Sevgili babacığım,
Belki hatırlamazsın ama bugün sen öleli tam iki yıl oluyor. Ne yazık ki bu süre içinde ben daha iyi ve akıllı olamadım; bu fırsatı da kullanamadım. Oysa yıllar önce, bazı zamanlar, sen olmasaydın bir çok şey yapabileceğimi düşünürdüm. Şimdi artık suçun kendimde olduğunu görmek zorundayım.
Sana bazı şeyleri anlatamadım. Bir iki yıl daha yaşasaydın ya da dünyaya dönseydin – kısa bir süre için- her şey başka türlü olurdu sanki. Çaresizlik yüzünden bir çok şeyin anlamı kayboluyor. Sen olmadıktan sonra sana yazılan mektup ne işe yarar? Fakat ben artık bir meslek adamı oldum babacığım. Yakın çevremde seninle ilgili bir hatıramı anlattığım zaman, “Ne güzel” diyorlar, “Bunu bir yerde kullansana.” Onun için, çok özür dilerim babacığım, seni de bir yerde, mesela bu mektupta kullanmak zorundayım. Geçen zaman ancak böyle değerleniyormuş; insanın geçmiş yaşantısı ancak böylece anlam kazanıyormuş. Ben, seninle ilgili olayları anlatırken aslında senin nasıl bir insan olduğunu belli etmemeye çalışıyorum; aklımca asıl babamı kendime saklıyorum. Sonra da seni anlamadıkları zaman onlara kızıyorum. Bana kızınca –bu çok sık olurdu- “Senin aynadan gördüğünü ben ‘dıvardan’ görürüm,” derdin. Annemle birlikte ‘dıvar’ sözünle alay ederdik. Ben de şimdi küçüklerime karşı –artık benden küçük olanlar da var babacığım- bu cümleni kullanıyorum, gülüyorlar
İşitin ey yarenler aşk bir güneşe benzer Aşkı olmayan kişi misali taşa benzer Taş gönülde ne biter dilinde ağu tüter Nice yumşak söylese sözü savaşa benzer Aşkı var gönlü yanar yumuşanır muma döner Taş gönüller kararmış sarp kah kışa benzer
özlem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
özlem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
16 Haziran 2011 Perşembe
18 Ekim 2010 Pazartesi
Yenilen biz miyiz yoksa aşklar mı ...
SAVRULAN KÜLLERİ ÖMRÜMÜZÜN
Bir kızın kocaman gözlerinde gördüm
bulutların dağlara sessizce çöküşünü
Çocuksu susuşları gördüm, kırılan sevinci
Ve kalbimi puslu yamaçlardaki pusulara saldım
çobanlar çoktan inmişlerdi ovaya
bense yapayalnız bir ağaçtım doruklarda
Harelenen sularda bir yanık kokusu
ve uzun boyunlu bir kızın gülümseyişi
Işık zamana bağlı zamansa onun
kocaman gözleridir artık
Anladım tarih de yazılmaz
bir aşkın sayfalarına düşmüyorsa gün
Yalnızdım, yapraklarım dökülmüştü bir bir
deryalara savrulup çöllere düşmüştü
Bir duman tütüyor yine hangi kent yandı
hangi sokakta vuruldu sevgilim
Bir demet menekşe bir avuç toprak
burkulan bir yürek miyim hep
Sesimde bir yanma bir kekrelik
uzayıp giden bir çöl yalnızlığı
Gazeteleri okumuyorum başım dönüyor
sulanmamış çiçekler gibi kuruyor her şey
her şey bir yolculuğun hüznünü taşıyor
gidip de gelmemek üzere bütün yüzler
Puslu yamaçlarda bir çakal gölgesi
bir dağ suskunluğu yürüyor kentlere
yenilen biz miyiz yoksa aşklar mı
bir kızın kocaman gözlerinde görüyorum
savrulan küllerini ömrümüzün
Bu kenti ayrılıklar yıkacak birgün biliyorum
Ölümden şikâyeti yok ölüp gidenlerin
ama bir kızın kocaman gözlerinde yangınlar çıkıyor
Acılar dehşetli kinlendiriyor beni
Kabarıp duruyor içimde, kabarıp duran bir okyanus
yurdumu arıyorum batık bir tekne değilim
yurdumu arıyorum kızgın küller ortasında
AHMET TELLİ
Bir kızın kocaman gözlerinde gördüm
bulutların dağlara sessizce çöküşünü
Çocuksu susuşları gördüm, kırılan sevinci
Ve kalbimi puslu yamaçlardaki pusulara saldım
çobanlar çoktan inmişlerdi ovaya
bense yapayalnız bir ağaçtım doruklarda
Harelenen sularda bir yanık kokusu
ve uzun boyunlu bir kızın gülümseyişi
Işık zamana bağlı zamansa onun
kocaman gözleridir artık
Anladım tarih de yazılmaz
bir aşkın sayfalarına düşmüyorsa gün
Yalnızdım, yapraklarım dökülmüştü bir bir
deryalara savrulup çöllere düşmüştü
Bir duman tütüyor yine hangi kent yandı
hangi sokakta vuruldu sevgilim
Bir demet menekşe bir avuç toprak
burkulan bir yürek miyim hep
Sesimde bir yanma bir kekrelik
uzayıp giden bir çöl yalnızlığı
Gazeteleri okumuyorum başım dönüyor
sulanmamış çiçekler gibi kuruyor her şey
her şey bir yolculuğun hüznünü taşıyor
gidip de gelmemek üzere bütün yüzler
Puslu yamaçlarda bir çakal gölgesi
bir dağ suskunluğu yürüyor kentlere
yenilen biz miyiz yoksa aşklar mı
bir kızın kocaman gözlerinde görüyorum
savrulan küllerini ömrümüzün
Bu kenti ayrılıklar yıkacak birgün biliyorum
Ölümden şikâyeti yok ölüp gidenlerin
ama bir kızın kocaman gözlerinde yangınlar çıkıyor
Acılar dehşetli kinlendiriyor beni
Kabarıp duruyor içimde, kabarıp duran bir okyanus
yurdumu arıyorum batık bir tekne değilim
yurdumu arıyorum kızgın küller ortasında
AHMET TELLİ
17 Ekim 2010 Pazar
sen varsın dünyada birde ben varım ...Necip Fazıl'dan...BEKLEYEN...
