acz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
acz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Haziran 2010 Pazartesi

İSMİMİN BAŞ HARFLERİ ACZ TUTUYOR, BAĞIŞLANMAMI DİLERİM DİYEN ŞAİR A.CAHİT ZARİFOĞLU' NA RAHMETLE...


KABÜL  

Eski şairliklerim gitti gözümden
Gayridir başka bir hal kuşanıyorum

Azık yoldaş olmaz haydi geç toklukları
Az'la doymak yap deş insan zamanlarını

At al at bin at kuşan da ciğerin koş
Davran bre çocuk doyma ilk sulardan

Hehey gözüm hehey gözyaşı odsuz kaldın
Nice hançer dürdün sabır balyaladın

Göğsümde bir küçücük derya buldum
Kabına sığmaz bir ceylan yoldaşım

Eteğini toplamış bir sevgili düştü kumsala
Ufacık kuru dudaklarında bir hasret sayhası

De Zarif inle. Ta ki huzra vardın
Nice yıl isyan durdun gurbet kaldın

A. CAHİT ZARİFOĞLU


NOT : BU GECE VE YARIN GECE TRT'DE SAAT 22 DE CAHİT ZARİFOĞLU BELGESELİ VAR.KAÇIRMAYIN:))




30 Mayıs 2010 Pazar

AĞIRIMA GİDİYOR SENSİZ GEÇEN GÜNLER...YÜREĞİME KAZINMIŞ O GÜZEL GÖZLER...




istanbul Gece Fotoğrafı


CANIMA...

Yarim İstanbul'u mesken mi tuttun
Gördün güzelleri beni unuttun
Sılaya dönmeye yemin mi ettin

Gayrı dayanacak özüm kalmadı
Mektuba yazacak sözüm kalmadı

Yarim sen gideli yedi yıl oldu
Diktiğin fidanlar meyveyle doldu
Seninle gidenler sılaya döndü

Gayrı dayanacak özüm kalmadı
Mektuba yazacak sözüm kalmadı

Yarimin giydiği ketenden gömlek
Yoğumuş dünyada öksüze gülmek
Gurbet ellerinde kimsesiz ölmek

Gayrı dayanacak özüm kalmadı
Mektuba yazacak sözüm kalmadı

İğde çiçek açmış dallar götürmez
Dağlar diken olmuş kervan oturmaz
Benim bağrım yufka sitem götürmez

Gayrı dayanacak özüm kalmadı
Mektuba yazacak sözüm kalma



Kocaman denizlerde ender bir balık gibisin.
Bir ısıtır,bir üşütür,bir ağlatır,bir güldürür; 
Sen hem bir hastalık hem de sağlık gibisin.....

Özdemir ASAF

13 Mayıs 2010 Perşembe

UÇAN SÜPÜRGE'DE YOLCULUK 3...Fonda DELİ MAVİ eşliğinde:))

 
1-HİÇ NOTHING
POLONYA/POLAND, 1998, 35 mm, renkli/color, 80’

YÖNETMEN/DIRECTOR: Dorota Kedzierzawska
OYUNCULAR/CAST: Anita Kuskowska-Borkowska, Janusz Panasewicz, Danuta Szaflarska, Violetta Arlak
ÖDÜLLER/AWARDS:
Brüksel Uluslararası Film Festivali “En İyi Avrupa Filmi”, “En İyi Kadın Oyuncu” (Anita Kuskowska-Borkowska)/Brussels International Film Festival “Best European Feature”, “Best Actress”, 1999
Denver Uluslararası Film Festivali “Krzysztof Kieslowski Ödülü”/Denver International Film Festival “Krzysztof Kieslowski Award”, 1999
Uluslararası Film Müzikleri Bienali “İkincilik Ödülü”/International Biennal for Film Music “2nd Place”, 1999
Polonya Film Ödülleri “En İyi Yönetmen”, “Jüri Özel Ödülü”, “En İyi Görüntü”, “Film Eleştirmenleri Ödülü”, “En İyi Kostüm Tasarımı” (Magdalena Biedrzycka)/Polish Film Awards “Best Director”, “Special Jury Prize”, “Best Cinematography”, “Critics Award”, “Best Costume Design”, 1999
Sochi Uluslararası Film Festivali “FIPRESCI Ödülü”, “Jüri Özel Ödülü”/Sochi International Film Festival “FIPRESCI Prize”, “Special Jury Award”, 1999
 
“Güçlüler, her şeyi planlayan, başarıdan başarıya koşan insanlar beni ilgilendirmiyor. Zayıf insanlar yaşama daha başka bakıyorlar” diyor Kedzierzawska.
 
