gezi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gezi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Mart 2013 Pazar

“Üç Noktalar Koymaz Bana…” -DOST’A-



Hayat denen sürprizler ve ihtimaller manzumesinin bizi nereye taşıyacağı belli değil diyerek kader akışının gücünü ve her şeyin geçip gideceğini vurgulayan bir dostum vardı bir zamanlar. Yıllar rüzgar gibi geçse de kalbime konukluğu geçmeyen dostlarımdandı. Evet, her şey geçer diyordu sık sık. Geçmez mi hiç, sevinç de keder de akıp gidiyor ömrümüzle beraber gönlümüzden. 
Hani bir gün sen de demiştin ya, buradan gideceksin unutacaksın geçen güzel günleri. Hayatımızdaki ortaklıklar azaldıkça kopacak bağımız. Sonra başkaları girecek hayatımıza, başka yerler, başka insanlar… Her gittiği yere gönlündeki dostlarını da taşıyan biri olarak önce üzülmüştüm söylediğine. Ama bunun hayatın bir gerçeği olduğunun da farkındaydım. Lakin bu gerçeği hatırlattığın anda içim öyle acımış, bir anda unutuluşun soğuk duvarlarına çarpan zihnim yıllar öncesine gitmişti: Biz bütün torunlar olarak Hacıbabama çok düşkündük. O da hepimize özel hissettirirdi kendimizi. Zaten bu sebeple sevmez miyiz gönlümüzdekileri. Hacıbabam, o en sevdiğim, sırtını verdiğinde kendini güvende hissedeceğin, heybetli bir dağ misali o güçlü adam, ömrünün sonralarına yaklaştığı malum olmuş gibi bir akşam hepimiz toplanmışken dizinin dibine “hayat hızla geçiyor, ölüp gideceğiz, unutulacağız, belki de unutulduğumuz bile unutulacak” demişti. Sarılmıştık ellerine gözlerimiz dolu dolu olmuştu, biz seni unutur muyuz demiştik dedemize. “Unutursunuz “demişti, “En çok seveniniz bile 1 hafta ağlar, 40 gün üzülür, dualar okur arkamızdan, sonra zaman geçtikçe adımızı bile anmaz olur, hayat gailesi fırsat bırakmaz buna, bari arada arkamızdan bir Yasin okuyanınız çıksa !” diye ilave etmişti. O an kendimize söz vermiştik hepimiz, unutmayacak öldükten sonra da hergün Yasin okuyacaktık ruhuna ve unutmadığımızı ispatlayacaktık ona. Kısa bir süre sonra onu ani bir trafik kazasında kaybettik, O zaman lisede birinci sınıfta okuyordum, hacıbabamı kaybetmeden az bir zaman önce bir arkadaşımın yakını ölmüştü ve benim hiçbir yakınım ölmedi diyerek içimden geçirmiştim. Bir de o yıllarda okulumuzda yatılı öğrencilere misafir gelir danışmaya gelmeleri için isimleri anons edilirdi, ben de bir gün beni de çağırsalar diye özenirken işte bir sabah henüz ilk dersin tenefüsüne çıktığımızda adımın anons edildiğini duyunca heyecanla inmiştim merdivenleri üçer beşer.Ardından kardeşimin ve kuzenimin de adları okununca bir korku sarmıştı içimi. En büyük ben olduğum için ilk bana söylemişti görevli “hemen anneannenlere gidin deden kaza geçirmiş” demişti. Bir yandan ağlayıp bir yandan koşarak durağa gitmiş dolmuşun gelmesini beklerken önünde durduğumuz caminin minaresinden okunan sala da hacıbabamın adını duyup yıkılmıştık olduğumuz yere. Sonra birileri bizi alıp eve götürmüştü ama gerisini çok hatırlamıyorum. Hatırladığım sadece ölüsünün yüzüne bakmamıştım, onu her zaman gülen yeşil gözleriyle hatırlamak için. O günden sonra adımın bir yerde anons edilmesinden de aklımdan olumsuz şeyler geçirip beni bulmasından da korktum. Zihnime yerleşen olumsuz cümle kalıplarını silmek için hala uğraş vermekteyim. O nedenle senin de unutursun dediğin noktada derin bir hüzne yuvarlandı yüreğim, çünkü artık onbeş yaşında değildim, kendimize verdiğimiz her sözü tutamayacağımızı, ayrıldığımız sevdiklerimizi hergün anamayacağımızı bilecek kadar büyümüştüm. Ama hemen ardından bu unutu(lu)ş gerçeğinin kederini dağıtacak bir ışık belirdi zihnimde ve tutup kalbimin ellerinden, çekip aldı beni karanlık düşüncelerden: “Birimiz doğuda, birimiz batıda, birimiz güneyde, birimiz kuzeyde hatta birimiz âhirette, birimiz dünyada olsak, biz yine birbirimizle beraberiz. Âhiret hakikatine inandığımız için, mânevî olan bu sevgi ve tesanüdümüzü elbette hiçbir kuvvet sökemeyecektir” Bu müjdeyle gülümsedi gözlerim, kalbime güneşi astı değer verdiğim. 

