26 Aralık 2010 Pazar

YORGUNUM DOSTLARIM…YORGUNUM ARTIK…




Yine zamanın döngü vakti geldi, bir yaş daha eskiyor dünya ve bizi de katıyor önüne. Her yıl düşerken takvimin son yaprakları bir hüzün sarar insanı. Birkaç çizgi daha belirir yüzünde.
Eskiden “yeni bir başlangıç” tarafını görürdüm, yeni yılı öne çıkarır, bir sürü umudu yüklerdim bu döngüye. Ama artık yenisindense eskisinin muhasebesini yaptığım, hayallerimden biraz daha uzaklaştığımı fark ettiğim, umudu rafa kaldırdığım zamanları yaşıyorum her sene sonunda.
Bu belki bu ara daha fazla hissettiğim bir duygu. Aslında çok hastayım. Hasta olunca insanın gözünden siliniyor her şey. Göremediğimiz bir mikrop gördüğümüz, sevdiğimiz her şeyin önüne geçiyor. “Canımı veririm” ler siliniyor, “can”ın ne kadar da önemli olduğu anlaşılıyor.
Günlerdir hiçbir şey gözümde yok, uykum sık sık, uzun ve derin öksürük nöbetleri ile kesiliyor. İlaç içmemekte ısrar ediyordum ta ki bu sabaha kadar. Bugün artık dayanacak gücüm kalmayınca antibiyotiğe başladım. Biraz gözüm açıldı da kalkıp iki satır yazayım dedim.
Bir haftadır gecem gündüzüm karıştı. İşin kötü yanı, mutlaka tarafımdan yapılması gereken resmi işlemler vardı. Bu nedenle her gün dışarı çıktım ve dinlenemediğim için bir türlü iyileşemedim. Akşamları erkenden yatıp sabahları erken uyanamadım. Oysa rutinim geç yatıp erken uyanmak, sabah yazısında rüyalarımı yazmaktı. Bu hafta öyle çok rüya gördüm ki çoğunu da hatırlamıyorum ama genel olarak kaos hakimdi gece sinemama.
Büroyu resmen kapattım. Maliyede, defterdarlıkta, muhasebecide, sigortada orada burada derken yanlış yapılan hesaplamaları düzeltme telaşındaydım gündüzleri. Tabi gecelere de bunların yansıması düşmüş olmalıydı ki hep bir mücadele söz konusu idi.
Yine kısa çöpü ben çekmiştim, yine bir sürü yanlışlık bana rastlamıştı.
Neden mi? Sorgulamayı bıraktım artık.
Demek ki öyle gerekiyor ki bunları yaşıyorum.
Eskiden yanlış bir sokağa bile sapınca tüh ya zaman kaybediyorum diye canım sıkılırdı, söylenir dururdum.
Artık acaba burada görmem gereken ne var da buraya yolum düştü diye bakıyorum. Olayları, çevreyi, yaşadıklarımı daha sakin karşılayıp daha yalın bir okuma yapmak istiyorum.
Belki de bu kaçan trenlerden umudunu kesen bir yolcunun istasyonu sevmeğe mecbur kalışıdır. Gidemediği bir yerlere olan özlem yerine kaldığı bu yeri sevme gayreti.
Geçen her yıl kaçan bir tren gibi aslında. Ve bir eşik var, bir yaş eşiği, bu herkeste değişir sanırım ama otuzla başlıyorsa yaşınız biraz biraz istasyonu sevmeniz gerektiğini kabullenmeye başlamışsınızdır.
Olanla yetinmeyi, kalanların kıymetini bilmeyi ve yeni bir şeyler yapılacaksa artık bu ülkede olması gerektiğini kabul ederseniz.
İstasyon artık gidenlere el sallanan, gelenlere hoş geldin denilen bir yerdir. Bazen istasyonun bahçesinde oturmuş çay içerken yanınıza sokulanlar olur. Amaçları bekledikleri tren gelene kadar vakit geçirmektir. Hal hatır sorma faslından sonra telaşla bir şeyler sorarlar, dilin döndüğünce anlatırsın. Buradan, gideceği yerden, yolculuktan bahseder, kendi hikayen üzerinden paylaşımlar yaparsın. Tam en heyecanlı yerinde trenin düdüğü duyulur. Sevinçten senin sözlerini duyamaz olur yanındaki. Ve susarsın, buruk bir gülümsemenin kenarına sıkıştırılmış birkaç kelam eder, iyi yolculuklar dilersin.
“Çemberimde gül oya, gülmedim doya doya” diye her satırında ayrı bir “ah”ın gizlendiği türkü çalarken istasyonun salonunda “Hoşça kal 2010” yazan ışıklı tabela ilişince gözüne “Hoşça kal” diyerek  bakarsın yılların ardından. Yürürsün karanlığın içine, trenin ters istikametinde, cebinde biriktirdiğin hayalleri tek tek bırakırsın rayların arasındaki taşların üzerine…
Yolculuk sürmekte, bazen durduğun yerde yapacağın bir yolculuk seni götürür daha ilerilere… İyi yolculuklar herkese…      blogspot visitor counter