Gazetedeki gerçek bir olaydan yola çıkan bu üçüncü uzun kurmaca filminde de yönetmen yoksul, umutsuz, çaresiz, yaşamın kıyısında tutunmaya çalışan genç bir kadını, üç çocuklu bir anneyi anlatıyor. Festivale daha önce, bütün zamanların en iyilerinden kabul edilen filmi Kargalar ile konuk olan Dorota Kedzierzawska, Hiç ile de meraklısına Polonya sinemasından etkileyici bir örnek sunuyor.
 
KİŞİSEL KANAATİM: Gerçekten çaresizliği, kimsesizliği gösteren, yardım, insaniyet, aile, koca, baba olma kavramlarını yitirmiş batının resmini çeken bir filmdi. Çaresiz bir annenin çocuklarıyla çırpınışı, baba olan erkeğin vurdum duymazlığına, bencil komşuların duyarsızlığı da eklenince ailesi de olmayan kadın sık sık yaşamın kıyısına geliyor ve çocukları düşünerek yaşamaya çalışıyor, daha doğrusu buna yaşamak değil yaşatma arzusu ile ayakta kalma çabası denir herhalde. İzlenmeli:))
     
2-MUCİZE LOURDES
AVUSTURYA-FRANSA-ALMANYA/AUSTRIA-FRANCE-GERMANY, 2009, 35 mm, renkli/color, 99’

YÖNETMEN/DIRECTOR: Jessica Hausner
OYUNCULAR/CAST: Sylvie Testud, Lea Seydoux, Gilette Barbier, Gerhard Liebmann
ÖDÜLLER/AWARDS:
Venedik Film Festivali “FIPRESCI Ödülü”, “Brian Ödülü”, “SIGNIS Ödülü”, “Sergio Trasatti Ödülü”/Venice Film Festival “FIPRESCI Prize”, “Brian Award”, “SIGNIS Award”, “Sergio Trasatti Award”, 2009
Viyana Film Festivali “Viyana Film Ödülü”/Viennale “Vienna Film Award”, 2009
Varşova Film Festivali “Varşova Ödülü”/Warsaw International Film Festival “Warsaw Award”, 2009
 
Pirene dağlarının eteğinde kurulmuş olan ve katolik inancında ruhani ve bedensel rahatsızlıkları iyileştirdiği rivayet edilen Lourdes kasabasının ziyaretçilerinden biri tekerlekli sandalyedeki Christinedir. Seyirci Christine’in gözünden bu mucizevi yere yapılan hac ziyaretini ve Christine’nin sosyalleşme çabalarını izlerken, benzer amaçlarla Lourdes’a gelenlerin herşeyden çok insani bir dokunuşun peşinde olduğunu farkeder.
Yönetmen, açıklayamadığımız, beklenmeyen iyileşmelerin olduğuna inandığını ama dinsel mucizelere inanmadığını söylerken, mucizenin gerçekleşmesi beklentisinde bulunan insanların trajik hallerini göstermek için böyle bir film çektiğini belirtiyor.
 
KİŞİSEL KANAATİM: MS hastası olan ve boyundan aşağısı felç olan kahraman katoliklerin hac yeri dedikleri şehre gelir. "Neden ben?" sorusunun cevabını arar, dua eder ve nasıl olduğu belli olmayan bir iyileşme ile karşılaşır ve bu sefere diğerleri neden ben değil neden o sorusuna takılır.Hristiyan öğretisini verirken inancı, mucizeleri de sorguluyor. Biraz bizim türbe ziyaretlerine benziyor. Ve insana çaresizliğin her yola başvurduracağını, hastalığın zorluğunu anlatıyor. En önemle vermeye çalışılan mesaj önce ruhun iyileşirse Tanrı bedenine de şifa verebilir. Ama bu mesaj olayların akışı ile silinmeye çalışılıyor ve inaçlar sarsılıyordu. Ciddi film okumaları yapılabilecek bir film, oldukça yavaş akıyor bu da önemli:)) 
 
3-KIRIK AYNALAR BROKEN MIRRORS
HOLLANDA/NETHERLANDS, 1984, 35 mm, renkli/color, 108’

YÖNETMEN/DIRECTOR: Marleen Gorris 
OYUNCULAR/CAST: Lineke Rijxman, Henriëtte Tol, Edda Barends, Coby Stunnenberg, Carla Hardy
ÖDÜLLER/AWARDS:
Hollanda Film Festivali “Seyirci Ödülü”/Nederlands Film Festival “Audience Award”, 1985
San Francisco Uluslararası Lezbiyen ve Gey Film Festivali “Seyirci Ödülü”/San Francisco International Lesbian & Gay Film Festival “Audience Award”, 1985
 
