Sevgili babacığım,
Belki hatırlamazsın ama bugün sen öleli tam iki yıl oluyor. Ne yazık ki bu süre içinde ben daha iyi ve akıllı olamadım; bu fırsatı da kullanamadım. Oysa yıllar önce, bazı zamanlar, sen olmasaydın bir çok şey yapabileceğimi düşünürdüm. Şimdi artık suçun kendimde olduğunu görmek zorundayım.
Sana bazı şeyleri anlatamadım. Bir iki yıl daha yaşasaydın ya da dünyaya dönseydin – kısa bir süre için- her şey başka türlü olurdu sanki. Çaresizlik yüzünden bir çok şeyin anlamı kayboluyor. Sen olmadıktan sonra sana yazılan mektup ne işe yarar? Fakat ben artık bir meslek adamı oldum babacığım. Yakın çevremde seninle ilgili bir hatıramı anlattığım zaman, “Ne güzel” diyorlar, “Bunu bir yerde kullansana.” Onun için, çok özür dilerim babacığım, seni de bir yerde, mesela bu mektupta kullanmak zorundayım. Geçen zaman ancak böyle değerleniyormuş; insanın geçmiş yaşantısı ancak böylece anlam kazanıyormuş. Ben, seninle ilgili olayları anlatırken aslında senin nasıl bir insan olduğunu belli etmemeye çalışıyorum; aklımca asıl babamı kendime saklıyorum. Sonra da seni anlamadıkları zaman onlara kızıyorum. Bana kızınca –bu çok sık olurdu- “Senin aynadan gördüğünü ben ‘dıvardan’ görürüm,” derdin. Annemle birlikte ‘dıvar’ sözünle alay ederdik. Ben de şimdi küçüklerime karşı –artık benden küçük olanlar da var babacığım- bu cümleni kullanıyorum, gülüyorlar
İşitin ey yarenler aşk bir güneşe benzer Aşkı olmayan kişi misali taşa benzer Taş gönülde ne biter dilinde ağu tüter Nice yumşak söylese sözü savaşa benzer Aşkı var gönlü yanar yumuşanır muma döner Taş gönüller kararmış sarp kah kışa benzer
ah etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ah etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
16 Haziran 2011 Perşembe
9 Mayıs 2011 Pazartesi
EDEBİYAT ORTAMI, MAYIS -HAZİRAN SAYISI -2011 ÖYKÜ YILLIĞI' NDAN...
KAVAK AĞACI
Limon ağacının narin çiçeklerinin yaydığı
ferahlatıcı kokunun eşliğinde çocukluğunun geçtiği bahçeye girdi. Etraf sessiz,
hava güneşe rağmen serindi. Yaz yağmurunun yıkadığı çiçekler renkli gözleriyle
bakıyorlardı ona. Mor menekşeleri, beyaz ve pembe açmış bahar dalını, yasemini,
beyaz, kırmızı, sarı gülleri, aslanağzını ve akşam sefalarını çok severdi. Bahçenin
bu kadar renkli ve güzel olması için uğraş veren kişi genelde babannesiydi. Ara
ara o da arka taraftaki çeşmeye hortumu takıp çiçekleri sular, ona yardım
ederdi. Babaanesi bahçeyle ilgilenirken bütün sıkıntılarını unutur, her çiçeğe
ayrı ilgi gösterirdi. Onların solan yapraklarını koparırken üzülür, derdini
sorar, bir eliyle de ayrılık acısını yaşayan diğer yapraklarını okşardı. Asmanın
gölgelediği çardaktaki divana oturup, toprakla uğraşan, çiçekleriyle ilgilenen
babaannesini izlemeyi severdi. İşte yıllar sonra içinin dalgalandığı bir
zamanda babaannesinin huzurunun sebebi diye düşündüğü o güzel bahçeye tekrar
gelmişti.
Etiketler:
ah,
AŞK,
aşk-ı sadık,
ben=HANDAN=bahar gelsin'in klavyesinden,
CAM KIRIKLARI,
edebiyat,
gözyaşı,
öykü,
unutmak
26 Aralık 2010 Pazar
YORGUNUM DOSTLARIM…YORGUNUM ARTIK…
Yine zamanın döngü vakti geldi, bir yaş daha eskiyor dünya ve bizi de katıyor önüne. Her yıl düşerken takvimin son yaprakları bir hüzün sarar insanı. Birkaç çizgi daha belirir yüzünde.
Eskiden “yeni bir başlangıç” tarafını görürdüm, yeni yılı öne çıkarır, bir sürü umudu yüklerdim bu döngüye. Ama artık yenisindense eskisinin muhasebesini yaptığım, hayallerimden biraz daha uzaklaştığımı fark ettiğim, umudu rafa kaldırdığım zamanları yaşıyorum her sene sonunda.
Bu belki bu ara daha fazla hissettiğim bir duygu. Aslında çok hastayım. Hasta olunca insanın gözünden siliniyor her şey. Göremediğimiz bir mikrop gördüğümüz, sevdiğimiz her şeyin önüne geçiyor. “Canımı veririm” ler siliniyor, “can”ın ne kadar da önemli olduğu anlaşılıyor.
Günlerdir hiçbir şey gözümde yok, uykum sık sık, uzun ve derin öksürük nöbetleri ile kesiliyor. İlaç içmemekte ısrar ediyordum ta ki bu sabaha kadar. Bugün artık dayanacak gücüm kalmayınca antibiyotiğe başladım. Biraz gözüm açıldı da kalkıp iki satır yazayım dedim.
Bir haftadır gecem gündüzüm karıştı. İşin kötü yanı, mutlaka tarafımdan yapılması gereken resmi işlemler vardı. Bu nedenle her gün dışarı çıktım ve dinlenemediğim için bir türlü iyileşemedim. Akşamları erkenden yatıp sabahları erken uyanamadım. Oysa rutinim geç yatıp erken uyanmak, sabah yazısında rüyalarımı yazmaktı. Bu hafta öyle çok rüya gördüm ki çoğunu da hatırlamıyorum ama genel olarak kaos hakimdi gece sinemama.
Büroyu resmen kapattım. Maliyede, defterdarlıkta, muhasebecide, sigortada orada burada derken yanlış yapılan hesaplamaları düzeltme telaşındaydım gündüzleri. Tabi gecelere de bunların yansıması düşmüş olmalıydı ki hep bir mücadele söz konusu idi.
Yine kısa çöpü ben çekmiştim, yine bir sürü yanlışlık bana rastlamıştı.
Neden mi? Sorgulamayı bıraktım artık.
Demek ki öyle gerekiyor ki bunları yaşıyorum.
Eskiden yanlış bir sokağa bile sapınca tüh ya zaman kaybediyorum diye canım sıkılırdı, söylenir dururdum.
Artık acaba burada görmem gereken ne var da buraya yolum düştü diye bakıyorum. Olayları, çevreyi, yaşadıklarımı daha sakin karşılayıp daha yalın bir okuma yapmak istiyorum.
Belki de bu kaçan trenlerden umudunu kesen bir yolcunun istasyonu sevmeğe mecbur kalışıdır. Gidemediği bir yerlere olan özlem yerine kaldığı bu yeri sevme gayreti.
Geçen her yıl kaçan bir tren gibi aslında. Ve bir eşik var, bir yaş eşiği, bu herkeste değişir sanırım ama otuzla başlıyorsa yaşınız biraz biraz istasyonu sevmeniz gerektiğini kabullenmeye başlamışsınızdır.
Olanla yetinmeyi, kalanların kıymetini bilmeyi ve yeni bir şeyler yapılacaksa artık bu ülkede olması gerektiğini kabul ederseniz.
İstasyon artık gidenlere el sallanan, gelenlere hoş geldin denilen bir yerdir. Bazen istasyonun bahçesinde oturmuş çay içerken yanınıza sokulanlar olur. Amaçları bekledikleri tren gelene kadar vakit geçirmektir. Hal hatır sorma faslından sonra telaşla bir şeyler sorarlar, dilin döndüğünce anlatırsın. Buradan, gideceği yerden, yolculuktan bahseder, kendi hikayen üzerinden paylaşımlar yaparsın. Tam en heyecanlı yerinde trenin düdüğü duyulur. Sevinçten senin sözlerini duyamaz olur yanındaki. Ve susarsın, buruk bir gülümsemenin kenarına sıkıştırılmış birkaç kelam eder, iyi yolculuklar dilersin.