Sen kaçan ürkek bir ceylansın dağda
ben peşine düşmüş bir canavarım.
istersen dünyayı çağır imdada
sen varsın dünyada birde ben varım
seni korkutacak geçtiğin yollar
arkandan gelecek hep ayak sesim
sarıp vücudunu belirsiz kollar
enseni yakacak ateş nefesim
kimsesiz odanda kış geceleri
için ürperdiği demler beni an
deki odur sarsan pencereleri;
deki rüzgar değil odur haykıran
göğsümden havaya kattığım zehir
solduracak bir gül gibi ömrünü
kaçıp dolaşsan da sen şehir şehir
bana kalacaksın yine son günü
ölürsün kapanır yollar geriye
ben mezarla sırdaş olur beklerim
varılmaz hayale işaret diye
toprağında bir taş olur beklerim
Necip Fazıl Kısakürek
8 Ekim 2010 Cuma
"Korunaklı şiirler yaz bana, sevgilim olmayan sevgili "
Dilimde ay tutuldu.../...dilsizim
korunaklı şiirler yaz bana, sevgilim olmayan sevgili
sağanak yağışlı günlerimde sığınacağım bir yer bulunsun
bari, şiirlerde bir ev'cağızım olsun
üç oda bir salon yalnızlığımı kiraya vereceğim
heveslenme, senin için düşlerim başka
aklını başından alıp, gezmeye götüreceğim
ne güzel gülüyorsun, dudaklarında eski İstanbul resimleri
öyle kal lütfen, yüzüme baktığın anın resmini çekeceğim
sana söz veriyorum, sen de bana umut ver
sonra her şeyi unutup, ülkeme geri döneceğim
bende bir hoşum, şarkıların belalı güzelliğine vuruldum
o uzak ay'da kaldı onayladığım gülüşler
raks eden sevişmelerin çingene zamanındayım,
'gel' desen, gidemeyecek kadar sarhoştur özlemler
anlayışımı kaybettim, beni anla
karşılığında gözlerimin kahvesinden içireceğim
düşe kalka düşledim, son baharım kaldı
beni şimdi tutmazsan, dudaklarına devrileceğim
oturaklı şiirler yaz bana, sevgilim olmayan sevgili
yorgun günlerimde dinleneceğim bir yer bulunsun
şiirlerde bari, bir nefeslik yerim olsun
'05-izmir havası
Pelin Onay
göksel gülmek için yaratılmıÅ� 2009
20 Eylül 2010 Pazartesi
KONUŞ(MA)…
Bu yazı KALEMŞAH.COM' da yayınlanmıştır.
"Bir güzel susmak geliyor içimden." dedi.
Susma dedim, konuşalım…Takas edelim yalnızlığı…
Öyle çok, öyle derin ki, "Hangi cebini karıştırsan yalnızlık." (Turgut Uyar) dedi.
Hangimizin öyle değil ki, dedim, bir yerden başla anlatmaya iyi gelir belki.
"Senin de kıyılarını/ elinden aldılar mı" (İbrahim Tenekeci) dedi, uzaklara dikti gözlerini.
Almazlar mı? Bazen kıyılarıma ulaşamadan çaldılar hayallerimi kelimeleri dökülünce dilimden, desene "Biz her çağda kızılderili/ Biz her yerde hep yerdeyiz."( Hüseyin Atlansoy) değil mi?, dedi.
"Nerelisin yeğenim? / Hüzünlüyüm dayı." derdim bir zaman memleketimi sorana, sonra hüzün gelip otağını kurdu kalbimin tam ortasına. "Hüzün ceketimin iç cebinde bir tütün yaprağı gibi" (Cafer Turaç)
Benimse "Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile/ Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün." (E. Cansever) dedim.
"Yaşamak deriz -Oh, dear- ne kadar tekdüze." (İ. Özel) dediği gibi şairin, aynı düzlemde gidiyoruz işte, bir hayalin peşinde koca bir aldanmışlık sarmış evrenimizi, sarmalamış bizi gölgeler misali dedi.
“Yok bu şehr içre senin vasfettiğin dilber Nedîm
Bir perî-sûret görünmüş bir hayâl olmuş sana” diyorsun yani diye ilave etti…
Elbette, öyleyse ne gerek var, her şeyi dert etmeye, dedim…
"Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta/ Her şey naylondandı o kadar." Diyebiliriz değil mi dedim acı bir tebessümü iliştirip dudağımın kenarına…
Aynen öyle, her şey sahte…“Korkuların karanlıktan doğmadığını anladım – korkular da yıldızlar gibi – hep oradadırlar ama gün ışığı onları gizler...”
dese de Nietzche, korku da bir ezberlenmiş bir replik sadece. Bir dekorda yaşıyoruz, rolümüzü oynuyoruz vakti gelince. Figüranlar gibi girip çıkıyoruz birbirimizin sahnelerine diyerek sığındı sessizliğe.
dese de Nietzche, korku da bir ezberlenmiş bir replik sadece. Bir dekorda yaşıyoruz, rolümüzü oynuyoruz vakti gelince. Figüranlar gibi girip çıkıyoruz birbirimizin sahnelerine diyerek sığındı sessizliğe.