"Kadın filmi" denince akla ilk gelenlerden Antonia’nın Yazgısı’nın yönetmeni Marleen Gorris bu filminde de erkek egemen dünyada kadının şiddetin nesnesi olmasına odaklıyor kamerasını. Kadınlar kendi yöntemleriyle direniyor, üzerlerindeki yüklere isyan ediyor, cinsiyet eşitsizliği mücadelesinde kendi güçleriyle ilerliyorlar. Kırık Aynalar seks işçiliğini derinlemesine çözümlemesiyle Gorris’in en radikal feminist filmlerden biri sayılıyor.
 
 
 
KİŞİSEL KANAATİM: Oldukça ağır bir film. Anlattıkları, kadınların çaresizliği, acıları üzerinize siniyor ve bunalmış olarak çıkıyorsunuz sinemadan:(( 25 yıl önce çekilen filmde dikkatimi çeken bir nokta da kıyafetler oldu. Yukarıya koyduğum fotograftaki kadınların üzerindeki kıyafetlere dikkat edilirse hepsi uzun kollu, uzun etekli, en fazla dekolte de (o da bazılarında) "V yaka"  olduğu görülür.Bu gün böyle giyinen kadın bulmak zor, bunların hayat kadını olduğu da gözönüne alınırsa günümüzde insanlık olarak epeyce ileriye doğru adım atmış, taş devri dekoltesine ulaşmışız :)) 

YEŞİM SALKIM'DAN DELİ MAVİ

19 Mart 2010 Cuma

KARA KÖPEKLER HAVLARKEN...VE...İKİ DİL BİR BAVUL...ANKARA FİLM FESTİVALİ 2010'DAN


 

Kara Köpekler Havlarken

  • Yönetmen: Mehmet Bahadır Er Maryna Gorbach
  • Senaryo: Mehmet Bahadır Er
  • Müzik: Alp Erkin Çakmak, Barış Diri
  • Görüntü Yönetmeni: Sviatoslav Bulakovskyi
  • Kurgu: Maryna Gorbach
  • Oyuncular: Cemal Toktaş, Volga Sorgu, Erkan Can, Ayfer Dönmez, Murat Daltaban, Ergun Kuyucu, Taylan Ertuğrul, Mehmet Usta, Onur Dikmen, Muhammed Cangören, Şener Savaş, Vahap Erucu, Uğur Batur, Barlas Hünalp
  • Yılı: 2009
  • Süre: 88'
Film, mallallenin iki afilli delikanlısı Selim ve Çaça’nın İstanbul'un kanunsuzları arasından sıyrılarak yaptıkları hayat kurma mücadelesini anlatıyor. Selim güvercinci, en yakın arkadaşı Çaça Celal ise modifiye araba meraklısı bıçkın bir mahalle delikanlısıdır. Selim ve Çaça, gökdelenlerin hemen yanında dar gelirli insanların yaşadığı bir mahallede oturup, yolun öteki tarafındaki lüks semtlerde Usta (Erkan Can) dedikleri birisinin hesabına otoparkçılık yaparlar. En büyük hayalleri kendilerine ait bir otoparka sahip olmaktır. Ancak Selim’in sürekli gittiği güvercinciler lokalinden abileri Mehmet (Murat Daltaban)’in teklifiyle ummadıkları ve baş edemeyecekleri biçimde hayatları değişir. Ödüller:
2009 46. Antalya Altın Portakal FF; En iyi Yardımcı Erkek Oyuncu

DÜŞÜNCEM:)) Son yıllarda seyrettiğim en iyi "Türk Film"lerinden biriydi. Bu akşam vizyona giriyormuş Batı sineması ağzına kadar doluydu. Filmden sonra oyuncular ve yönetmenlerle söyleşi de yapıldı oldukça güzel bir zaman dilimiydi. Realist bir bakış açısına sahipti film, hayatta ne varsa o vardı. İmgeler çok iyi kullanılmıştı. Yönetmenin dayısını baz alarak ve yaşadığı semtte çektiği filmdeki tüm karakterlerin gerçek hayatta karşılığının olmasıydı belki de filmi sahici yapan. Yönetmenler gerçek hayatta da karı koca olup görüntü yönetmeni yabancıydı. Eğer vaktiniz varsa ve sinemada değerlendirmek istiyorsanız bu hafta sonu için iyi bir tercih olabilir.İyi seyirler...