“Çemberimde gül oya, gülmedim doya doya” diye her satırında ayrı bir “ah”ın gizlendiği türkü çalarken istasyonun salonunda “Hoşça kal 2010” yazan ışıklı tabela ilişince gözüne “Hoşça kal” diyerek bakarsın yılların ardından. Yürürsün karanlığın içine, trenin ters istikametinde, cebinde biriktirdiğin hayalleri tek tek bırakırsın rayların arasındaki taşların üzerine…
Yolculuk sürmekte, bazen durduğun yerde yapacağın bir yolculuk seni götürür daha ilerilere… İyi yolculuklar herkese… 19 Ekim 2010 Salı
BİR DERSİN ANATOMİSİ 1
Heyecanla karışık bir hüzünle geç vakitte yatağa girmiş, birçok yorucu rüyanın kollarında hırpalanmıştım bütün gece.
Günün ilk ışıkları ile uyanıp herkesi uğurladıktan sonra ben de Hoca’nın dersine yetişmek için alelacele evden çıktım. Serin ama güneşli bir ekim günü daha yaşıyordu Ankara. Atatürk Orman Çiftliği'nin bulunduğu yolu tercih edince sonbaharın renk cümbüşünde, güzellikte birbiriyle yarışan sarının, yeşilin, kırmızının, kahvenin tonları arasında buldum kendimi.
Hızla akan trafik bir bir elimden alsa da zihnimin çektiği resimleri menzilime yaklaşmanın heyecanı kaplıyordu içimi. Çokluktan, zihin karmaşından, kalp yorgunluğundan arınmak istediğim bir dönemi yaşatıyordu Zamanın Sahibi. Mevsim geçişlerinin sancısı sarsarken bedeni, ruhu da örseliyordu saatin hiç durmadan işlemesi, yoruyordu "Gökyüzünden habersiz uçurtma uçuran" yüreği.Dersine geldiğim Hocam’ı görünce hele de elinden aldığım tek şekerli sabah çayım ve bir parça sıcak simidin kokusu eşliğinde geçen hal hatır sorma faslında daha, fazlalıklarından kurtulmaya başlayan ruhum hafiflemişti adeta.
Geniş merdivenlerini tırmanarak vardığımız sınıfta öğrencilerin meraklı bakışlarına aldırış etmeden geçip oturdum akçaağaç rengindeki sıralara. Öğrencilerin rehavete kapılmaması amacı güdülerek özel olarak hazırlanmış olduğunu düşündüğüm mavi kumaş kaplı rahatsız oturakların olduğu sınıfta parlak bir gri eşlik ediyordu beyaz duvarlara.
Dersin adı: Edebiyata Giriş. Türk Edebiyatı'nın önemli isimlerini tanımak bağlamında öğrencilerin hazırladığı sunumlar üzerinden yürütülen derste günün ilk yazarı Tomris Uyar. Hocasının yanına masaya sunum yapmak için geçen kız öğrenci heyecanlı olsa da Hoca'nın sakin ve destekleyici tavrı onu rahatlatmakta. Kısa biyografik bir sunumdan sonra, hoca devreye girerek yazarın hikayeciliği üzerine konuşmakta. Daha da çok sınıfa sorular sormakta. Soruları sorularla yanıtlayıp gençlerin akıllarına soru işaretleri bırakmakta. Bütün yazarları okurken eleştirel bakış açısını yitirmeyin uyarısını hal diliyle tekrarlayıp büyük yazarların bahçesinde de ayrık otları olabileceğini hatırlatmakta.
Tomris Uyar'dan Diz Boyu Papatyalar ve Gün dökümü' nü okumadan mezun olmayın bu okuldan diyerek iyi kitaplar listesini kabartmakta.
Sunum yapan öğrencinin alıntıladığı metinleri kelime bazında irdeleyince ders sıradan bir edebiyat dersinden çok daha derin anlamların vurup vurup kaçtığı bir kıyı oluyordu adeta. Hoca kelimelerin gerisindeki gizlere işaret ediyordu “Açık Deniz”edasıyla. "Sıradan insanlar" ibaresinden başlıyordu mesela, kimdir sıradan insanlar deyince ev hanımlarını örnek veriyordu sunum yapan kız. Gülüyordu hoca, ev hanımı dediğin üretime en çok katkısı olan, o rutine katlanırken güler yüzü de sunan o varlık nasıl sıradan olur, asıl odur özgün olan diyerek itiraz ediyordu söylenenlere.
"Dönemin rengi" kelimesini irdeliyordu sonra. Sahi dönem bir nesne midir ki rengi olsun, her devirde her çeşit insan var olduğuna göre nasıl tek bir renge hapsedilir ki zaman diyordu öğrencilerin zihnini eleştirel bakışa taşımak maksadıyla.
Laf olsun diye cümleler yazmayın yazılarda diyordu, "gözlemci edebiyatçı" ifadesinin yanlışlığını vurguladığı cümlenin sonunda. Doğru ya, gözlemci olmayan edebiyatçı yoktu sonuçta.
Kız öğrenci sunumuna devam ediyordu, gülen gözlerle anlatıyordu yazardan okuduğu iki kitabı sınıfa.
Sekizinci Günah'tı biri, akıcı dille yazılmış sekiz öyküden oluşuyordu kitap. En sevdiği öyküyü okudu öğrenci. Sınıfın yorumlarından sonra tekrar hoca girdi devreye ve başladı anlatmaya hayatı, yılların getirdiği bir bilgelikle.
Hayat dedi gözle görülür bir nesne midir, insanın kendi hayatı dışında bir hayat var mıdır? Bir insan öldüğünde, devam mı eder hayat denen olgu diye sordu sınıfa. O noktada bir sürü pencere açıldı zihnimin odalarında. Haklıydı hoca, her insanın aslında bir hayatı vardı ve bu hayat bir başkasınınkini yargılayacak, onunla oyalanacak kadar uzun değildi. İnsan tek sermayesi olan hayatı çar çur etmemeliydi. Kendi hayatının anlamı üzerine kafa yormalıydı ki, hayatını hayat kılabilsindi. İçe kapanmak gerek dedi. Patolojik bir kapanmadan bahsetmese de, büyük eserler veren yazar ve şairlerin hep böylesi bir içe kapanıklığın sonucunda o noktaya geldiklerini örneklerle izah etti.Sadece çevresinin yani başkalarının ilişkileri içinde yaşayan bir insan için nasıl "yaşıyor" denebilir ki diyerek bir aldanma, bir ilizyonun içinde yaşayıp gidiyor, kocaman laflar ediyoruz, niçin bunların hepsi, bir ölüye çıkmak için mi diye sordu sınıfa. Niye bunca sınavlar, işler, koşuşturmacalar, bir tabak yemekle yarım gün doyan bir mide için mi koşuşturuyor bunca insan dedi, ifadelerini güçlendirerek.
Her şeyi bildiğini sanmak, dışa dönük yaşamak kadar boş bir şey var mıydı gerçekten bu dünyada. Bütün büyük fikir adamları doğruyu içe kapanmakta bulmuşsa, hakikat dışarıda değildi demek ki. Acı çekmeden, hayatın anlamı üzerine düşünmeden yazmak hele ki zamana direnen kalıcı eserler bırakmak mümkün değildi. Oğuz Atay gibi büyük yazarlar içte derinleşerek, içe kapanarak yazmışlardı eserlerini. Her şey içten ibaretse içe kapanmak neden kötü olsundu ki!
Yunus Emre'nin, ruh bedende konuktur, yani, bu can bu tende konuktur, bir gün çıkar gider, kafesten kuş uçmuş gibi diye anlattığı hakikat, bize, hayat denen şeyin ruhta gizli olduğunu anlatır diyerek ekledi hoca sözü söze. Problem içe kapanmak da değil, içe kapanamamaktadır. Hayatta fark etmemiz gereken tek gerçek insanın kendisine ve bir başkasına acı vermeden yaşamasıysa bunun için içsel bir yolculuk yapmak gerekmiyor muydu?
Hocayı dinlerken içimde dalgalanan deniz beni kah sahiline atıyordu emniyetin, kah azgın suların soğunda bırakıyordu. Bu arada sunum yapan öğrenci Tomris Uyar'ın Yürekte Bukağı adlı eserinden paylaşımlar yapmaya başlamıştı. Yalın bir dili vardı yazarın.