"Biraz aklınız karışacak galiba efendimiz. Bilmem ki. Karışsın Olric. Bugüne kadar boş bir kağıt gibi temiz kaldı. İyi koruduk uzun süre. Biraz da zorlansın. Saflığını kaybetsin biraz. Aklımız, maceralardan korkmasın biraz. Ne demek biraz? Hiç korkmasın. Hiç yorulmadan mı ölelim istiyorsun? Sonra Oblomov gibi erken ölürüz. İyiyi kötüden ayırmasını öğrenmek istiyorum. Uğraştı da beceremedi desinler. Biraz heyecanlanıyorum; bilmediğim, görmediğim hayallerin baskısını hissediyorum, efendimiz. Sizin için korkuyorum. Belki, çok önceden hazırlığa girişmeliydiniz efendimiz. Gülünç olurum diye mi korkuyorsun Olric? Zarar yok, gülünç olalım. Bir yere varalım da ne olursak olalım. İyi aklıma getirdin Olric: Don Kişot'u da almalıyız. Çok iyi niyetli bir ihtiyardır. Aklın macerası önemli Olric. Ben de okumadığım kitaplardan en iyi anlayan insanım bu dünyada." diyor ya TUTUNAMAYANLAR’da Oğuz Atay, gülünç olmak da dahil korkulardan kurtulup yürüyelim hayatın içinde, aşkın izinde dedim bir doz heyecan katıp orta şeker keyfime.
Bak dedi; "Bizim gibiler... Kadın ve erkek fark etmiyor: yapayalnızlar: sizi aşka götüren yolda, kim ve ne olursanız olun, sonsuza dek yapayalnız. Kadınlığınız, erkekliğiniz işe yaramaz. Aşk ya yıkıp geçer ya da sizi yapayalnız bırakır." demiyor mu Selim İleri, Yarın Yapayalnız’da. Haklı değil mi söyle bana diye ısrarla sorunca şiirden bir dal uzattım ona:
Lale Müldür ne diyor biliyorsun: “Ormanda bir kuş hızla dönüyordu. Aşık olduğumuz zaman yürek denen ormanda bir kuş anormal bir hızla döner ve kaçmamız gerektiğini söyler bize çünkü her şey çok fazladır kendi etrafında nefes kesici bir biçimde dönen bir kuş kendini ve etrafındakileri yaralar tehlikedir onun adı… “
Tehlikeden sıyrılmak mı zordur, kendini aşkın sularına bırakmak mı bilinmez ama aşka kapısını aralamalı insan. “Aşkta ölüm gibi habersiz gelir” dese de şair açmayınca gönlünü aşkın frekansına geleni de duymuyor insan, kendini de tanımıyor bir başkasını kendine ayna kılmayınca dedim ümitvar bir tavırla.
“ Her seven
Sevilenin boy aynasıdır.
Sevmek
Sevilenin o aynaya bakmasıdır.” der ya, Özdemir ASAF diye ekleyince, evet tam da bunu demek istemiştim: Bırakmalı insan kendini mutluluğa götürecek sevgiye. Emek vermeli, sevdiklerine, diyorum işte.
Sevilenin boy aynasıdır.
Sevmek
Sevilenin o aynaya bakmasıdır.” der ya, Özdemir ASAF diye ekleyince, evet tam da bunu demek istemiştim: Bırakmalı insan kendini mutluluğa götürecek sevgiye. Emek vermeli, sevdiklerine, diyorum işte.
“Yorgunum. Açılan her kapının ardında gülümseyen bir yüz arıyorum." (Melek Paşalı) Anlıyor musun beni, yorgunum deyiverince atıldım hemen:
Yorulmak yok…Yürü ve vardığın duraklarda dinlen, konuk ol gönlünü açan talibe ve gülümse, bunca söz bunca kelime işte bu hakikati anlatmak için değil de nedir söyle?, hadi neşelen biraz, gül, gülümse…
"Harflerin gülüştüğünü senin adında gördüm!" (H. Ergülen) deyince, ne güzel bir mısra bak isteyince oluyormuş geçmek, hüzünden neşeye diyerek gülümsedim yüzüne.
O da gülümsemişken gözlerime, birden bire yüzü bulutlandı, “Korkuyorum yaklaşmaktan, yakınlaşmaktan” diye mırıldandı. “Hepimiz bazen birileriyle o kadar yakınlaşırız ki dostluğumuzu ya da kardeşliğimizi hiçbir şey engellemiyormuş gibi görünür; bizi ayıran küçücük bir köprü vardır, hepsi o kadar. Ama tam sen bu köprüye adım atacakken sana şu soruyu sorsam: “Bu köprüyü geçip bana gelir misin?” işte o anda artık bunu istemeyiverirsin; sorumu tekrarlasam öylece suskun kalırsın. O andan itibaren aramıza dağlar ve azgın nehirler girer; bizi ayıran ve birbirimize yabancılaştıran duvarlar bitiverir önümüzde ve bir araya gelmek istesek de artık yapamayız. Ama o küçücük köprüyü düşündüğünde, sözcüklere sığmayacak kadar büyüyüverir gözünde; yutkunur ve şaşar kalırsın.”( Irvın yalom-köprü) diye ekledi, korkusuna gerekçe gösterircesine.
"Benim harcım değil bir yâr sevmek gizliden." (İsmet Özel) diye de ekledi, şairden ödünç aldığı kelimelerle.
Aşk gizlenemez ki, dedim. Senden başka herkes görür bazen ışığı, insanın kendini görmesini engeller gözünün menziline giremeyen kör noktaları. Bu nedenle bir ayna önünde durmalı insan, yüreğine eş yüreğin sularına kendini bırakmalı…
“Bir bozuk saattir yüreğim hep sende durur." dedi, yüzünde muzip bir gülümsemeyle.
Aşka düşünce baktığın, gördüğün zaten hep o olur. Ve ondan sonra, aşığın kalbi ancak kavuşunca sükun bulur, deyince ben, orada dur bakalım dedi. Aşka geldiyse konu, evvel yükseklerden uçup şimdilerde düze inen gönlümün diyecek sözü çok:
“Ben pırıl pırıl bir gemiydim eskiden.
İnanırdım saadetli yolculuklara.
Adalar var zannederdim güneşli, mavi, dertsiz.
Bütün hızımla koşardım dalgalara.
O zaman beni görseydiniz.
Ben pırıl pırıl bir gemiydim eskiden.
Beni o zaman görseydiniz
Siz de gelirdiniz peşimden.
Ama simdi şu akşam saatinde
Son liman kendim, bu döndüğüm,
Bilmiş, bulmuş, anlamış.
Hatırımda, bir vakitler güldüğüm.
Yoluna can serdiğim o kaçış.