İki Dil Bir Bavul

  • Yönetmen: Orhan Eskiköy Özgür Doğan
  • Senaryo: Orhan Eskiköy
  • Görüntü Yönetmeni: Orhan Eskiköy
  • Kurgu: Orhan Eskiköy, Thomas Balkenhol
  • Oyuncular: Emre Aydın, Zülküf Yıldırım, Rojda Huz, Vehip Huz, Zülküf Huz
  • Yılı: 2009
  • Süre: 81'
Türk öğretmenin, uzak bir Kürt köyündeki bir yılı. Öğretmen Kürtçe bilmez, çocuklar Türkçe. Öğretmen ilk kez gördüğü bu coğrafyada, bir yılını çocuklara Türkçe öğretmekle geçirir. Yılın sonunda çocuklar Türkçe öğrenebilecekler mi? İki Dil Bir Bavul üniversiteden yeni mezun olmuş ve uzak bir Kürt köyüne atanmış Türk öğretmenin bir yılını, onun okula yeni başlayan ve Türkçe bilmeyen çocuklarla yaşadıklarını anlatır. Bir yıl boyunca öğretmenin farklı bir topluluk ve kültür içindeki yalnızlığına, çocuklar ve köylülerle yaşadığı iletişim problemine, çocuklardaki değişime tanık oluruz. Bu süreç boyunca öğretmen ve çocuklar birbirlerini yavaş yavaş tanımaya ve anlamaya başlarlar. Ödüller:
2009 15. Gezici FF; Gümüş Boğa Ödülü | 2009 15. Londra Türk FF; Seyirci Ödülü | 2009 Antalya Altın Portakal FF; En İyi İlk Film Ödülü | 2009 Abu Dabi 9. Orta Doğu FF; En İyi Orta Doğu Belgesel Film Ödülü | 2009 Adana Altın Koza FF; Büyük Jüri Yılmaz Güney Ödülü, Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) En İyi Film Ödülü

DÜŞÜNCEM :)) Güzel bir belgesel-filmdi. Doğuyu-zorluklarını bilelim diye çekmemişler bu filmi. Yönetmen de zaten aynı dil problemini yaşamış bir kürt olduğunu ifade etti film sonrası söyleşide. Orada bir kültür var diyor, onlara acımayın, yoksul değiller o kültür sebebiyle yere oturuyorlar, çekyat alamadıklarından değil diyor. Çocukların 7 yılda öğrendikleri ana dile rağmen okula başladıklarında nasıl da sıfırlandıklarını, idealist bir Türk öğretmenin çabalarını, hiçbir siyasi-ideolojik mesaj vermeden, birinden birini kötülemeden vermesi filmin en büyük başarısı.2003 yılı projesi olmasına rağmen açılım açısından güzel bir zamana denk düşen film seyredilebilecekler listesinde baş sıralara girebilir.    

MÜKEMMEL BİR FİLM...ÖTEKİ YAKA-ANKARA 21. ULUSLARARASI FİLM FESTİVALİ 2010'dan ilk film:))

ÖTEKİ  YAKA


 

Gagma Napiri

  • Yönetmen:
  • Senaryo: Nugzar Shataidze
  • Müzik: Josef Bardanashvili
  • Görüntü Yönetmeni: Amir Assadi
  • Kurgu: Sun-min Kim
  • Oyuncular: Lia Abuladze, Nika Alajajev, Tedo Bekhauri, Galoba Gambaria, Temo Goginava
  • Yılı: 2009
  • Süre: 90'
Hayat 12 yaşındaki Tebo’nun önüne pek çok zorluk çıkarmaktadır. Tebo, Gürcistan’ın en güzel yerlerinden biri olan Abazya’daki iç savaş yüzünden zorunlu yer değiştirmeye maruz bırakılan bir nesle mensuptur. Kalp rahatsızlığı yüzünden bu zor yolculuğu kaldırması imkansız olan babasını geride bırakarak Abazya’yı terk ettiğinde Tebo sadece 4 yaşındadır. Yeni ortama ayak uydurmakta güçlük çeken Tebo, aynı zamanda ev ekonomisine katkıda bulunamamanın verdiği suçluluğu da hissetmektedir. Annesinin yaşam şeklinden bıkan ve son derece rahatsız edici bir gerçeği keşfeden Tebo kendi topraklarına dönmeye karar verir. Ancak, bunu başardığında buradaki koşulların bıraktığı yerdekinden daha iyi olmadığını fark edecektir. Görsel anlamda yer yer Elem Klimov’un başyapıtı Gel ve Gör’i andıran film, Abhazya, Gürcistan ve Rusya'da yaşananları bir araya getirerek, yaşanan çelişkileri tarafsız bir şekilde beyaz perdeye yansıtmaya çalışıyor.