Ders arasının geldiğini haber veren öğrencinin sesiyle düşüncelerimden sıyrılıp hava almak için balkona çıktık beraber. Güneş cazibedar ışığını üzerimizde gezdirse de uzun ve sıcak yazın bittiği gün gibi aşikardı. Hatta kış biran önce sahneye atılma telaşındaydı. Ama savrulduğum düşüncelerin yakıcılığı soğuğu algılayışımı bile devre dışı bırakmıştı. Bir sigara içimi durduğumuz balkonda dumanı izledim hüzün dolu bakışlarla. Sanki kaybolup giden ömrümüzün resmini çiziyordu sigara.
İkinci derse öykücü Tomris Uyar'ın eşi Turgut Uyar'dan şiirler okuyarak başladı Hoca. İlk şiir buydu:HİÇSİZLİĞE
Tanrım sen ne kadar güzelsin
Bir hiç olarak
Ormansın belki bilmiyorum
Belki ormanda bir ağaçsın şuncacık
Bir pazartesi günüsün
İnsanları dupduru edemeyen
Bütün karayollarında ve demiryollarında
Gider gelirim bütün dünyada
Ama biliyorum Kırşehir'de mezarsın
Bir kilisesin Kapadokya'da
Sözgelimi yumurtada zarsın
Ustasın sabahları yapmada
En katı yoklukları koyarak insanın içine
Akşam üstlerinde biraz gaddarsın
Sular ve zamanlar kararırken
Ne yapalım
Bari bağışlayalım birbirimizi.
Hiç; Allah demektir, bütün aşkınları aşan, hiçbir idrakin kavrayamayacağı mutlak belirsizliktir. Büyük şair Turgut Uyar bu şiirde o kuşatıcılığı anlatır diyerek kısa bir yorum yaptıktan sonra bu şiiri anlam bakımından da desteklen bir başka şiirdeydi sıra :
ÇOKLUK SENİNDİR
Özenle soyduğum şu elma söyle şimdi kimindir
özenle ne yapıyorsam bilirsin artık senindir
suya giden bir adam mesela omuzunu eğri tutsa
güneş su ve adamın omzundaki eğrilik senindir
ayağa kalkarsın, adına uygunsun ve haklısın
kararan dünya bildiğin gibi sık sık senindir
kararan dünya, yeni bir güle bir ateş parçasıdır
bir ateş parçasından arta kalan soylu karanlık senindir
bir deneyli geçmişi aldın geldin yeniyi güzel boyadın
ben bilirim sen de bil ilk aydınlık senindir
benim sevdiğim su senin suyunun öz kardeşidir
senin soyunun bıraktığı güçler artık senindir
çünkü bir silah gibi tutarsın tuttuğun her şeyi
her yeri bir uyarma diye tutan ıslık senindir
senindir ey sonsuz veren ne varsa hayat gibi
tutma soluğunu, genişle, öz ve kabuk senindir
ey en güzel görüntüsü çiçeklere dökülen bir çavlanın
aşkım, sonsuzum, bu dünyada ne var ne yok senindir.
Turgut Uyar'ın Divan'ını mutlaka okuyorsunuz hatırlatmasından sonra en ünlü ve çok çağrışımlı olan bir başka şiire uğradı yolumuz. Bu şiirin daha ilk mısrası hayatı tanımlardı bana ve dağıtırdı her okuduğumda. Hocadan şiiri dinlerken beni başka dünyalara götüren uzun koridorlar açıldı her vurguda:
GEYİKLİ GECE
Halbuki korkulacak hiç bir şey yoktu ortalıkta
Her şey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk
Geyikli geceyi hep bilmelisiniz
Yeşil ve yabani uzak ormanlarda
Güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan
Hepimizi vakitten kurtaracak
Bir yandan toprağı sürdük
Bir yandan kaybolduk
Gladyatörlerden ve dişlilerden
Ve büyük şehirlerden
Gizleyerek yahut döğüşerek
Geyikli geceyi kurtardık
Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı
Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk
Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza
Caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları
Kadınların kocalarını aramasını seviyorduk
Sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz
Bilir bilmez geyikli gece yüzünden
"Geyikli gecenin arkası ağaç
Ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü
Çatal boynuzlarında soğuk ayışığı"
İster istemez aşkları hatırlatır
Eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş
Şimdi de var biliyorum
Bir seviniyorum düşündükçe bilseniz
Dağlarda geyikli gecelerin en güzeli
Hiçbir şey umurumda değil diyorum
Aşktan ve umuttan başka
Bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı
Belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor
Biliyorum gemiler götüremez
Neonlar ve teoriler ısıtamaz yanını yöresini
Örneğin Manastır'da oturur içerdik iki kişi
Ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek
Öpüşlerimiz gitgide ısınırdı
Koltukaltlarımız gitgide tatlı gelirdi
Geyikli gecenin karanlığında
Aldatıldığımız önemli değildi yoksa
Herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak
Gümüş semaverleri ve eski şeyleri
Salt yadsımak için sevmiyorduk
Kötüydük de ondan mi diyeceksiniz
Ne iyiydik ne kötüydük
Durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa
Başta ve sonda ayrı ayrı olduğumuzdandı
Ama ne varsa geyikli gecede idiBir bilseniz avuçlarınız terlerdi heyecandan
Bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda
Kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında
Büyük otellerin önünde garipsiyorduk
Çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte
Hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
Örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
Yahut bir adam bıçaklasak
Yahut sokaklara tükürsek
Ama en iyisi çeker giderdik
Gider geyikli gecede uyurduk
"Geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede
İmdat ateşleri gibi ürkek telaşlı
Sultan hançerleri gibi ay ışığında
Bir yanında üstüste üstüste kayalar
Öbür yanında ben"
Ama siz zavallısınız ben de zavallıyım
Eskimiş şeylerle avunamıyoruz
Domino taşları ve soğuk ikindiler
Çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık
Gölgemiz tortop ayakucumuzda
Sevinsek de sonunu biliyoruz
Borçları kefilleri ve bonoları unutuyorum
İkramiyeler bensiz çekiliyor dünyada
Daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
Oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
İyice kurulamıyorum saçlarını
Bir bardak şarabı kendim için içiyorum
"Halbuki geyikli gece ormanda
Keskin mavi ve hışırtılı
Geyikli geceye geçiyorum"
Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.
"Afiyet olsun" dilekleri ile çıktık öğle arasına. Hocanın elinde yine sert bir kahve, sigara... Öğrencilerle birlikte okulun kafeteryasında yemeğimizi yedik, başarısız bu yemekler dedi, bir kaç lokma aldıktan sonra. Çaylarımızı aldık, açık havaya çıktık.
Bugün “Bir güzel susmak geliyordu içimden” ve Hocayı dinliyordum pür dikkat; gerek yok dedi bunca dağılmaya, okumak lazım, daha da çok yaşamak, bak nasıl akıyor zaman, ömür kısa diyerek daldı uzaklara.
handan güler
BU YAZI AYNI ZAMANDA KALEMŞAH.COM'DA YAYINLANMIŞTIR.
21 Ağustos 2010 Cumartesi
Aceleye gelmez bir şehri gezmek; bir kadını sevmeye benzer. Telaşsız sohbetler ister, günü birlikte karşılayıp, birlikte uğurlamalar...
İŞTE ŞEHİR VE KADIN YAZISI...