Evet her şey unutulur, geçer, gider… Belki de böyle olmasa yaşayacak dermanı bulamaz insan kendinde. Güzelliklerin unutuşun derin uçurumundan yuvarlanıp gitmesi acı verse de bize geçen kötü zamanları da unutuyor olmak insana en büyük hediye.

Sen, hep “Yürüdüğün yolda ne kadar az iz bırakırsan kendini o kadar az bağlarsın insanların nezdinde” desen de ben hep bile isteye sesli düşündüm senin yanında. Çünkü dostun lügatımdaki karşılığı, yanında sesli düşünülen kimseydi. Bu düşünceyle içimdekileri saklamadan emanet ettim hep sana. Sen ve değerli eşin de evinizi, gönlünüzü açıp geceler boyu muhabbetinizi sundunuz kader defterimin yalnızlık başlığı ile açılmış sayfalarına. Söz uçar yazı kalır derler ya işte bu yüzden, anlattıklarım yetmedi bana ve kaleme kağıda sarıldım ki, hayatın gerçeği unutuluşun soğuk duvarlarına çarpmadan dostluğumuz, belgelensin, yıllar geçtikçe dönüp dönüp baktığımız fotograflar gibi açıp okuyacağınız iki satır kalsın benden size, her daim birlikte geçirdiğimiz günleri hatırlatacak, güzel gönlünüze hediye.

“Celâli maruziyetler, Cemâli lütufları barındırır." demişler, ne güzel söylemişler. Yolum zor bir ayrılık vesilesi ile bir şekilde bu şehre düşmese, gelir gelmez marazlı bir el dokunmasa ruhuma düştüğüm bu yerde yalnızlığımla debelenip duracaktım belki de. Ama işte her şerde bir hayır var ki, en kalbi dostluklar kalbin en çok kırıldığı yerde başlıyor, dost acı günde belli oluyor. Gönle güneş doğuyor. Bir ses en umutsuz anınızda tutuyor ruhunuzun ellerinden ve “Ben senle güneşi bulmaya geldim, ürkme kavganı sormaya geldim, gücenme güneşten sunmaya geldim,” diyen şair gibi çocukların ellerindeki güzel günlere doğru yürürken bir yoldaş bulmanın sevincini bırakıyor içinize.

Nuri Pakdil 1979 da değerli büyüğü bir dostuna ithafen yazdığı Bağlanma adlı eserinde “İnsanlar cümlelerle yaklaşırlar birbirlerine: sonra uzatırlar ellerini: tutunmak için. Çok güçtür insanın tutunabilmesi insana! “diyor. Günümüzde bu zorluk kat kat artmış durumdayken herkes menfaatin peşinde, kimse kimseye vakit ayıramayacak kadar meşgulken insanın kalbi dostluklar kurabilmesi altın madeni bulması ile eşdeğer hale gelmiş durumda. Ama bir gerçek var ki, insanları yaklaştıran cümlelerin yapıtaşları kelimeler sahibinin neresinden çıkarsa muhatabının orasına değermiş ya demek ki kalp de dimağ da yanılmıyor sözün samimiyetini test ederken. Ve böylece insan dostunu düşmanını seziyor, yüreğinin götürdüğü yere giderek doğru insanları se(ç)(v)iyor.