"Taraf tutmamaya çalışmak önemliydi ve bunu yapmak zor oldu. Filmin tek bir tarafı tutuyor olmasını istemedim. Gerçekten ciddi bir denge yakalamaya çalıştık çünkü bu çok karışık bir anlaşmazlık. Amaç Abhazyalılar ile Gürcüleri birbirine yaklaştırmada bir adım atmaktı" George Ovashvili Ödüller:
2009 Antalya Altın Portakal FF; En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Yönetmen, SİYAD En İyi Yabancı Film
2009 Buster Çocuk FF; En İyi Film
2010 Dhaka UFF; En İyi Asya Filmi, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Film
2009 Hindistan UFF; En İyi Film
2009 Kinoshok- Open CIS ve Baltık FF; Jüri Özel Ödülü - En İyi Film
2009 Molodist UFF; En İyi Film
2009 Paris Sineması; Jüri Ödülü- En İyi Film
2009 Seattle UFF; En İyi Çıkış Yapan Yönetmen
2010 Tromso UFF; Norveç Barış Ödülü - En İyi Film
2009 Wiesbaden goEast; FIPRESCI Ödülü, En İyi Film
2009 Yerevan UFF; En İyi Film, Ekümenik Juri Ödülü

DÜŞÜNCEM:)) Muhteşem bir filmdi. Savaşın kötülüğünü, yıllar geçsede yaşanılan acıların tazeliğini koruduğunu, insanların insalıkları ile düşmanlıkları arasında kaldığını, göçmenliğin, mülteciliğin zorluğunu, halkaların yoksullaşmasının suç oranlarının artmasına sebep olduğunu, çaresizliği küçük bir çocuğun gözünden verilişi muhteşemdi. Bu filmi bulursanız kaçırmayın derim.Tam bir dram, o kadar çok ağladım ki iyi geldi.:))    

6 Mart 2010 Cumartesi

"Gönülden dile yol olduğu gibi, dilden de gönüle yol vardır." der MEVLANA...GÖNÜL DAĞI'ndan akar NEŞET ERTAŞ damarlarımıza...



Gönülden dile yol olduğu gibi, dilden de gönüle yol vardır


Hayat iniş çıkışlarla dolu. Karşımıza çıkan kimi olay bir süre sıkıyor bizi, sonra bir bakmışız öncekinden daha geniş bir yol açılmış önümüzde toz duman dinince.

Ruhumuza bir esenlik gelmiş bilmediğimiz yerlerden...Buna bilgeler Allah'ın CELAL ve CEMAL sıfatlarının tecellisi diyor.Bu iki isim bazen dönüşümlü bir ritimde bazen de aynı anda iç içe geçmiş bir halde gelebiliyor yaşamımızın içine.

Bir taraftan belalarla karşılaşan ruh tam da nefes alamazken bir pencere açılıyor mavi göğe.Ve bu hayatın döngüsü sürüp gidiyor hepimizin gününde gecesinde farklı ritimlerle.

"Dağına göre kar" deyimi de bu noktadan sonra giriyor devreye. Kimimize metrelerce kar hiç zarar vermiyor, yolumuza gitmemize engel olmuyor, kimimize de henüz tam tutmamışken bile kaza yaptırıyor. Sakat bırakıyor kimi kazalar, sonrasında pencerenin kenarından naif yağışını seyrederken bile o travmaya götürüyor bizi bir dantela gibi örülmüş buzdan damlalar. Her şeyi bir daha, bir daha yaşatıyor, öfke sarıyor ruhumuzu. Böylece bir türlü iyileşemiyoruz. Malul yanımızla, kırık kanatlarımızla yaşıyor, yaşar gibi yapıyoruz. İçimizde zamanla bir habis ura dönüşüyor biriktirdiklerimiz, affedemediklerimiz. Yıllar geçiyor ki, unutmamıyoruz bize yapılanları, kazık atanları, bırakıp gidenleri. Sırtımızda taşıyoruz acılarımızla beraber, yüklerini, yüklediklerini, isimlerini. Affetmek büyüklüğünü gösteremiyoruz çoğu zaman ya da önemli değil dediklerimizi bile silemiyoruz hafızamızdan. Oysa bize zarar verenlerin hayatından çıkalı çok olmuş, bizsiz çok yollar yürünmüş oluyor. Bunu gördükçe gönül kuşumuz, üzerine yağan karların altında kıpırdamadan ölümü bekliyor ve sonra donarak ölüyor. Ölen ruh, Celal'le beraber sarmalayan Cemal'i göremiyor. İçinden dışına onu saran kötü hastalık acılara düşürmüşken vade geliyor. İmtihan bitiyor, acı içinde yaşayan insan bu dünyasını yitirirken ötelerin de elinden kaçıp gittiğini farkettiğinde iş işten geçmiş oluyor.