Bu gece AÇIK DENİZ'de
21 Ağustos 2010 Cumartesi gecesi, Saat 23.00’te, Bilgeler Bilgesi Ebu’l-Hasan Harakani konu ediliyor. Kars Evliya Camii İmam-Hatibi ve Harakan dergahının kılavuzu Yavuz Uzgur konuk oluyor. Mevlana’nın Mesnevi-i Şerif’inde menkıbeleri yer alan, Yolların Şeyhi olarak bilinen, yüzlerce öğrenci yetiştirmiş olan, Yesi bilgeliğini, Anadolu irfanını besleyen, Yesevi’nin de izinden gittiği Harakani’nin hayatı, eserleri ve irfanı konuşuluyor. Kars’ta etkinlik gösteren Harakani Vakfı’nın başkanlığını da yürüten Yavuz Uzgur, Kars’taki Külliye yapımını, etkinlikleri ve Harakani’nin irfan ve aşk dünyasını anlatıyor. Programda yine birbirinden güzel nefes ve nutuklara da yer verilecek…
6 Temmuz 2010 Salı
Aşık Olmadan Bir Düşün Diyor Can Dündar ...Candan Erçetin'in Seni özlediğim gecelerde şarkısı eşliğinde
Aşık Olmadan Bir Düşün Diyor Can Dündar Evinin seni içine sığdıramayacak kadar dar olduğunu fark edeceksin... Sokağa fırlayacaksın... Sokaklar da dar gelecek... Tıpkı vücudunun yüreğine dar geldiği gibi... Ne denizin mavisi açacak içini, ne pırıl pırıl gökyüzü... Kendini taşıyamayacak kadar çok büyüyecek, bir yandan da kaybolacak kadar küçüleceksin... Birileri sana bir şeyler anlatacak durmadan... "Önemli olan sağlık." "Yasamak güzel." "Bos ver, her şey unutulur." Sen hiçbirini duymayacaksın... Göz yaşlarından etrafı göremez hale geleceksin... Ondan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek, az sonra kollarında ölmek isteyecek kadar çok seveceksin... Hep ondan bahsetmek isteyeceksin... "Ölüme çare bulundu" ya da "Yarın kıyamet kopacakmış" deseler başını kaldırıp Ne dedin?" diye sormayacaksın... Yalnız kalmak isteyeceksin... Hem de kalabalıkların arasında kaybolmak... İkisi de yetmeyecek... Geçmişi düşüneceksin... Neredeyse dakika dakika... Ama kötüleri atlayarak... Onunla geçtiğin yerlerden geçmek isteyeceksin... Gittiğin yerlere gitmek... Bu sana hiç iyi gelmeyecek... Ama bile bile yapacaksın... Biri sana içindeki acıyı söküp atabileceğini söylese,kaçacaksın... Aslında kurtulmak istediğin halde, o acıyı yasamak için direneceksin... Hayatının geri kalanını onu düşünerek geçirmek isteyeceksin.... Aksini iddia edenlerden nefret edeceksin... Herkesi ona benzetip... Kimseyi onun yerine koyamayacaksın... Hiçbir şey oyalamayacak seni... İlaçlara sığınacaksın... Birkaç saat kafanı bulandıran ama asla onu unutturmayan… Sadece bir müddet buzlu camin arkasından seyrettiren... Bütün şarkılar sizin için yazılmış gibi gelecek... Boğazın düğümlenecek, dinleyemeyeceksin... Uyumak zor, uyanmak kolay olacak... Sabahı iple çekeceksin... Bazen de "Hiç güneş doğmasa" diyeceksin... Ne geceler rahatlatacak seni ne gündüzler... Ölmeyi isteyip, ölemeyeceksin... Belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önüne çıkana sarılmak isteyeceksin Nafile... Düşüncesi bile tahammül edilmez gelecek... Rüyalar göreceksin, gerçek olmasını istediğin... Her sıçrayarak uyandığında onun adini söylediğini fark edeceksin... Telefonun çalmasını bekleyeceksin... Aramayacağını bile bile... Her çaldığında yüreğin ağzına gelecek... Ağlamaklı konuşacaksın arayanlarla... Yüreğin burkulacak... Canin yanacak... Bir daha sevmemeye yemin edeceksin... Hayata dair hiçbir şey yapmak gelmeyecek içinden... Onun sesini bir kez daha duymak için yanıp tutuşacaksın... Defalarca aradığı günlerin kıymetini bilmediğin için nefret edeceksin... Yaşadığın şehri terk etmek isteyeceksin... Onunla hiçbir anının olmadığı bir yerlere gidip yerleşmek... Ama bir umut... Onunla bir gün bir yerde karsılaşma umudu... Bu umut seni gitmekten alıkoyacak... Gel gitler içinde yaşayacaksın... Buna yasamak denirse... Razı mısın bütün bunlara...? Hazır mısın sonunda ölüp ölüp dirilmeye...? Ben cevap vereyim önce ; Hazırım ben arkadaş... aşkın acısıda güzel tatlısıda... iş , uğruna tüm bunları göze aldığın gerçek AŞK ı bulmakta... CAN DÜNDAR
Etiketler:
ah,
alıntı,
AŞK,
CAM KIRIKLARI,
deneme,
keder,
şarkı-izlesene,
yalnızlık
1 Temmuz 2010 Perşembe
SÜRGÜNDE YÜREĞİM…AHMET KAYA'dan sürgün acısı eşliğinde...
SÜRGÜNDE YÜREĞİM…
“Senin kalbinden sürgün oldum ilkin
Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği”
SEZAİ KARAKOÇ
Bir sürgündü yaşadığım, ana kucağından kopuşla başlayan, ucu bucağı, sonu olmayan…
O zamanlar, gerek fizik gerek zihnen varoluş sebebim babamın hasretiyle böylesine kavrulacağımı, gurbet duygusunun giderek derinleşeceğini bilmiyordum daha. Şairin
“Daha şıvan düşmemişti böğrüme, daha deli deli esmemişti rüzgar
Sanırdım bütün ırmaklardan aşacaktım, halayda delikanlı başı olacaktım” dediği gibi iki kere ikinin dört ettiğini sandığım zamanlardı…
Yıllar içinde, uzağından kucağına döndüğüm vakitlerde bile onunla aramıza giren, kalbime dokunmasını engelleyen bu sürgün hali oldu hep. Aslında, beni bu sürgüne ilikleyen kodları da o girmişti belleğime. Zamanla beni benden alan, beni benden çalan, sadece silüetten ibaret kılan bir sürgüne dönüştüğünde kodları okuyuş farkımız, derin bir uçurumdan düşmüştük birlikte. Birbirimizi az çok görebilecek bir mesafede, karşılıklı adım atamayacak kadar yaralı ve beni kahreden, yakan, yıkan bir dokunamama haliyle karşı karşıyaydık. Zamanın karakediliğine yenik düşen duygularımız bizi kelimelerden de mahrum edince içine düştüğüm kimsesizlik kuyusunda epeyce kaldım. Sanki sürgün içinde sürgün, acı içinde acı yazılmıştı kader çizgime, sürekli tekrarlayan bir döngüsellik içinde…
Bir vakit sonra kendimi öyle bir sarmalın içinde buldum ki bu sürgünde, kimsenin göremediği çelikten bir örüntü çevrelemişti yüreğimi, esir almıştı zihnimi. Hayat hızına yetişemediğimiz yanılsamasıyla akıtılırken ben olduğum yerde kıpırdamadan duruyor, sanki demir parmaklıkların ardından izliyordum olup bitenleri. Kendimi dinliyordum bazen, sürgünün ruhumun çehresinde bıraktığı kalıcı izlerden mütevellit ağrılarımın rutinleşmesini .
Hiçbir zaman kurtulamayacağım o yalnızlık duygusu ile bitişen yüreğim sılaya dönme arzusunu da yitirdi bu çıkmazda.
Sonra bir gün bir başka günü kovalayıp erişmişken şimdiki zamana farkettim ki, dönebileceğim bir yerim yok artık benim. Nereye sürülse bedenim kalabalıklarda, gurbet koluna girmiş yüreğimin, “garip”liğime sırıtmakta. Gördüklerim, sevdiklerim, bildiklerim, biliştiklerim hepsi kurmaca. Dokunduklarım birer gölge, dokunamadıklarımsa sadece gölgede yitmemiş hayal kırıntıları.
Bıraktıklarıma, koparıldıklarıma, ayrıldıklarıma şimdilerden bakınca, oraya buraya savrulmuş, ruhumdan çalınmış parçaları görüyorum aslında. Ne yapsam bir daha geri gelmeyecek aidiyetlerim resimlerde kalmış birer hatıra. Her seçiş bir kaybedişmiş ya, tercihlerim mi, vazgeçtiklerim mi daha değerli anlayamadım hala.
Yavrum diye açılan o emniyetli kucağa başı yerde bir yaslanış bekliyor artık beni sılada, “Olmadı işte, olmadı!!!” diye bağıran yüreğime inat sessiz kalış, içimde derinleşen boşluğu artırıyor ama olmuyor işte, olmuyor hiçbir şey istediğin(m) gibi baba!
Her gün yeni bir mucize ile uyanıyor dünya, her şey her an yeniden yaratılıp tazeleniyor ama insan içten içe kemiren bir pişmanlıkla iki büklüm olduğu yerden etrafına bakınca, güneşin doğuşuna bile bana ne diyecek bir lakaydlığa hapsoluyor, ülfet perdesi kalınlaşıp ışık sızdırmaz bir hal alıyor zamanla. Ve apaçık hakikat gizleniyor; yaprağı yaprak, damlayı damla, güneşi güneş sanan aklın odalarında.
Kıs(tır)ıldığın köşeden kurtulmak için “Ben”in kalmadığı bir noktada bir başkasının benliğine yerleşmeye çalışıyorsun. Yaradılışına ters bir benlik kurmaya uğraşıyor, her seferinde çatmaya çalıştığın yapının çökmesiyle enkaz altında kalıyorsun sonra.