Ingmar Bergman bir sözünde “Gerçek olduğumu hissetmem için birinin bana ulaşmasını bekliyordum." diyor ya, ben de bana gerçeğimi hatırlatacak, bana ben olduğumu hissettirecek, kendim olmanın güzelliğini yaşamaya fırsat verecek, yargılamayacak, yadırgamayacak, zihin kalıplarına sıkıştırıp kategorize etmeyecek insanlar arayıp durdum ömrümce. Ve Allah bana böyle insanlar tanımayı, onları yüreğime almayı, onların da gönül kapısından geçebilmeyi lütfetti yolumun uğradığı şehirlerde. Tek tüktü sayıları ama işte hayatımda “var”lardı ve bana maddi manevi değer katıyor, dostlukları ile gönlüme umut oluyorlardı.

Aslında her insan bir ayna karşısındaki muhataba. Aynada kendini gördüğün an, işte o an, yarana eş yarasını görünce karşındakinin, gönlünü açıyorsun umarsızca. Bırakıyorsun kendini muhatabının gönül denizinin ılık kıyılarına. Boğmaz diyorsun beni böylesi bir sevgi, boğulursam da onun sularında olmuş ne gam. Sırtını dönebiliyorsun mesela, bir gün bana kızsa da, kırsam da onu beni bıçaklamaz ya sırtımdan diyorsun. Yalnız değilim diyorsun, o var, bırakmaz beni. Çünkü dost insana O Yüceler Yüce’si Dost’un emaneti, emanette emin olanı affeder Dostların, dostluğun muhabbetin Sahibi…

Hayatın yarın bizi nereye taşıyacağı, kimlerle karşılaştıracağı belli değil lakin “Karşılaşmak” yolculukların belki de en sırlı kavramı. Sadece nesnelerle- kitaplarla değil insanlarla da ilişkilerimizin bu büyülü kavram üzerinden aktığını düşünürüm. Hiçbir şeyin raslantı ile açıklanamayacağı bir dünyada sürekli birileriyle kesişir yollarımız. Hayatlarımıza konuk olanlar bazen bizden bir şeyler götürürler kendi yolculuklarına dönerken, bazen de güneş gibi doğarlar içimizin karanlıkta kalmış labirentlerine. Akibeti ne olursa olsun yaşanması gerekmektedir ve olanda da olacak olan da da hayır vardır dediği gibi bilgelerin yolculuklarımız, yoldaşlarımız, konuklarımız,konukluklarımız, ilişkilerimiz, kitaplarımız, filmlerimiz mutlaka bizi zenginleştirir. Sonuca ulaşmak çoğu zaman irademizi aşan birçok etkene bağlı iken önemli olan yolda olmaksa, bir yolcuysak bu dünyada, “karşılaşma” nın sırrıyla yolumuza çıkan mektupları okumalıyız her fırsatta. İşte bu gri beldede bahtıma düşen en güzel mektuptu varlığınız, dostluk adına. Şükür yollarımızı kesiştiren Yaradan’a.