Bir de Allah'ın isim ve sıfatlarını eşyanın üzerinde görme gayretiyle yaşayan, affeden, bu sebeple affa layık hale gelen insanlar oluyor. Başlarına ne gelse, tavırlarını bozmadan bekliyorlar ardından gelecek nimetleri. Bir bela olan aşka tutuluyor yürekleri. Perdenin ardında sırların peşinde ama hep aynı duygu durumuyla, hayretle yaklaşıyorlar yağan kara da açan güneşe de. Ve bir gün bir de bakmışşsınız iki kanadı kırık olsa da uçuyor aşka, aşkla, vuslata. Sırtında ne gam ne tasa. Mesut oluyorlar iki dünyada da.

Aşka tutunup kırık kanatlarıyla ötelere yol alan gönül erlerinden Mevlana, oğlu Bahaddin'e anlatırken bu gerçekleri veciz kelimelerle, gönülden dile yol olduğu gibi dilden de gönüle yol olduğunu anımsatıyor:

"Bahaeddin! Eğer daima cennette olmak istersen,
herkesle dost ol, hiç kimsenin kinini yüreğinde tutma!
Fazla bir şey isteme ve hiç kimseden de fazla olma!
Merhem ve mum gibi ol! İğne gibi olma!
Eğer hiç kimseden sana fenalık gelmesini istemezsen,
Fena söyleyici!
Fena öğretici!
Fena düşünceli olma!
Çünkü bir adamı dostlukla anarsan, daima sevinç içinde olursun..
İşte o sevinç Cennetin ta kendisidir.
Eğer bir kimseyi düşmanlıkla anarsan, daima üzüntü içinde olursun.
İşte bu gam da cehennemin ta kendisidir.
Dostlarını andığın vakit içinin bahçesi çiçeklenir,
gül ve fesleğenlerle dolar.
Düşmanları andığın vakit, için dikenler ve yılanlarla dolar,
canın sıkılır, içine pejmürdelik gelir..
Bütün peygamberler ve veliler, böyle yaptılar,
içlerindeki karakteri dışarı vurdular.
Halk onların bu güzel huyuna mağlup olup tutuldu,
hepsi gönül hoşluğu ile onların ümmeti ve müridi oldular.”
Bahaeddin!
Düşmanını sevmek, düşmanının da seni sevmesini istersen,
kırk gün onun hayrını ve iyiliğini söyle, o düşman senin dostun olur;
Çünkü gönülden dile yol olduğu gibi, dilden de gönüle yol vardır.

 Muhabbet sarmalasın hepimizi, kanatlarımızı kırsa da yaşadıklarımız, kırık kanatla da uçulacağını hissettirsin Cemal Sahibi.
Kayıp düşmüşsek bile, "Seven", "Sevdiren Sahibimiz"  varken, sırtımız gelir mi yere!            
Öyleyse keder, tasa niye !
Dünya bir oyun ve eğlenceden ibaretse de kaybeder görünürken kazanılan bir başka oyun var mı yeryüzünde!

HANDAN GÜLER

28 Şubat 2010 Pazar

CAN YÜCEL 'DEN İYİ BİR ŞİİR ...SENİNLE OLMANIN EN GÜZEL YANI



SENİNLE OLMANIN EN GÜZEL YANI

Seninle olmanın en güzel yanı ne biliyor musun?

 Elin elime değmeden avuçlarımı terleten sıcaklığını taa içimde hissetmek.


 Seninle olmanın en kötü yanı ne biliyor musun?

 ''Seni seviyorum'' sözcüğü dilimin ucunu ısırırken her konuşmamızda boş yere saatlerce havadan sudan söz etmek.


 Seninle olmanın en heyecanlı yanı ne biliyor musun?

 Aynı şeyleri seninle aynı anda düşünmek birlikte ağlamak gülmek. Ve buradayken bile seni çılgınca özlemek...


 Seninle olmanın en acı yanı ne biliyor musun?

 Seni hiç tanımadığım bir sürü insanlarla paylaşmak. Senin yanında olan, seninle konuşan herkesi çocukça kıskanmak.


 Seninle olmanın en mutlu yanı ne biliyor musun?

 Tanıdık birileriyle karşılaşma tedirginliği ile yollarda yürümek yan yana... Elimdeki şemsiyeye inat yağmurda ıslanmak birlikte. Elimde kır çiçeğiyle seni beklemek... Aynı mekanlarda aynı yiyecekleri yemek.