Şimdi, şu aksam saatinde
Dönüyorum görmüş, geçirmiş, atlatmış,
Gözlerin doymayan sahilinde.
(Özdemir Asaf)” diyor ya şair, “Bir kere yanlış trene bindiyseniz; koridordan ters tarafa yürümenin hiçbir faydası yoktur “ dediği gibi Niechtze’nin, bazen yanlış limanlara sığınıyoruz. Sonra bir fırtına çıkıyor, kırılıyor dalgakıranları gönlümüzün, batıyoruz denizin dibine, sözü bırakıyoruz yine şaire:
İnanırdım saadetli yolculuklara.
Adalar var zannederdim güneşli, mavi, dertsiz.
Bütün hızımla koşardım dalgalara.
O zaman beni görseydiniz.
Ben pırıl pırıl bir gemiydim eskiden.
Beni o zaman görseydiniz
Siz de gelirdiniz peşimden.
Ama simdi şu akşam saatinde
Son liman kendim, bu döndüğüm,
Bilmiş, bulmuş, anlamış.
Hatırımda, bir vakitler güldüğüm.
Yoluna can serdiğim o kaçış.
Şimdi, şu aksam saatinde
Dönüyorum görmüş, geçirmiş, atlatmış,
Gözlerin doymayan sahilinde.
(Özdemir Asaf)” diyor ya şair, “Bir kere yanlış trene bindiyseniz; koridordan ters tarafa yürümenin hiçbir faydası yoktur “ dediği gibi Niechtze’nin, bazen yanlış limanlara sığınıyoruz. Sonra bir fırtına çıkıyor, kırılıyor dalgakıranları gönlümüzün, batıyoruz denizin dibine, sözü bırakıyoruz yine şaire:
“O günden sonra kuracak güzel bir cümlem olmadı hiç
dünya için. Rüyalarım tüller ve silahlardan bu yana sisli.
Kıvrılıp giden dargın bir yol, yolda eski bir taş,
Limanda bağlı bir tekne, yosunlu bir halat gibi durdum.
Uzağımda açık denizdi o yürüdü gitti.
Ben kıyıda ıssız bir ev, ince boğazda gıcırdayan tahta iskele,
iskelede bir lastik, az ilerde turuncu bir şamandıra,
İçimde kuzeyden bir hatıra aksiyle durgun suya vurdum.”
dünya için. Rüyalarım tüller ve silahlardan bu yana sisli.
Kıvrılıp giden dargın bir yol, yolda eski bir taş,
Limanda bağlı bir tekne, yosunlu bir halat gibi durdum.
Uzağımda açık denizdi o yürüdü gitti.
Ben kıyıda ıssız bir ev, ince boğazda gıcırdayan tahta iskele,
iskelede bir lastik, az ilerde turuncu bir şamandıra,
İçimde kuzeyden bir hatıra aksiyle durgun suya vurdum.”
“Okyanusta ölmez de insan, gider bir kaşık ''sevda'' da boğulur” dedikleri doğru demek ki.
Yine de emek vermeli insan, aşka uğramış gönlü, onu bilmezlere tercih etmeli. Ne diyor Halil Cibran:
“Yeryüzüne birlikte geldiniz ve sonsuza dek birlikte yaşayacaksınız,
Ölümün ak kanatları günlerinizi bölene dek birlikte olacaksınız,
Tanrı'nın suskun anıları katına eriştiğinizde bile birlikte olacaksınız,
Ama bırakın da bunca beraberliğin arasında biraz boşluklar olsun,
Ve Tanrısal alemin rüzgarları esip dolanabilsin aranızda,
Birbirinizi sevin, ama sevginin üzerine bağlayıcı anlaşmalar koymayın,
Bırakın yüreklerinizin sahilleri arasında gelgit çalkalanan bir deniz olsun Sevgi
Birbirinizin kadehini onunla doldurun ama aynı kadehe eğilip içmeyin,
Ekmeğinizi bölüşün, ama aynı lokmayı dişlemeye kalkmayın,
Şarkı söyleyin, dans edin, eğlenin birlikte ama ikinizin de birer Yalnız olduğunu unutmayın,
Çünkü lavtadan dağılan müzik aynı, ama nağmeleri çıkaran teller ayrıdır,
Yüreklerinizi birbirine bağlayın ama biri ötekinin saklayıcısı olmasın,
Çünkü ancak Hayat'ın elidir yüreklerinizi saklayacak olan,
Hep yan yana olun, ama birbirinize fazla sokulmayın,
Çünkü tapınağı taşıyan sütunlar da ayrıdır,
Çünkü bir selvi ile bir meşe birbirinin gölgesinde yetişmez “.... Bireyliğini kaybetmeden bir olmayı becerebilmeli, başarırsan bunu, dünyada yaşarsın cennet gibi dedim ısrarla.
Ölümün ak kanatları günlerinizi bölene dek birlikte olacaksınız,
Tanrı'nın suskun anıları katına eriştiğinizde bile birlikte olacaksınız,
Ama bırakın da bunca beraberliğin arasında biraz boşluklar olsun,
Ve Tanrısal alemin rüzgarları esip dolanabilsin aranızda,
Birbirinizi sevin, ama sevginin üzerine bağlayıcı anlaşmalar koymayın,
Bırakın yüreklerinizin sahilleri arasında gelgit çalkalanan bir deniz olsun Sevgi
Birbirinizin kadehini onunla doldurun ama aynı kadehe eğilip içmeyin,
Ekmeğinizi bölüşün, ama aynı lokmayı dişlemeye kalkmayın,
Şarkı söyleyin, dans edin, eğlenin birlikte ama ikinizin de birer Yalnız olduğunu unutmayın,
Çünkü lavtadan dağılan müzik aynı, ama nağmeleri çıkaran teller ayrıdır,
Yüreklerinizi birbirine bağlayın ama biri ötekinin saklayıcısı olmasın,
Çünkü ancak Hayat'ın elidir yüreklerinizi saklayacak olan,
Hep yan yana olun, ama birbirinize fazla sokulmayın,
Çünkü tapınağı taşıyan sütunlar da ayrıdır,
Çünkü bir selvi ile bir meşe birbirinin gölgesinde yetişmez “.... Bireyliğini kaybetmeden bir olmayı becerebilmeli, başarırsan bunu, dünyada yaşarsın cennet gibi dedim ısrarla.