Bir el, bir söz, bir gülüş tutup çıkarıyor bazen seni ordan umuda, bazense organ mafyasının acımasız örgüt mensupları gibi gelip deşiyorlar parçalarını acımasızca. Kestiklerini hissediyor, seslerini duyuyorsun ama tek kelime çıkmıyor dilinden, ben ölmedim, yapmayın, yaşıyorum ben diyemiyorsun.
İçinden bir ses susturuyor seni, bırak yapsınlar kabul et artık ölüsün sen, belki bir yerlerde bir parçan işe yarar, birine göz olursun, birine huzur, kanın bulaşır belki geleceğe uzanan köprünün bir tuğlasına, sesini çıkarma gassalın elindeki meyyit gibi ol yaşatmak adına...Rabb, nimetlerle terbiye eden ya, kıymetini bilmediğin her nimet gibi yaşama hakkın da alındı unutma. Bir kalbin, tek o var hala. Belirsiz bir zaman daha seninle beraber kalacak sarayının konuklarına dikkat et ki, tek sığınağın da kayıp gitmesin elinden. Sağlam at adımını, tutun o ipe, sakın bırakma! Eline geçecek fırsatlar, ipten elini bırakırsan yakalayacaklarına hani, dur demeyi bil, aldanma, aldatma.
Kırılacak şişeleri elde etmek için, zamanı geldiğinde elmasa dönüşecek kömür karası yüreğini inceden inceye her yeri saran rengarenk cam işçiliği örneklerine tutulup cam ocağında ateşin kollarına bırakma.
Dinle bak, ne kadar da sessiz dünya…Hiçbir gürültü yok aslında. Kuş sesindeki cıvıldamalar çocukların şen kahkahaları da olmasa yaprak kımıldamıyor huzuru kaçmasın diye insanın sanki bu gün doğada.
Bembeyaz martının kanadında süzül özgürlüğe, oradan dalga boyuna gir sukunetin yanılsamalar denizinin terkiyle.
Şiirin sıcak kollarına bırak kendini, izin ver sarmalasın seni, tıpkı eski günlerdeki gibi. Şairin gönderilen ilhamı, hatırlatsın indirilen aziz kelimeleri.
En güçlüsü bile mısraların, cılız nehirler gibi olsa da okyanusun yanında, ona kavuşmak için baş koymuşlar o yola, secdeye kapanırcasına: “O gün her kim azaptan uzak tutulursa, muhakkak ki Allah ona merhamet etmiştir. İşte en büyük mutluluk, en açık başarı budur. Eğer Allah sana bir sıkıntı verirse O’ndan başkası onu gideremez. Sana bir hayır ya da nimet verirse…Zaten O herşeye olduğu gibi buna da elbette Kadir’dir. O kulların üstünde hükmünü yürüten mutlak hükümrandır, her işi tam hikmetle yapar ve her şeyden haberdardır”(En’am, 16-17-18)
Evet baba! Ben, sendeki ben değilim artık ama O herşeyden haberdar: çabalarından, dualarından, çatmaya çalıştığın benliklerimizden, bitmek bilmeyen kışlardan, hergün başka surette hayatımıza süzülen gulyabanilerden, sahte kimliklerle gönül kapımıza dayanan şeytanlardan, bazen onlara yenilişimden, daha çok direniş çabamdan, çoğu zaman halsiz bırakan yaralardan, nefesimi kesen heyecanlardan, evin içinde deli divane dönüp durduğum gecelerden, gözyaşıma yüklediğim hasretten, sensizliğimden, kimsesizliğimden haberdar.
Ben de O’nun her işi hikmetle yaptığından, sabrından, mühlet verişinden, kimsesizlerin kimsesi oluşundan, yüreğimizi delip geçen anne şefkatinin, başımızı döndüren, benliğimizi unutturan aşk duygusunun sadece Rahmet’inin yüz damlasından bir damla bile olmadığından haberdarım.
Bana seni ve annemi verişinden, kardeşlerimle zenginleştirmesinden, hayat yolunda beraber yürüyecek yoldaşlara eriştirmesinden, aşka düşürmesinden, düştüğüm yerden yükselen yolumu, yitirilmiş cennet yönünü gösteren levhalarla kuşatmasından, sürgünümde yitirdiğim benimi bulmam için karanlık patikayı ışıklandırmasından biliyorum ki seviyor beni. Senin de sevdiğin gibi, sürse de sürgünlüklerimin süreği, olanda da, olacak da da mutlaka bir sır gizli. Onu öğrenmek için biçilen rolü oynayacağız ki sabırla, aşkı göstersin kalp ibresi. Sürgünde yüreğim…Bana dua etmeni dilesem bulunduğun uzaklardan hissedersin değil mi?
HANDAN GÜLER
SÜRGÜN ACISI...Ve tabi muhteşem yorumuyla AHMET KAYA:))
31 Mayıs 2010 Pazartesi
canlı ölümler...canlı yayınlarda...
“Kim ne yapacaksa yapsın!!!!!” diye bir çığlık düştü dünyanın üzerine…Kim ne yapacaksa yapsın, burada insanları öldürüyorlar, yaralılar var diye haykırıyor muhabir saldırının sürdüğü dakikalarda, sesleniyor dünyaya.
Bilgi çağında, bile bile, göz göre göre ölüyor insanlar… öldürülüyorlar…gözlerini kırpmadan öldürüyor insan kılığındaki acımasız saldırgan korsanlar.
İletişimin insanları biliştirdiği, bitiştirdiği bir zamandayız.
Gözden uzak olanların gönülden uzak kalamadığı vakitler bunlar. İnternete düşen bir görüntü ile ya da ekranlardan odalarımıza ulaşan bir çığlıkla düşebiliyoruz öfkeye. Daha çok acıya… Bilmenin, duymanın sorumluluğu yüklenince omzumuza yıkılıyor üzerimize dünya.
Ve dünya sadece konuşuyor, çığlıklara bakıp üzgünüz diyor hala.
“Kim ne yapacaksa yapsın!!!!!” Bu çığlık beynimin içinde çınlıyor saatlerdir.
En hızlı hukuksuz saldırılar karşısında en yavaş mekanizma olan hukuk harekete geçmeye çabalıyor ağır kanlı yapısıyla… Bari dünyanın her yerinden gelen çığlıklara yetişemeyişimiz gibi burada da çok geç kalınmasa…
İletişimin bunca geliştiği çağda acılar da ölümler de canlı yayınlardan can alıcı bir şekilde düşüyor gönül kabımıza, yüreğimizi parçalarcasına.
İnsani yardım çağrılarına karşılık verememek acıtıyor canımızı… Daha Muhsin Yazıcıoğlu’ nun hayatını kaybettiği helikopter kazası(!)nda günlerce kurtarın bizi diye diye donarak ölen muhabirin sesi kulaklarımda.
Yardım isteyene yardım edememek parçalıyor yüreği, canlı yayınlarda can verirken birileri.
Üzgünüz diyor mahallenin ağabeyi… Bekliyor dünya, dört yıldır bir ağrı kesicinin bile olmadığı, çocukların bombalardan, saldırılardan kurtulsa açlıktan bakımsızlıktan öldüğü Gazze’ ye doğru yola çıkan fedailerin tek tek ölmesini. Hem de uluslar arası sularda, sivil ve silahsız bir durumda.
Canlı yayınlara devam… canlı ölümlere… can pazarlarına…son dakikalara…son dakikalarını yaşayanların acı çığlıklarına…
“Kim ne yapacaksa yapsın!!!!!” iniltisi hala kulaklarımda…
Kim ne yapacaksa yapsın artık, ecdadından utanıp da…
HANDAN GÜLER
28 Nisan 2010 Çarşamba
SENİ UZAKTAN SEVMEK AŞKLARIN EN GÜZELİ...
Yol İşareti
Sevdinse...
Aşkında yitip yok oldun,
Karıştıracaksın günü, ayları.
Sevgi yollarında ne kaide, kanun
Kendin aşmalısın bu dolayları.
Eriyip kendini yok sanacaksın
Bu derdin olmayıp özge çaresi
Sen hız hız "kazaya" uğrayacaksın
Yoktur bu yollarda yol işareti
Bahtiyar Vahapzade
Salim Dündar
Sevdinse...
Aşkında yitip yok oldun,
Karıştıracaksın günü, ayları.