 Seninle olmanın en romantik yanı ne biliyor musun?

 Sensiz gecelerde sana söyleyemediklerimi yıldızlara aya anlatmak... Okuduğum kitabın sayfalarında dinlediğim şarkıların türkülerin şiirlerin her mısrasında seni bulmak.


 Seninle olmanın en zor yanı ne biliyor musun?

 Seni kaybetme korkusuyla hayatta ilk kez tattığım o tarifsiz duygularımı umut denizinin ortasında küreksiz bir sandala hapsetmek. Sevgili yerine yıllarca dost kalmayı başarmak. Yalın ayak yürümek bıçağın en keskin yerinde. Kanadıkça tuz yerine gözyaşlarımı basmak yüreğime.


 Seninle olmanın tek yan etkisi ne biliyor musun?

 Nereden bileceksin?

 Sen benimle hiç olmadın ki. Olsaydın avuçlarım terlemezdi... Isırmazdım dilimin ucunu... Özlemezdim seni yanımdayken.Kıskanmazdım.


 Korkmazdım yollarda yürümekten. Islanmazdım yağmurlarda... Yıldızlara aya dert yanmaz, böyle her şarkıda serhoş olmazdım.


 Korkmazdım seni kaybetmekten ayaklarım kan revan atlardım sandaldan denize... Ve her kulaçta haykırırdım seni..


 Ama sen hiç benimle olmadın ki...
YA AKLIN BAŞKA YERLERDEYDİ YA YÜREĞİN...


 Can YÜCEL



Can Yücel - Seninle Olmanin En Güzel Yani Ne Biliyor musun ?

26 Şubat 2010 Cuma

GÜZEL AŞIK CEVRİMİZİ ÇEKEMEZSİN DEMEDİM Mİ! BU BİR DEMDİR GELİR GEÇER DUYAMAZSIN DEMEDİM Mİ! (BURAK KUT YORUMUYLA)




PİR SULTAN ABDAL'IN DİLİNDEN

güzel aşık cevrimizi

çekemezsin demedim mi

bu bir rıza lokmasıdır

yiyemezsin demedim mi

demedim mi demedim mi

gönül sana söylemedim mi

bu bir rıza lokmasıdır

yiyemezsin demedim mi

yemeyenler kalır naçar

gözlerinden kanlar saçar

bu bir demdir, gelir geçer

duyamazsın demedim mi

demedim mi demedim mi

gönül sana söylemedim mi

bu bir rıza lokmasıdır

yiyemezsin demedim mi

çıkalım meydan yerine

gidelim ali seyrine

canü başı hak yoluna

koyamazsın demedim mi

demedim mi demedim mi

gönül sana söylemedim mi

bu bir rıza lokmasıdır

yiyemezsin demedim mi





DR.MUSTAFA ULUSOY'DAN Tamamlanmamışlık hissi-2 VEEEEE SENSİZ YILDIZLARA BAKAMAM 1 YAŞINI DOLDURUYOR BUGÜN:))