8 yorum:

Delibu! dedi ki...

'Hoşça kal 2010' demek yerine 'Hoş geldin 2010' demeyi tercih ediyorum ben, 'yeni'lenmeyi yani, çok hüzünlü bir yazı olmuş, yenilenme dileğiyle.

Unknown dedi ki...

sevgili delibu hoşgeldin diyeceğimiz 2011:) bu gün hüzne bulanmış yüreğim...yarına Allah kerim

cem dedi ki...

zaman geçtikçe böyle oluyor. insanın umudu mu azalıyor ne?

çok geçmiş olsun...

MAVİ TUTKU dedi ki...

Çok geçmiş olsun..son 10gündür yaşadığım rahatsızlık, uykuya hasret kalmam ne demek istediğinizi öyle iyi anlamama neden oluyorki..Güzel bir yazıydı.

Unknown dedi ki...

umudun azalması yaşlanmak oluyor sanırım gereksiz adamcım :)
sağolasın

Unknown dedi ki...

sağol mavi tutku anlaşılmak güzel olsa da bir an önce iyileşmen dileğiyle ..elimde zencefilli balla tad verilmeye çalışılmış bir bitki karışımı eşliğinde yazıyorum bunları:)

Sabahattin Gencal dedi ki...

Yaşadığımız sürece umutlar da yolculuklar da devam edecek.
.....
Merhaba,
14 Şubat Dünya Öykü Gününde DAMLA/ ÖYKÜ ÖZEL SAYISINI çıkarmayı düşünüyoruz. Bu konudaki çağrımız “Bloglardan Seçmeler”de yayınlandı. Özel sayı için öykülerinizi göndermenizi önemle rica ediyoruz.
Not: Sitemizi ziyaret edenlerin sayısı sınırlıdır. Biz de birçok siteye ulaşamıyoruz. Onun için de yardımlarınızı bekliyoruz. Bu etkinliğe katılmaları için bloglarda yazanları teşvik ederseniz memnun olurum.
İyi günler dileğiyle.

Dilsuhan dedi ki...

Sağlıklıyken okumuştum yazını yorum yazma hakkımı saklı tutarak ve sonraya bırakarak. Şimdi hastayken yazıyorum. Umarım sen iyileşmişsindir.
Zaman sıkıntısını ben de çok yaşarım. Özellikle ikiz annesi olduktan sonra boşa giden her vakit nasıl üzerdi beni. Aynı anda birden fazla şey yapma yapabilme gayreti her zaman başarıya ulaşmıyor. Beceriksiz akrobatlar gibi çerrilen tüm toplar kafana pat pat düşüp sinirlerinide bozuyor insanın.Şimdi hastayken kitap bile okuyamadan sadece yattım. Vakitte bir mahluktur der ya şairimiz, artık zamanın yakasınıda bıraktım.Birden fazla insan(anne-eş-avukat-evlat vs.) olmaktan sadece miskin olmaya yol alıyorum galiba! Hem değil miki zaman an-dem-dehr-vakit diye ayrılıyor.Boş ver, Hay'dan gelen Hu'ya gitsin:)

LinkWithin

Blog Widget by LinkWithin