Hayat bir muamma, bunu unutma dedi, en ciddi, en mütevekkil ifadelerinden birini takıp yüzüne, artık geldiği gibi yaşıyorum, ne sağımdan solumdan esen rüzgara aldırıyorum, ne de neden ben diye soruyorum, sadece seyrediyorum, vardır bunda da bir hayır diyor, gözümü bir sonraki sahneye dikiyorum:
''Şiirler söylenir, şiirler biter
Biz bu sevdayı neresine sakladıktı sen ona bak da
Kahverengi avuçlarına mı gözlerinin
Tam oradan mı kahverengi yağan bir aydınlığa.''
Kısa bir öyküdür hayat
Uğruna upuzun acılar çektiğimiz
Kısa bir türküdür
Bir kez daha söylemek için delirdiğimiz (Yılmaz Odabaşı)” diye söylemiş ya şair, bak ne diyor bir başkası:
Uğruna upuzun acılar çektiğimiz
Kısa bir türküdür
Bir kez daha söylemek için delirdiğimiz (Yılmaz Odabaşı)” diye söylemiş ya şair, bak ne diyor bir başkası:
“Yüzgörümlüğü selamı gözlerin alır ancak müntehir bir şairin dudaklarından. Düşleri erken çalınan çocukların masalında bir varsın bir yoksun evvel zaman içinde, sol memenin altındaki cevahir, dövüldükçe uslanmayan bir çocuk gözlerin için. Kalbim kendi masalında kendi kahraman bir gladyatördür.
Anla sevgili! Kahraman bir aşkı olmalı insanın, kahraman bir hüznü ve ağlayan bir gözü olmalı. En çok ağlamayı becerebilen bir göz gözdür ve taşan bir pınardan içilen su ab-ı hayat suyudur. Kaldır gözlerindeki demir perdeyi ve gözlerinde demir taraklarla taranmış gövdeleri, aşk ehli raks etsin, cezbeye dursun kalpleri.
Kör olsun ışığa meydan okuyan dağlar, aşka geçit vermeyen demir kör olsun. (Nevzat ONMUŞ)”
İyi diyorsun hatta, Cezmi Ersöz’ün
“Artık şimdi o karanlık denizde
'binlerce hiç kimseyim'
İki karanlık orman birbirini sevse ne olur, sevmese..." dediği noktadasın.
'binlerce hiç kimseyim'
İki karanlık orman birbirini sevse ne olur, sevmese..." dediği noktadasın.
Ve ekliyorsun, "Yalnız aşkı vardır aşkı olanın
Ve kaybetmek daha güç bulamamaktan"
Ve kaybetmek daha güç bulamamaktan"
Dahası var: Söz Atilla İlhan’ın:
“Hayır sanmayın ki beni unuttular
Hala ara sıra mektupları gelir
Gerçek değildiler birer umuttular
Eski bir şarkı belki bir şiir
Ne kadınlar sevdim zaten yoktular
Böyle bir sevmek görülmemiştir”
Başta söylemiştim sana, dünya sadece bir hayal… Bizi saran, sarmalayan, yıkan, her türlü duygu sanal…
“Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta/ Her şey naylondandı o kadar."
HANDAN GÜLER
3 Eylül 2010 Cuma
O şehre gittiğin gibi bana da git uçarak bana da in, bana da kon ve el salla geride bıraktığına
O şehre davrandığın gibi davran bana da
O şehre gittiğin gibi bana da git uçarak
bana da in, bana da kon ve el salla geride
bıraktığına: Elveda benim küçük adamım!
ufacıktan bir şehri nasıl adam ettinse,
Sevdinse adam gibi, beni de o şehir gibi
sev! Korkma sakın, adam etmez aşk beni,
geç benden, benim de köprülerim var,
aşkı seyret oradan, dalgın günüm geçiyor,
benim de gecelerim var, danset, eteklerin
fırdönsün, sen bana dön, bana eşlik et,
benim de sabahlarım var, uyanmaya ne saat,
ne telefon, ne kapı: bisikletin zilini
dizlerini kanatan bir deli kız çalsın yeter ki!
Benim de parklarım var, uzanıver salkımsaçak
üstüme, dalımdan tut, benim de yapraklarım var
güneşli gövdene müjde eli kulağında bahar,
benim de şiirlerim var, aşk konulu, senin
o şehri sevmene benziyor, seni sevmeye
benziyor adamakıllı serserin olana kadar
Bir şehri kıskanıyorum, benim böyle neyim var?
Haydar Ergülen
2 Eylül 2010 Perşembe
'Sana ihtiyacım var, gel! '' diyebilmekmiş güçlü olmak, Sana ''git'' dediğimde anladım..
Bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını, kendimi bulduğumda anladım.
Herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış,
Kendi yolumu çizdiğimde anladım..
Bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat, okuyarak,dinleyerek değil..
Bildiklerini bana neden anlatmadığını, anladım..
Yüreğinde aşk olmadan geçen her gün kayıpmış,
Aşk peşinden neden yalınayak koştuğunu anladım..
Acı doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden,
Neden hiç ağlamadığını anladım..
Ağlayanı güldürebilmek, ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş,
Gözyaşımı kahkahaya çevirdiğinde anladım..
Bir insanı herhangi biri kırabilir, ama bir tek en çok sevdiği, acıtabilirmiş,
Çok acıttığında anladım..
Fakat hak edermiş sevilen onun için dökülen her damla gözyaşını,
Gözyaşlarıyla birlikte sevinçler terk ettiğinde anladım..
Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet,
Yüreğini elime koyduğunda anladım..
''Sana ihtiyacım var, gel! '' diyebilmekmiş güçlü olmak,
Sana ''git'' dediğimde anladım..