“İnsan insanın yurdudur” diyor ya Mustafa Kutlu, yurdum olduğunuz için bana ne mutlu… Tebdil-i mekanda ferahlık vardır dediği gibi eskilerin benim gelişim zorunlu bir nedene dayansa da insan arada bir de olsa yüreğine eş yürekler bulmak adına keyfekeder ayrılışlar yaparak da düşmeli yollara. Yeni insanlar tanımalı, yenilenmek, umut ışığını hayatının merkezine tekrar oturtmak, yılların yorgunluğuna yenilmiş, gizini kaybetmiş dostlukların-ilişkilerin yükünü üzerinden atabilmek adına çıkmalı yola, yolculuklara.Sonra tazelenmiş bir yürekle döndüğünde yurduna, yani dostlarına kalbine güneşi asmaya geldim diyebilmeli, konuşmadan da anlaşabilmeli…

Mehmet Akif’in “… Bir yığın söz ki, samimiyyeti ancak hüneri… dili yok kalbim bundan ne kadar bizarım “ dediği gibi belleğimdeki kelimeler anlatmaya yetmiyor kalbimdeki dostluğu… İşte bu noktada bir başka şaire kulak kesilip söze son vermeli...

” Söylediklerimden çok sustuklarımda saklıyım…
Ve gizlediklerimde gizliyim…
Beni anlamak için;
Konuştuklarımdan çok,
... Sustuklarıma kulak verin..

... Aklım sukütu sever benim.
Çünkü çok ağır ödeştik biz hayatla...
Ben sonu olmayan çok yollardan geçtim...
Üç Noktalar Koymaz Bana…”
Nazım Hikmet 

Baki dostlukla…Muhabbetle…

HANDAN GÜLER






10 Mayıs 2010 Pazartesi

AŞK BAŞKA BİR ŞEY...


 

AŞK BAŞKA BİR ŞEY...İçine düşünülen, içinden düşülen, bir martının kanadından süzülen, dalgaların üzerinde danseden, nefessiz bırakan, nefes aldıran, sevinçten zıpladığın yerden uçurumun kenarına salan bir şey...Aşk bambaşka bir şey...


AŞK BAŞKA BİR ŞEY...Renklerin birbirine geçişi kadar naif, karanlığı ısıtacak kadar yakıcı...Karmakarışık, sarmaşık gibi bir şey...Katışıksız, yatışmasız, tartışmasız bir şey...
Tepetaklak olup bir akşama düşmek, gönülden geçeni süzmek, onu görünce elinden tutup kalbinin ateşe yürümek demek AŞK...Bile bile, yana yakıla gelmek onun gönül kapısına...Beklemek önünde zevk verici ıstırapla...Açılırsa bir gün kapı, ne ala...Açılmazsa...Külünü havalandırır rüzgar nasılsa...Bir parçan değer bağrına ve yeter ateşi tutuşturmaya, artık sen olmasan da... Çünkü AŞK BAŞKA BİR ŞEY...HERŞEYE RAĞMEN DEĞER YANMAYA...

5 Nisan 2010 Pazartesi

YENİ BİR MEVSİMİ ZARFLAYIP GÖNDERDİ YARADAN:)) BİR AÇTIK Kİ İÇİNİ RENK RENK LALELER DÖKÜLDÜ BAHAR MEKTUBUNDAN:))

YARATILANLARA BİR MEKTUP DAHA...


Kimisi tek başınalığı seçer hayatta.
Kimisi rengarenk bir beraberliğin içinde kalmayı yeğler yalnızlıktansa.
Kimisi tozun toprağın arasında bembeyaz kalmayı başarır, temiz arkadaşlarla girince kolkola.
Bazen zıt renkler gelse bile yanyana öyle güzel sonuçlar çıkar ki ortaya, hele de yaydıkları güzel kokularla taşıyorlarsa insanı bahara.
Bir de kafadarlar vardır, girerler kolkola dalıverirler bir topluluğa, ama onları umursamadan kendi renkleriyle bastırma telaşındadırlar sığmazlar kalıplara.
Canlı sarılar vardır bir de yaşamın griliğini parçalar ve hayat güzeldir dedirtir insana.
 Toprak aynı toprak, gök aynı gök, yağmur aynı Rahmet'tir ama kimi yerde ot bitmez kimine yeşil yetmez renkleri sunar etrafa kimi boy atar önce sonra renk verir doğaya.