Sevgi yollarında ne kaide, kanun
Kendin aşmalısın bu dolayları.
Eriyip kendini yok sanacaksın
Bu derdin olmayıp özge çaresi
Sen hız hız "kazaya" uğrayacaksın
Yoktur bu yollarda yol işareti
Bahtiyar Vahapzade
Salim Dündar
Etiketler:
ah,
AŞK,
CAM KIRIKLARI,
insan,
keder,
özlem,
şarkı-izlesene,
şiir
19 Mart 2010 Cuma
KARA KÖPEKLER HAVLARKEN...VE...İKİ DİL BİR BAVUL...ANKARA FİLM FESTİVALİ 2010'DAN
Kara Köpekler Havlarken
- Yönetmen: Mehmet Bahadır Er Maryna Gorbach
- Senaryo: Mehmet Bahadır Er
- Müzik: Alp Erkin Çakmak, Barış Diri
- Görüntü Yönetmeni: Sviatoslav Bulakovskyi
- Kurgu: Maryna Gorbach
- Oyuncular: Cemal Toktaş, Volga Sorgu, Erkan Can, Ayfer Dönmez, Murat Daltaban, Ergun Kuyucu, Taylan Ertuğrul, Mehmet Usta, Onur Dikmen, Muhammed Cangören, Şener Savaş, Vahap Erucu, Uğur Batur, Barlas Hünalp
- Yılı: 2009
- Süre: 88'
2009 46. Antalya Altın Portakal FF; En iyi Yardımcı Erkek Oyuncu
DÜŞÜNCEM:)) Son yıllarda seyrettiğim en iyi "Türk Film"lerinden biriydi. Bu akşam vizyona giriyormuş Batı sineması ağzına kadar doluydu. Filmden sonra oyuncular ve yönetmenlerle söyleşi de yapıldı oldukça güzel bir zaman dilimiydi. Realist bir bakış açısına sahipti film, hayatta ne varsa o vardı. İmgeler çok iyi kullanılmıştı. Yönetmenin dayısını baz alarak ve yaşadığı semtte çektiği filmdeki tüm karakterlerin gerçek hayatta karşılığının olmasıydı belki de filmi sahici yapan. Yönetmenler gerçek hayatta da karı koca olup görüntü yönetmeni yabancıydı. Eğer vaktiniz varsa ve sinemada değerlendirmek istiyorsanız bu hafta sonu için iyi bir tercih olabilir.İyi seyirler...
İki Dil Bir Bavul
- Yönetmen: Orhan Eskiköy Özgür Doğan
- Senaryo: Orhan Eskiköy
- Görüntü Yönetmeni: Orhan Eskiköy
- Kurgu: Orhan Eskiköy, Thomas Balkenhol
- Oyuncular: Emre Aydın, Zülküf Yıldırım, Rojda Huz, Vehip Huz, Zülküf Huz
- Yılı: 2009
- Süre: 81'
2009 15. Gezici FF; Gümüş Boğa Ödülü | 2009 15. Londra Türk FF; Seyirci Ödülü | 2009 Antalya Altın Portakal FF; En İyi İlk Film Ödülü | 2009 Abu Dabi 9. Orta Doğu FF; En İyi Orta Doğu Belgesel Film Ödülü | 2009 Adana Altın Koza FF; Büyük Jüri Yılmaz Güney Ödülü, Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) En İyi Film Ödülü
DÜŞÜNCEM :)) Güzel bir belgesel-filmdi. Doğuyu-zorluklarını bilelim diye çekmemişler bu filmi. Yönetmen de zaten aynı dil problemini yaşamış bir kürt olduğunu ifade etti film sonrası söyleşide. Orada bir kültür var diyor, onlara acımayın, yoksul değiller o kültür sebebiyle yere oturuyorlar, çekyat alamadıklarından değil diyor. Çocukların 7 yılda öğrendikleri ana dile rağmen okula başladıklarında nasıl da sıfırlandıklarını, idealist bir Türk öğretmenin çabalarını, hiçbir siyasi-ideolojik mesaj vermeden, birinden birini kötülemeden vermesi filmin en büyük başarısı.2003 yılı projesi olmasına rağmen açılım açısından güzel bir zamana denk düşen film seyredilebilecekler listesinde baş sıralara girebilir.
16 Mart 2010 Salı
Giderek siz oluyorsa bütün bir kalabalık, Yüzünüz yüzlerine benziyorsa, giysiniz giysilerine, Ansızın bir hastanın kendini iyi sanması gibi..Gücünüz yetse de azıcık bağırsanız. Bir yankı : durmadan yalnızsınız VE...CANDAN ERÇETİN'DEN BAHARRRRRR...
TRAGEDYALAR -3
Birden bire yapayalnızsanız her yerde
Ve bundan korkuyorsanız
En küçük şeylerden bile. Örneğin birine saati sorsanız
Karşıdan karşıya geçseniz bir caddede
Sesinizi alçaltıp dikkatle bakaraktan çevrenize
Biriyle bir şeyler konuşsanız
Ve her gün kitaplar, dergiler alsanız. Postacı her gün mektup getirse
Sözgelimi bir resmi dairede
Fazlaca oyalansanız
Şöyle bir iki otobüs kaçırsanız üst üste neden olmasın
Kaldı ki, hiçbir şey yapmasanız bile
Tuhaftır
Sanki herkes kuşkuyla bakacaktır yüzünüze.
Ve işte bir lokantaya girdiniz, garsonla çene çaldınız
Şarapla yiyecek bir şeyler söylediniz, hepsi bu kadar
Biraz da güldünüz aklınızdan geçen bir şeye
Ya gülünç bir olaya, ya önemsiz bir söze
Ama az ötede düğmeleriyle oynayan
Ve yiyen tırnaklarını bir adam
Duraksız sizi izliyordur belki de.
Ya da bir dernekte üyesiniz, azıcık mutlusunuz
Ya da küçük bir memur bir banka servisinde
Durmadan suçlusunuz
Durmadan suçlusunuz
Durmadan suçlusunuz ve artık kendinizi
Gücünüz yok ödemeye.
Giderek siz oluyorsa bütün bir kalabalık
Yüzünüz yüzlerine benziyorsa, giysiniz giysilerine
Ansızın bir hastanın kendini iyi sanması gibi
Gücünüz yetse de azıcık bağırsanız
Bir yankı : durmadan yalnızsınız
Durmadan yalnızsınız.
EDİP CANSEVER
CANDAN ERÇETİN'DEN BAHARRRRRR...
11 Mart 2010 Perşembe
uçurtma nasıl uçar ve yonca lodi'den kalbin ömürlük bende emanet
"Bir bilgeye sormuşlar: "Uçurtmalar nasıl uçar?" diye...
Bilge cevap vermiş: "Uçurtmalar rüzgara karşı koydukları için uçar. Bir uçurtma rüzgara ne kadar karşı koyarsa o kadar yüksekte uçar, ne kadar az karşı koyarsa o kadar alçakta uçar. Hedefine ulaşamayan insanlar rüzgara karşı koyamayan, rüzgara kapılan uçurtmalardır. Oracıkta öylece kalakalırlar."
Ne kadar doğru değil mi?
Yonca Lodi - Emanet
Yükleyen xmewx. - Diğer müzik videolarına göz atın.
2 Mart 2010 Salı
Yalnızlığa alışmalı...CAN DÜNDAR'ın kaleminden...Gökyüzünde Yalnız Gezen Yıldızlar...CANDAN ERÇETİN yorumuyla...
Yalnızlığa Alışmalı...
Bavulları hep toplu durmalı insanın...
Bir gün telefonların hiç çalmayabileceği hesaplanmalı...
Tül perde arkasından misafir yolu gözlemekten vazgeçmeli...
İhanetlere, terkedilmelere, bir başına bırakılmalara hazırlıklı olmalı...
Yalnızlığa alışmalı...
* * *
Çünkü "omuz omuza" günlerin vakti geçti. Dayanışma... günümüz borsasının değer kaybeden hisse senetlerinden biri artık...
Bireyin keşif çağı, geride kırık dökük yalnızlıklar bıraktı.
Terörün bile bireyselleştiği çağdayız. Zaman, birlikten kuvvet doğurma zamanı değil; zaman, tek başına dimdik ayakta kalabilmeyi becerme zamanıdır.
* * *
İşte o yüzden alışmalı yalnızlığa...