Biri sana ''git'' dediğinde, ''kalmak istiyorum'' diyebilmekmiş sevmek,
Git dediklerinde gittiğimde anladım..
Sana sevgim şımarık bir çocukmuş, her düştüğünde zırıl zırıl ağlayan,
Büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım..
Özür dilemek değil, ''affet beni'' diye haykırmak istemekmiş pişman
olmak, Gerçekten pişman olduğumda anladım..
Ve gurur, kaybedenlerin, acizlerin maskesiymiş,
Sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış,
Yüreğimde sevgi bulduğumda anladım..
Ölürcesine isteyen, beklemez, sadece umut edermiş bir gün affedilmeyi,
Beni af etmeni ölürcesine istediğimde anladım..
Sevgi emekmiş,
Emek ise vazgeçmeyecek kadar, ama özgür bırakacak kadar sevmekmiş..
Can YÜCEL...
2 Ağustos 2010 Pazartesi
YANMAK İÇİN SIRASINI BEKLEYEN KURUMUŞ TÜTÜN YAPRAKLARI KADAR YALNIZSINIZ…
Bu yazı 01.08.2010 tarihinde EDEBİSTAN'da yayınlanmıştır.
YANMAK İÇİN SIRASINI BEKLEYEN KURUMUŞ TÜTÜN YAPRAKLARI KADAR YALNIZSINIZ…
YANMAK İÇİN SIRASINI BEKLEYEN KURUMUŞ TÜTÜN YAPRAKLARI KADAR YALNIZSINIZ…
“Ve anladı ki,yalnızdı... Ama yapayalnız da değil...
Yaşıyordu beraberce, karşısındaki hiç kimseyle...”
(Cemal Süreya)
Yaşıyordu beraberce, karşısındaki hiç kimseyle...”
(Cemal Süreya)
Siz hiç aşık oldunuz mu?
Sabahın nasıl olduğunu anlamadığınız sancılı, uzun gecelerden geçtiniz mi?
Onu kısacık da olsa görebilmek için aylarca bekleyip hayaliyle yaşadınız mı?
Baktığınız her şeyde onu görüp, yediğiniz her lokmanın lezzetini ona da tattıramamanın burukluğu acılaştırdı mı aldığınız zevki?
Yalnızken bile iki kişilik attı mı kalbiniz? Endişelendiniz mi onun için, nerede şimdi, ne yapıyor acaba diye düşünüp dua ettiniz mi hiç, aşkın gücüyle?
O’nun sizin aşkınızın farkında olmadığı zamanlarda bile coşkunuzdan bir şey yitirmeden içinizde büyüttünüz mü hayalini?
En kalabalık yerlerden ya da yalnız gecelerden onun yanına kaçtınız mı? Günlerce gecelerce konuştunuz mu onunla içinizden, şahidi kıldınız mı hayatınızın ?
İçinizin ona ait vadilerinde dolaştırdınız mı ellerinden tutarak, uçurumlarınızı, rüzgarlarını, bulutlarını gösterdiniz mi?
Durmadan yeni görüntülerin saldırısına uğrayan algınız, değiştirip dönüştürürken sizi, unutma rüzgarı, zihinden kalbe uzanan o çileli yolda, bir onun adının olduğu semte uğrayamadan çekip gitti mi?
İçten dışa, dıştan içe kasırgalardan geçerken yaşamınız, bir tebessümüyle ateş büyürken içinizde, hiç tutmadığınız ellerine kenetlenip olduğunuz yerde durabildiniz mi?
Üzdüğünde sizi hayat, onun kucağına yatıp hıçkıra hıçkıra ağlamak istediniz mi?
Sevindiğinizde, hani çıkarken bulutların üstüne, yanınızda bir onun olmasını dilediniz mi?
Sayfalarca süren sayısız mektuplar yazdınız mı? Her mektupta “hayallerinize giydirdiğiniz esvap” a tutkun akıp gitti mi kelimeleriniz? Oturduğunuz kalktığınız, gezdiğiniz gördüğünüz yerlerden büyük bir heyecanla bahsettiniz mi ona? Ama onsuz her resmin eksik olduğu notunu düştünüz mü her defasında?
Aşkınızdan başka her şeyin, herkesin görüntüsünü yitirdiği vakitlerin cenderesinden geçtiniz mi?
Ve bir gün kelimelerin bittiği o yere geldiniz mi?
Sözcükleri rahat bırakalım bu gece dediğinde size eşlik eden hayali, tereddütsüz kabul edip teklifini, zihninizin gürültülerden arınmasına izin verdiniz mi?
Her şeyi örttüğü gibi, sizi de örtsün gece şefkatiyle diye dilediniz mi yıldızlara bakarken?
Evlerin ışıklarının tek tek kapandığı saatlerde, bir kaçışa sığındığında insanlar, siz ve flu suretli hayaliniz, yani o ve kendiniz sustunuz mu bütün gece?
Gömdünüz mü iki nokta üst üste binmiş hallerdeki köşeye sıkışmışlığı en derinlere…
Virgülün yükünü aldınız mı sırtından, birleştirmeye uğraştığı ama bir türlü beceremediği cümlelerden azade kılıp, üç gün kafa izni verdiniz mi…
Nokta, bakarken gözünüze… Hadi sen de git bakalım dediniz mi?
Üç nokta, ezile büzüle çıkınca huzurunuza, bakınca yalvaran gözlerle…Yok …Sen gidemezsin…Bu gece nöbetçisin dediniz mi?
Okulun bitiş zili çaldığında, mutlulukla koşan çocuklar gibi kelimeler, özgürlüğün rüzgarıyla savruldular mı evrene, konuşmadığınız o gece…
Ve farkına vardınız mı içinizdeki yalnızı susturmak için ne çok kelimeyi tutsak ediyormuşsunuz gündüzlerde…
Birden “Az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik… Bir de ne görelim…Bir arpa boyu yol gittik” hakikatine tosladınız mı sessizlikte… Camdan kalbinizin içindeki hayal, paramparça olup kavuşma arzunuzu biranda alıp götürdü mü siz bakarken ardından hüzünle?