Ama en güzeli farklı renklere bürünüp, başka ana dillere sahip olsak da Anadolu'nun dualarla, omuz omuza dökülen kanlarla  mayalanmış toprağında asırlardır süren beraberlikte huzuru yakalamada.
  Öyleyse ; "Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal
                  Olsun artık dökülen kanlarımız hepsi helal
                   Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal
                   Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet
                   HAKKIDIR HAKK'A TAPAN MİLLETİMİN İSTİKLAL" 

1 Kasım 2009 Pazar

içimde yağmur ...dışımda yağmur...hiç durmadın istanbul'da, yağmur...




içimin derinlerine sisli bir hava çöküverince koyuldum yola.


az gittim uz gittim dere tepe düz gittim, uludağlar aştım, yeşile saldım hayalerimi...

 
karla karışık yağıyordu dünya dertleri...


kalbimin surlarını aşamıyordu yeniçeriler...


ona geldim yine, iyi etsin beni diye...

ışık olsun diye, tepetaklak olan dünyama...


hayat yetişemediğim bir hızla akmakta...



ama sen de benden farksızdın bu defa...renkler bile saklanmıştı bulutların ardına...

 
yorgun ama vakur minarelerin de olmasa...


gökyaşlarının ardına saklanan güzelliğin hayatta bazen renklerin de saklanabileceğini hatırlatmakta...


kainatta herşey dairevi bir hareketle bağlıyken birbirine ben de ağladım seninle birlikte, dönüp durduğum dairede...


ağaçlar bile hüzünlü elbiseleriyle selamlarken beni istanbul şehrinde, yapraklar arasından gözüken mavilik," bu da geçer ya hu "demekte...gidiyorum şimdi, seninle yeniden buluşacağım güneşli günlere özlemle ...

 VE ŞİİR... YILLAR YILLAR ÖNCESİNDEN...NAN GİBİ...

30 Temmuz 2009 Perşembe

Birleşik krallıktan son görüntüler...Bir kıyı kenti...Brighton -ingiltere

Na'payım maviyi çok seviyorum,hep deniz hep deniz,geçen bir arkadaşımla konuşuyorduk niye insanoğlu denize suya bu kadar aşık diye ,değişik bir yorum getirdi,anne rahmini,o en güvenli yeri özlüyordur belki diye,ya siz ne dersiniz?

Brighton -ingiltere

23 Temmuz 2009 Perşembe

bütün çıkmaz sokaklar yeni bir yön gösterir.

BAKTIĞIN YERİ DEĞİŞTİRESİN DİYE BİR DENEME...LÜTFEN 1 DEN BAŞLAYARAK OKUYUN YAVAŞ YAVAŞ UMUDA YÜKSELİN...FOTOĞRAFLAR İNGİLTERE'DEN...

13-kalbinin anahtarı da umutta!



12-dünya bir karnaval kadar renklidir ,unutma!



11-bir martının özgürlüğe süzülüşü ne anımsatıyor sana?



10-bir çocuğun gözleriyle bak hayata...



9-işte kıyıdasın,ışığın dansını izle dalgalarla...



8-farklı cephelerden bak hayata...çıkış yolları nasıl da arttı baksana...



7-kitap oku,kütüphanelerde kendine yatır zamanını...



6-bakışını bir yere sabitleyip tek yönüyle görme olayları...



5-başına dikkat et,fazla diklenme...



4-huzuru izliyorsun...



3- kaybolmak istiyorsun...



2- kaçmak istiyorsun uzaklara...



1- şehrin karmaşası yoruyor insanı...

22 Temmuz 2009 Çarşamba

londra...londra...




bir köprü gibi olmalı insan
kalplerden kalbe sevgi taşıyan
sudan gelen güzelliklere geçit vermek için gerekirse açılan
kötülüklerin önünü kesmek için hızla kapanan
tıpkı londra köprüsü gibi...
üzerinden geçenlere ,kıyısında gezenlere doyumsuz manzaralar sunan...

LinkWithin

Blog Widget by LinkWithin