Sokaklar dolusu ıssızlıkla başbaşa yaşamayı göze almalı insan... Güvendiği dağlardaki karlara bakıp ders çıkarmalı... Hüzünlü bir şarkıyla paylaşılan gecelerde başını dayayacak bir omuz arama huylarından vazgeçmeli... Sofrada tek tabağa, tabakta az yemeğe alışmalı...
Romanlardan yalnızlığı yücelten paragraflar asmalı evin en görünür duvarlarına...
"Yalnızlık paylaşılmaz/ Paylaşılsa yalnızlık olmaz" dizeleriyle başlamalı güne...
Telesekretere "şu anda size cevap verebilecek kimse yok" denmeli, "... belki de hiçbir zaman olmayacak..."
Cevapsızlığa, sessizliğe ısınmalı...
* * *
Oysa sessizlik haksızlığa alkıştır.
Haklılığın onuru yaşatır insanı... Susmanın utancı öldürür.
O yüzden en sessiz gecelerde ''doğruydu, yaptım"la teselli bulmalı insan...
Feryada komşuların yetişmemesine, soğuk duvar diplerinde sessizce ağlaşmaya alışmalı... Kendiyle hesaplaşmaya çalışmalı...
Gece yastıkla ağlaşmaya, sabah aynayla gülüşmeye, kendiyle hüzünlenip, kendiyle keyiflenmeye hazır olmalı...
Hep başını alıp gidebilecek kadar cesur, ama hep kalıp savaşacakmış kadar gözüpek olabilmeli...
Sessizliği, sese dönüştürebilmeli...
* * *
Ve sırt çantasını her daim hazır tutmalı insan...
Yollarla barışmalı...
Yalnızlığa alışmalı...
28 Şubat 2010 Pazar
CAN YÜCEL 'DEN İYİ BİR ŞİİR ...SENİNLE OLMANIN EN GÜZEL YANI
SENİNLE OLMANIN EN GÜZEL YANI
Seninle olmanın en güzel yanı ne biliyor musun?
Elin elime değmeden avuçlarımı terleten sıcaklığını taa içimde hissetmek.
Seninle olmanın en kötü yanı ne biliyor musun?
''Seni seviyorum'' sözcüğü dilimin ucunu ısırırken her konuşmamızda boş yere saatlerce havadan sudan söz etmek.
Seninle olmanın en heyecanlı yanı ne biliyor musun?
Aynı şeyleri seninle aynı anda düşünmek birlikte ağlamak gülmek. Ve buradayken bile seni çılgınca özlemek...
Seninle olmanın en acı yanı ne biliyor musun?
Seni hiç tanımadığım bir sürü insanlarla paylaşmak. Senin yanında olan, seninle konuşan herkesi çocukça kıskanmak.
Seninle olmanın en mutlu yanı ne biliyor musun?
Tanıdık birileriyle karşılaşma tedirginliği ile yollarda yürümek yan yana... Elimdeki şemsiyeye inat yağmurda ıslanmak birlikte. Elimde kır çiçeğiyle seni beklemek... Aynı mekanlarda aynı yiyecekleri yemek.
Seninle olmanın en romantik yanı ne biliyor musun?
Sensiz gecelerde sana söyleyemediklerimi yıldızlara aya anlatmak... Okuduğum kitabın sayfalarında dinlediğim şarkıların türkülerin şiirlerin her mısrasında seni bulmak.
Seninle olmanın en zor yanı ne biliyor musun?
Seni kaybetme korkusuyla hayatta ilk kez tattığım o tarifsiz duygularımı umut denizinin ortasında küreksiz bir sandala hapsetmek. Sevgili yerine yıllarca dost kalmayı başarmak. Yalın ayak yürümek bıçağın en keskin yerinde. Kanadıkça tuz yerine gözyaşlarımı basmak yüreğime.
Seninle olmanın tek yan etkisi ne biliyor musun?
Nereden bileceksin?
Sen benimle hiç olmadın ki. Olsaydın avuçlarım terlemezdi... Isırmazdım dilimin ucunu... Özlemezdim seni yanımdayken.Kıskanmazdım.
Korkmazdım yollarda yürümekten. Islanmazdım yağmurlarda... Yıldızlara aya dert yanmaz, böyle her şarkıda serhoş olmazdım.
Korkmazdım seni kaybetmekten ayaklarım kan revan atlardım sandaldan denize... Ve her kulaçta haykırırdım seni..
Ama sen hiç benimle olmadın ki...
YA AKLIN BAŞKA YERLERDEYDİ YA YÜREĞİN...
Can YÜCEL
Can Yücel - Seninle Olmanin En Güzel Yani Ne Biliyor musun ?
26 Şubat 2010 Cuma
GÜZEL AŞIK CEVRİMİZİ ÇEKEMEZSİN DEMEDİM Mİ! BU BİR DEMDİR GELİR GEÇER DUYAMAZSIN DEMEDİM Mİ! (BURAK KUT YORUMUYLA)
PİR SULTAN ABDAL'IN DİLİNDEN
güzel aşık cevrimizi
çekemezsin demedim mi
bu bir rıza lokmasıdır
yiyemezsin demedim mi
demedim mi demedim mi
gönül sana söylemedim mi
bu bir rıza lokmasıdır
yiyemezsin demedim mi
yemeyenler kalır naçar
gözlerinden kanlar saçar
bu bir demdir, gelir geçer
duyamazsın demedim mi
demedim mi demedim mi
gönül sana söylemedim mi
bu bir rıza lokmasıdır
yiyemezsin demedim mi
çıkalım meydan yerine
gidelim ali seyrine
canü başı hak yoluna
koyamazsın demedim mi
demedim mi demedim mi
gönül sana söylemedim mi
bu bir rıza lokmasıdır
yiyemezsin demedim mi
25 Şubat 2010 Perşembe
YOLLARIMI SANA GETİR HER SONUCU SEN DE BİTİR YİTECEKSEM SENDE YİTİR DERDE DERMAN EY SULTANIMMM! VE NURULLAH GENÇ'TEN YAĞMUR...HAYIRLI KANDİLLER
Yağmur
Vareden'in adıyla insanlığa inen Nur
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur
Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından
Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat
En müstesna doğuşa hamiledir kainat
Yıllardır boz bulanık suları yudumladım
Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Hasretin alev alev içime bir an düştü
Değişti hayel köşküm, gözümde viran düştü
Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde
Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü
İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin
Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla
Mehtabını düşlerken o mühür sahibinin
Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla
Evlerin arasına dikilir yesil bayrak
Yeryüzü avaredir, yapayalnız ve kurak
Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım
Heyûla, bir ağ gibi ördü rüyalarımı
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydim
Yağmur, gülsenimize sensiz, baldiran düştü
Düşmanlik içimizde; dostluklar yaban düştü
Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe
Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü
Bir güzide mektuptur, çağlarin ötesinden
Ulaşır intizarın yaldızlı sabahına
Yayılır o en büyük mustu, pazartesinden
Beyazlik dokunmuştur gecenin siyahina
Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin
Sükutu yar, sevinci dualar kadar derin
Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım
Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamiş, mazide
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydim
Sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü
Yarılan göğsümüzden umutlar bican düştü
Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin
En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü
Melekler sağnak sağnak gülümser maveradan
Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar
Mutluluk nağmeleri işitirler Hiradan
Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar
Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri
Paramparça, ateşler sahinin hayalleri
Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım
O mücella çehreni izleseydim ebedi
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım
Sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü
Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü
Katil sinekler deldi hicabın perdesini
İstiklal boşluğunda arılar nadan düştü
Dolaşan ben olsaydım Save'nin damarında
Tablosunu yapardim yıkılan her kulenin
Ebedi aşka giden esrarlı yollarında
Senden bir kıvılcımın, süreyya bir şulenin
Tarasaydım bengisu fışkıran kakülünü
On asırlık ocağın savururdum külünü
Bazen kendine aşık deli bir fırtınaydım
Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü
Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü
Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara
Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü
Badiye yaylasında koklasaydım izini
Kefenimi biçseydi Ebva'da esen rüzgar
Seninle yıkasaydım acılar dehlizini
Ne kaderi suçlamak kalırdı ne intihar
Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya
Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya
Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryadım
Tereddüt oymak oymak kemirdi gururumu
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Haritanın en beyaz noktasına kan düştü
Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü
Mahkumlar yargılıyor; hakimler mahkum şimdi
Hakların temeline sanki bir volkan düştü
Firakınla kavrulur çölde kum taneleri
Ahuların içinde sevdan akkor gibidir
Erdemin, bereketin doldurur haneleri
Sensiz hayat toprağın sırtında ur gibidir
Şemsiyesi altında yürürsün bulutların
Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların
Devlerin esrarını aynalara sorsaydım
Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü
İlkin karardı yollar, sonra heyelan düştü
Güvenilen dağlara kar yağdi birer birer
Sensizlik diyarından püsküllü yalan düştü
Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini
Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir
Yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini
Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir
Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından
Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından
Madeni arzuların ardında seyre daldım
Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini
Senin için görülen bir düş de ben olsaydim
Şehirler kabus dolu; köylere duman düştü
Tersine döndü her şey sanki; asuman düştü
Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayali
Hazindir ki; dertleri asmaya umman düştü
Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır
Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur
Sensiz doğrular eğri; beyaz bile karadır
Sesini duymayanlar girdabında boğulur
Ana rahminde ölür sensizlikten bir cenin
Şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin
Saatlerin ardında hep kendimi aradim
Bir melal zincirine takıldı parmaklarım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü
Sensiz kıtalar boyu uzayan vatan düştü
Bir kölelik ruhuna mahkum olunca gönül
Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü
Ay gibisin; güneşler parlıyor gözlerinde
Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay
Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde
Sümeyra'yı arıyor her damlada bir saray
Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin
Mekanın fırçasında solmayan resim senin
Yağmur, birgün elimi ellerinde bulsaydım
Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım
Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü
Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü
İniltiler geliyor doğudan ve batıdan
Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü
Islaklığı sanadır ahımın, efgahımın
İçimde hicranınla tutuşuyor nağmeler
Sendendir eskimeyen cevheri efkarımın
Nazarın ok misali karanlıkları deler
Bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin
Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin
Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım
Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Yağmur, sayrılığıma seninle derman düştü
Beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü
Silindi hayalimden bütün efsunu ömrün
Bir dönüm noktasında aklıma Rahman düştü
Nefsinle yeniden çizilecek desenler
Çehreler yepyeni bir degişim geçirecek
Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler
Anneler çocuklara hep seni içirecek
Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin
Sana mü'mindir sema; sana muhtaçtır zemin
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım
Kardeşler arasında heyhat, su-i zan düştü
Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü
Şarrkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın
İnsanlık bahçemize sensizlik hazan düştü
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Dokunduğun küçük bir nakiş da ben olsaydım
Sana sırılsıklam bir bakiş da ben olsaydım
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım
Nurullah Genç
SULTANIM...