Bir kez daha çuvalladınız mı hatırladığınız hakikatler önünde…
İçinizde kurduğunuz şehirler enkaza çevrildi mi? Ve sonra moloz yığınlarının üzerine nerden geldiğini anlayamadığınız bir kara delik yerleşip sizi, onu, her türlü sanrıyı içine çekti mi?
Girdiğiniz anaforda tüm kelimeler, hayaller, arzular, yalanlar, doğrular her şey ama her şey anlamını yitirdi mi?
Günlerce bom boş baktınız mı eşyaya? İçinizde boşalan o koca yeri dolduracak hiçbir şey yokken etrafınızda, mecburi diyaloglara verdiğiniz kısa evet, hayırlar dışında ağzınızı bıçak açmadığı zamanlar yaşadınız mı?
Şiir okuyayım deyip sarıldığınızda kitaplara, saçma sapan geldi mi şairlerin kendilerine ait olmayan bir hayatı pervasızca sunuşları karşısında duran sevda adlı yalana?
Oysa bir arpa boyu dahi gidemediğinizi anladığınız günden kısa bir zaman önce her gece oturmuşsunuzdur içinizdeki hayalin silueti ile, yıldız kümeleri sürekli yer değiştirirken gökyüzünde…
Onu izlemişsinizdir bütün gece… Belki bir sigara yakıp tutkuyla içmiştir gözleri gözlerinizde… Tutkuyu içselleştirmesini gördüğünüzde bir an, sigara kağıdına sarılmış bir tütün olmak geçmiştir içinizden… Derin bir nefeste dış dünyadan sıyrılmak, onun içinde hızlıca yol alıp kalbine ulaşmak, gönül hanesinde bir iz bırakmak, bazen gelen bir öksürükle kendinizi hatırlatmak istemişsinizdir…
Her nefes alışverişte yeni bir heyecanla deveran etmek kanında, sizken, o olmak geçmiştir içinizden.
Ölesiye bir tutkuyla sevsin sizi istemişsinizdir. Gittiği yere kadar sürsün, o var oldukça içinde kalayım, sonra da onunla döngüsel dengeye karışayım demişsinizdir…
Sigarasının küllerine bakıp nefesinin ateşinde yanınca nasıl da hafiflediklerini görmüşsünüzdür tütün yapraklarının. Öyle ki, karışmak için toprağa hafif bir esinti yetiyordur havalanmalarına. Gri kelebekler gibi uçuyorlardır kısacık ömürlerine aşkı, yanmayı sığdırmışlığın hülyasıyla.
Hülya, rüya… Oyun, eğlence, şiir, şarkı,hikaye… Hepsi düşüyor üzerinizden arpa boyu gittiğinizi anladığınız, duvara çarptığınız o dakika içinde… Ruhunuz enkaz altından çıkamıyor, moloz yığınlarıyla beraber çekiliyorsunuz bir kara deliğe… Sonra dua eli yakalayıp alıyor tekrar hayatın içine, O’nun aşk yörüngesine gözünüzü diktiğinizde…
Ve oradan bakınca hayata; aşkınlaşmak bu olsa gerek, diye düşünüyor insan: Kokudan, korkudan, yakıcılıktan, yanmaktan sıyrılmak…
Geldiğin gibi toprağa karışmak için boyun eğmek kadere, güçlü bir kabullenişle.
Sarıldığınız ince bir sigara kağıdı gibi yaşam.
Ve siz, yanmak için sırasını bekleyen kurutulmuş tütün yaprakları kadar yalnızsınız aslında.
Kuruyup arzularınızdan arının diye kırdılar sizi bir sabah erkenden, görmeden güneşi daha.
Şişlediler sonra yüreğinizi, dizdiler hepinizi bir boyda… Bıraktılar sonra aşkın sıcağına.
Renginizi kaybettiniz önce, kokunuzu, can damarınızdaki suyu emdiler sizi hazırlarken ölüme.
Ölürken öldürmeyi öğrettiler size… Oysa yaşarken ölmekti gaye, oyun bitmeden önce aşmak, aşkınlaşmak gerekmekte.
Siz hiç aşık oldunuz mu?
Geçtiniz mi aşkın duraklarını, merhale merhale?
Ve bir gün “aşkım” dediğiniz varlık da yitirdi mi anlamını, kavuşmak için gözünüzü diktiğinizde “O” yare?
Tercihlerinizi zor olandan yana kullanıp “Dar kapı” dan geçerek girdiniz mi, kalbinizi tatmin edecek aşkın istikametine?
Handan Güler
29 Haziran 2010 Salı
GELSE DE TRENDEN şiiri...RÜYA...EZGİNİN GÜNLÜĞÜ YORUMUYLA...
GELSE DE TRENDEN
gelse de trenden ikimiz insek
camları buğulu iki tas çorba
bir kitap--çantana korkup tutunmuş
kağıda samandan şiiri zorba
ve hışırdıyan o uykudan geçsek
sobanın ayrımsız adaletinden
çok büyük bir yağmur işte başlamış
kimse çıkmayacak bugün evinden
böyle susuyorum ben çok değiştim
sense nasıl denir-- hala o kızsın
dinle ağlayarak çıkrık sesini
işte şu dünyada yapayalnızsın
her neyi dilesek burada olmaz
en büyük erdemi bunun,susamak
yalar yarasını içte bir geyik
hepsi bu kadardır;adı yaşamak
Süleyman Çobanoğlu
Ezginin Günlüğü' nden muhteşem bir yorum...dinlemek için Rüya
Ezginin Günlüğü – Rüya
Bir kus ucar gökyüzünde süzülür
Bir cocuk bütün oyunlara yazılır
Bir gül kokar tüm çiçekler ezilir
Bir tel kopar ahenk ebediyen kesilir
Yüzünü görmem, yerini sormam
Elini tutmam oy oy
Seni hic unutmam
Tenine degmem, sesini duymam
Adini koymam oy oy
Sana hic doymam...
28 Haziran 2010 Pazartesi
Zar tutuyorsun ey hayat bu kaçıncı sevgili Yanlış ata oynamışım gözlerim öyle dedi.
