ve isteme haline devam etmeli kimbilir belki bir gemi uğrar limanımıza ve bizi götürür başka ufuklara...yeter ki bir ölüye çıkmadan önce uyanalım tekrar teşekkür ederim zahmetin için ve diyorum ki yine gel yorumlar için:))

dertsiz_coban dedi ki...

Dervişin biri bir gün dağda gezerken bir kayanın arkasında bir ayağı sakat bir tilki görmüş.Az sonra bir aslan bir geyiği yakalamış gelmiş ve kayanın dibinde karnını doyurduktan sonra çekmiş gitmiş ve ayağına kadar gelen artıklarla tilkide karnını doyurmuş.Bu durumu gören derviş topal tilkinin rızkını gönderen Rabbim benimde rızkımı verir diyerek dağlara vurmuş kendini.Üçç dört gün aç aç gezdikten sonra bir gün bir ses duymuş. "Be hey miskin rızık bekleyen topal tilkiye özeneceğine başkalarına rızık getiren aslana özensen daha güzel olmaz mı" diye. Karakalem arkadaşında dediği gibi sorunlardan kaçmak değil sorunlarla mücadele etmek bence en doğru yol. Sorunları dert olarak değil ders olarak görüp yararlanmaya çalışmalıyız. Saygılarımla.

H;M dedi ki...

Öncelikle yanlış anlaşılmasın, dervişlik ve dervişaneliğe lafım kat'i surette olamaz.. Ve hatta Allah diyen ve gerisini getirmeyen dahi makbuldur ve benden ehvendir.. Sadece bu yazının muhtevasına ithafen yazdım, imkanların daha iyi kullanılması gerektiği yönünde.. Evet bu konu tartışılacak yada bir yoruma sığdırılacak kadar sığ değil, Hz Fatih'i yetiştiren Akşemsseddin hazretleridir ki o olmasa ve hatta Hacı Bayram2ı veli olmasa Hz Fatih ve şumulleri olmazdı.. Biz bu dünyanın küçüğü ve okyanusa nispetle su damlası minvalinde fikirlere sahibiz.. Muteber olan Hz İbrahim'e su götüren karınca'da olur, Hz Süleyman'a dua eden karınca'da.. Evet herkesin rolü vardır ve neyin hayırlı neyin hayra uzak olduğunu ancak Yaradan bilir.. Acizane bize düşen şu ihtiyar ve cezbesi Allah'a ve Resulune kavuşturmaktan öte olmayan dünya hayatında elimizde dilimizde ve fikrimizde olanları mümkün mertebe hayırda kullanmak kullanmaya çalışmak olmalı olabilmeli ve ne mutlu ki bu yolda, elini, dilini, fkrini, kelemini, bedenini, parasını, aklını, duasını, tebessümün kullananlara,, Rabbim zayi olan emeklerden uzak kılsın...

Unknown dedi ki...

dertsiz çoban tekrar hoşgeldiniz
aktarımınız için sağolun

Unknown dedi ki...

karakalem tekrar merhaba
söylediklerinize itirazım yok dualarınıza amin diyorum
ve şunu yineliyorum bu öyküden benim anladığım hayatın içinde bizi esir alan şeyleri kalben terk etmek KUL olup esaretlerden kurtulmak yoksa çoluğu çocuğu bırakıp sorumsuz, derviş kisvesiyle yaşamak değil bilakis bütün nimetlerin farkındalığı ile şükr ile verildiği gibi alınabilecği şuuru ile kalbe Aşktan ve rızadan başka bir şeyi almadan yaşamak kolay mı çok zor küçük bir kalemimiz kırıldığında bile üzülürken çok zor zoru aştığımızda ise kamil insana ulaşırız vesselam

LinkWithin

Blog Widget by LinkWithin