22 Şubat 2010 Pazartesi
BENİM ADIM AŞK...VE RÜYALARIM OLMASA...AYŞEGÜL DURUKAN YORUMUYLA...
Aşk benim adım aşk... kısacık bir kelimeyim ama anlamım ansiklopedileri aşar. Ne rengim belli ne zam...anım? Ansızın dikiliveririm karşınıza. Beklenmedik zamanlarda sinsice süzülürüm yüreklerinize.Adım aşk benim...
Bir bakmışsınız hızlı hızlı çarptırmaya başlamışımdır kalbinizi. Heyecan yüklerim benliğinize bir anda değiştiririm renginizi. Siyahtan maviye yol alır kalpler benimle.En acılı yüreğe bile huzur verir benim adım. Benim adım aşk...
Gece gündüz demeden damarlarınızda dolanırım.
Gururunuzu ve mantığınızı silerim bir anda... Size aynı anda korkuyu ve cesareti verip hayatınızı en tatlı oyuna dahil ederim. Ben ruhunuza güneş gibi doğduğum gibi bazen geceleri getiririm.Benim adım aşk...
Ben bir karmaşayım.Size şiirler mektuplar ve güzel sözleri yazdırtan duyguyumdur ben. Bir gülde değişir bazen adım ve sevgiliye yol açarım kalpten kalbine. Ben size en aptal şeyleri yaptıran şeyim aslında. Aşk benim adım aşk...
Bazen ruhunuzu sıkıştırıp sizi kendinizle başbaşa bırakırım ve benim sayemde birleşir sevdiğinizle elleriniz. Ben öyle bir şeyim ki sizi hem hayata bağlarım hem hayattan soyutlarım. Ben yaralarım ve yaralarınızı saranım. Benim adım aşktır...
Ben çözümü en zor vakayım.Aşk benim adım aşk... Anlamım ve yaşatacaklarım sınırsızdır aslında ama ne gerek var hepsini şimdi anlatmaya. Benim adım aşk...
Beni yaşadıkça tanıyın. Bir gün elbet sizin yüreğinize de uğrarım. Benim adım aşk... Ben bambaşkayım
(ALINTI)
14 Şubat 2010 Pazar
Gözlerin gözlerime değince felaketim olurdu ağlardım...gözler aşkı inkar etmez ki...VE HERCAİ
Bu gün ödüllü bir denememiz var ama biraz eskilere gideceğiz.Sevgililer gününüz kutlu mutlu umutlu mübarek olsun.:))
müzik - çelik & hercai
EĞER AYRILIĞA ULAŞABİLSEYDİK, ONA KENDİ ACISINI TATTIRIRDIK.(İBN ARABİ)
11 Şubat 2010 Perşembe
hasretinle yandı gönlüm...seha okuştan
Hasretinle yandı gönlüm
Yandı yandı söndü gönlüm
Evvel yükseklerden uçtu
Düze indi şimdi gönlüm
Gözlerimde kanlı yaşlar
Hasretin bağrımda kışlar
Başa geldi olmaz işler
Bin bir dertle doldu gönlüm
Gelecektin gelmez oldun
Halimi hiç sormaz oldun
Yaralarımı sarmaz oldun
Yokluğunda soldu gönlüm
Gözlerimde kanlı yaşlar
Hasretin bağrımda kışlar
Başa geldi olmaz işler
Bin bir dertle doldu gönlüm
Aramızda karlı dağlar
Hasretin bağrımı dağlar
Çaresizlik yolu bağlar
Yokluğundan öldü gönlüm
müzik - seha okuş-hasretinle yandı gönlüm
izlesene.com
Yandı yandı söndü gönlüm
Evvel yükseklerden uçtu
Düze indi şimdi gönlüm
Gözlerimde kanlı yaşlar
Hasretin bağrımda kışlar
Başa geldi olmaz işler
Bin bir dertle doldu gönlüm
Gelecektin gelmez oldun
Halimi hiç sormaz oldun
Yaralarımı sarmaz oldun
Yokluğunda soldu gönlüm
Gözlerimde kanlı yaşlar
Hasretin bağrımda kışlar
Başa geldi olmaz işler
Bin bir dertle doldu gönlüm
Aramızda karlı dağlar
Hasretin bağrımı dağlar
Çaresizlik yolu bağlar
Yokluğundan öldü gönlüm
müzik - seha okuş-hasretinle yandı gönlüm
izlesene.com
27 Ocak 2010 Çarşamba
muhteşem bir şiir...şaşırdım kaldım işte...yavuz bülent bakiler
Şaşırdım Kaldım İşte
Sözde, senden kaçıyorum dolu dizgin atlarla..
Bazen sessiz sedasız ipekten kanatlarla..
Ama sen hep bin yıllık bilenmiş inatlarla..
Karşıma çıkıyorsun en serin imbatlarla..
Adını yazıyorsun bulduğun fırsatlarla..
Yüreğimin başına noktalarla.. Hatlarla..
Başbaşa kalıyorum sonunda heyhatlarla..
Sözde, senden kaçıyorum doludizgin atlarla.
Ne olur bir gün beni kapında olsun dinle..
Öldür bendeki beni..
..Sonra dirilt kendinle!
Çarpsan karasevdayı en azından yüzbinle..
Nasıl bağlandığımı anlarsın kemendinle..
Kaç defa çıkıp gittim buralardan yeminle..
Ama her defasında geri döndüm SENİNLE..
Hangi düğüm çözülür.. Nazla.. Sitemle.. Kinle..
Ne olur bir gün beni, kapında olsun dinle..
Şaşırdım kaldım işte, bilmem ki n'emsin..?
Bazen kızkardeşimsin.. Bazen öpöz annemsin..
Sultanımsın susunca, konuşunca kölemsin..
Eksilmeyen çilemsin..
Orada ufuk çizgim, burda yanım yöremsin..
Beni ruh gibi saran sonsuzluk dairemsin..
Çâresizim.. Çâremsin..
Şaşırdım kaldım işte bilmem ki neyimsin...
Yavuz Bülent Bakiler
haber - izlesene Şaşırdım kaldım İşte - yavuz bülent bakiler
izlesene.com
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)