Peyman Tebrizi - Gülleri dererem men | video.mynet.com
Bir Deneme
Zar tutuyorsun ey hayat bu kaçıncı sevgili
Yanlış ata oynamışım gözlerim öyle dedi.
Pır pır diye ses çıkardı yürürken yüreğimden
Denizleri sulardım tozmasın diye deniz
Sporu çok severdim çiçeğe yem vermeyi
Kuşlara binerdim ve kaçardım basından
Bak buraya yazıyorum diye milyar kelimeyi
Ziyan eden de bendim hem de hiç sıkılmadan.
Güzeldim de galiba bunu nasıl söylesem:
Eline sağlık Tanrım leyla çok güzel olmuş
Tanrım eline sağlık dünya da çok güzel olmuş
keşke biraz ölmesem.
Yanlış ata oynamışım gözlerim öyle dedi.
Pır pır diye ses çıkardı yürürken yüreğimden
Denizleri sulardım tozmasın diye deniz
Sporu çok severdim çiçeğe yem vermeyi
Kuşlara binerdim ve kaçardım basından
Bak buraya yazıyorum diye milyar kelimeyi
Ziyan eden de bendim hem de hiç sıkılmadan.
Güzeldim de galiba bunu nasıl söylesem:
Eline sağlık Tanrım leyla çok güzel olmuş
Tanrım eline sağlık dünya da çok güzel olmuş
keşke biraz ölmesem.
İBRAHİM TENEKECİ
26 Haziran 2010 Cumartesi
BENİ GÜZEL HATIRLA şiiri ve HAYRANIM SANA şarkısı eşliğinde bir hatırlatma...AÇIK DENİZ huzurlarınızda...
...
Beni güzel hatırla
Bunlar son satırlar
Farzet ki bir rüyaydım esip geçtim hayatından
Yada bir yağmr sel oldum sokağında
Sonra toprak çekti suyu kaybolup gittim
Belki de bir rüyaydım
Senin için..
Uyandın ve ben bittim
Beni güzel hatırla
Çünkü sevdim seni ben, her şeyini
Sana sırdaş oldum dost oldum koynumda ağladın
Yüzüne vurmadım hiçbir eksikliğini
Beni üzdün kınamadım
Alışıktım vefasızlığa el oldun, aldırmadım
Beni güzel hatırla
Sayfalarca mektup bıraktım sana
Şiirler yazdım her gece
Çoğunu okutmadım
Sakladım günahını sevabını içimde
Sessizce gittim senden öncekiler gibi sende anlamadın
Beni güzel hatırla
Sana unutulmaz geceler bıraktım
Sana en yorgun sabahlar
Gülüşümü gözlerimi sonra sesimi bıraktım
En güzel şiirleri okudum gözlerine baka baka
Söylenmemiş merhabalar sakladım her köşeye
Vedalar bıraktım duraklarda
Ne arasan bir sevdanın içinde
Fazlasıyla bıraktım ardımda
Beni güzel hatırla
Dizlerimde uyuduğunu düşün
Saçını okşadığımı üşüyen ellerini ısıttığımı
Mutlu olduğun anları getir gözünün önüne
Alnından öptüğüm dakikaları
Birazdan kapını çalan kişi olabileceğini düşün
Şaşırtmayı severim biliyorsun
Bu da sana son sürprizim olsun
Şimdi seninle yaşanan günleri ateşe veriyorum
Beni güzel hatırla
GİDİYORUM …
Beni güzel hatırla
Bunlar son satırlar
Farzet ki bir rüyaydım esip geçtim hayatından
Yada bir yağmr sel oldum sokağında
Sonra toprak çekti suyu kaybolup gittim
Belki de bir rüyaydım
Senin için..
Uyandın ve ben bittim
Beni güzel hatırla
Çünkü sevdim seni ben, her şeyini
Sana sırdaş oldum dost oldum koynumda ağladın
Yüzüne vurmadım hiçbir eksikliğini
Beni üzdün kınamadım
Alışıktım vefasızlığa el oldun, aldırmadım
Beni güzel hatırla
Sayfalarca mektup bıraktım sana
Şiirler yazdım her gece
Çoğunu okutmadım
Sakladım günahını sevabını içimde
Sessizce gittim senden öncekiler gibi sende anlamadın
Beni güzel hatırla
Sana unutulmaz geceler bıraktım
Sana en yorgun sabahlar
Gülüşümü gözlerimi sonra sesimi bıraktım
En güzel şiirleri okudum gözlerine baka baka
Söylenmemiş merhabalar sakladım her köşeye
Vedalar bıraktım duraklarda
Ne arasan bir sevdanın içinde
Fazlasıyla bıraktım ardımda
Beni güzel hatırla
Dizlerimde uyuduğunu düşün
Saçını okşadığımı üşüyen ellerini ısıttığımı
Mutlu olduğun anları getir gözünün önüne
Alnından öptüğüm dakikaları
Birazdan kapını çalan kişi olabileceğini düşün
Şaşırtmayı severim biliyorsun
Bu da sana son sürprizim olsun
Şimdi seninle yaşanan günleri ateşe veriyorum
Beni güzel hatırla
GİDİYORUM …
CANDAN ERÇETİN' den muhteşem bir yorum HAYRANIM SANA
İLGİLİSİNE DUYURULUR...
AÇIK DENİZ'e bu hafta Yürütme Kurulu üyesi Prof. Dr. Muhittin Şimşek katılıyor. Gaziantep'li olan Şimşek'le, Akademya, üniversiteler, yüksek öğrenim hayatı, uzmanlık alanı olan sanayileşme tarihimiz, iktisadi yaşamımız, Devrim otomobili, kağıtla kalemin aşkı, Gaziantep barak ve iskan havaları üzerine söyleşilecek. Pro...grama ayrıca Milli Eğitim eski Bakanı Doç. Dr. Hüseyin Çelik ile Yök başkanı Yusuf Ziya Özcan ve Gaziantep Belediye Başkanı Dr. Asım Güzelbey de telefon ile katılacaklar....Programda Barak havalarından seçmeler sunulacak...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)