 
Tamamlanmamışlık hissi-2

"Hah, tamam oldu"yu bu dünyada unutmalı insan. Unutmalıyız. Bunun için erken. Daha vakit gelmedi. Henüz bu gezegenin misafirleriyiz.
Tamam, aziz birer misafiriz. Ama misafiriz. Her gün dolar boşalır bir misafirhane burası. Her daim tebeddül eder, halden hale çevrilir. Nasıl "tamam, oldu işte" diyebiliriz? Tamam dediğimiz anda kaçar gider elimizden. Havayı elimizle tutamazsak bu dünyayı da tutamayız. Giden gelmez, gelen gider. Kim misafirlikte rahat rahat oturabilir. "Tamam, oldu işte" diyebilir? Misafir demek hep bir yanı eksik demektir.
Burada, bu dünyadaki hayatımızda hep bir eksiklik hissederiz çünkü burada sadece numuneler vardır. Asıllar bir "diyar-ı aher"de bizi bekler. Gözlerini açıp bizi bekler. Bizi ister, bizi talep eder. Kâinatın değerli varlığını bekler. Tüm asıl sanatlar, nimetler bizi bekler. Sonsuza dek bizim tarafımızdan temaşa edilmek için. Sonsuza dek bizim tanıklığımız için.
Nasıl "hah tamam, oldu, tüm eksikliklerimiz yok oldu" diyebiliriz ki! "Kalpler ancak Allah'ı anmakla mutmain olur." (Ra'd: 28) O'nun dışındaki tüm anmalar kalplerimizi kasvete boğar. Burası bir imtihan yeridir. Bir tecrübe yeridir. Bir hizmet yeridir ancak. Şiddetle sınanırız. Sınav anında kim mutlak huzuru yakalayabilir? Evet, kalbimiz, ruhumuz ve vicdanımız vardır. Bizi her daim O'na sevk eden. Ama nefis ve şeytan da vardır. Üstelik "nefis ise şeytanı her vakit dinler".
Nasıl ipin iki ucunu bir araya getirebiliriz ki? Her daim önümüze yollar açılır. Hayırla şer, iyilikle kötülük, benlikle Hüda arasında seçimler yapmak zorunda olduğumuz bir hayatta nasıl "hah tamam, oldu, her şey tamamlandı, eksik gedik kalmadı" diyebiliriz! Bir ömür boyu, "emanet-i kübra"yı taşırız. O'na teslim etmemiz gereken büyük bir emanet varken, nasıl rahat edebiliriz!
Önümüz hep yoldur, katbekat açılan. Her yolun başka bir yola kavuştuğu bir yolculuksa dünya hayatı, hep bir şeyler eksiktir. Yolculuk demek, eksik olanın peşinde olmak demektir. Dünyada hakikatle aramızda perdeler vardır. Aşmamız gereken yollar vardır. Açmamız gereken örtüler vardır.
Dünyada kesret vardır. Dikkatimizi dağıtan. Nazarımızı O'ndan kendine celbetmeye çalışan. Dalgınlıklarımız vardır. Unutkanlıklarımız. Gafletimiz vardır. Kendimizi, bir nefse sahip olduğumuzu unuttuğumuz bir hayatın içinde nasıl tamamlanmışlık hissiyle dolarız ki? Bu hissi yakaladığımız kısa kısa anlar, kısa kısa yaşantılar vardır ancak. Bir an yakalarız. O'nu andığımız zaman kalbimiz nurla dolar. O'nun isimlerinin tecellisinin nuruyla. Nasıl bunu kesintisiz kılabiliriz ki? Gece ve gündüz gibi akar hayatlarımız. Kalbimiz, vicdanımızla nefsimiz ve benliğimiz arasında salınır dururuz. Biz buyuz. Biz hayatı en zor yaşayan varlıklarız. Biz kendine verilenlerle şaşkınlaşan varlıklarız. Ne yapacağını bilemeyen.
Nasıl olur da "tamamlandık" diyebiliriz. Deriz demesine de anlık parıldamalar gibi gelir geçer bu anlar. Biz arayışı, imtihanı ölene dek süren varlıklarız. "Hah tamam, olduk" dediğimiz yerde biz biz olur muyuz ki? Bizi O'na çeken, O'nu cazip hale getiren, O'na ihtiyaç duyuran, O'nsuzluğu cehenneme dönüştüren bu eksiklik hissimizdir. O'nsuzluğun bu dünyadaki cehennemi bizim cennetimizdir. Bizi sonsuz yaşama götürecek olan bu eksiklik hissidir. Bir türlü tamamlanamayan yanımızdır. En değerli yanımız budur aslında.
Dünya geçiciyse, devamsızsa, bîkararsa, kendi başına bir anlamı yoksa, bekasız ve nakıssa, nasıl olur da her şeyin tam olduğu hissini yaşayabiliriz? Biz ancak daimi, zevalin ve ayrılığın olmadığı, bir diyar-ı âherde tamamlanırız. Orada her şeyin asılları vardır artık. Suretler ve numunelerle değil, kalbimiz ancak asıllarla kesintisiz itminanı yakalar. Kalbimizle aramıza girecek bir şeytan yoktur artık. Ne vehim vardır ne vesvese. Sonsuz hakikatin perdesiz tecellisi vardır. Mutlak şekilde O'na teslim olmuş, terbiye olmuş bir nefsimiz vardır. Artık eksiğimiz gediğimiz yoktur.
Ve orada bu dünyada nefsimizde taşıdığımız hiçbir süfli duygu yoktur. Ne kin vardır, ne öfke, ne kızgınlık, ne kıskançlık, ne haset. Zaman zaman bu duygulara kıyısından köşesinden bulaştığımız bu hayatta nasıl olur da bir yanımız hep eksik kalmaz. Ama bu kötü değildir, şer değildir; bu hayat böyledir, biz böyleyiz.
İpin bir ucu bu dünya ise diğer ucu öte dünyadır, cennettir, ebedi olan diyardır. "Biz onları içlerinde kalmış olabilecek nahoş duygu ve düşüncelerden arındıracağız ve böylece birbirleriyle kardeş olarak mutluluk tahtları üzerinde karşılıklı oturacaklardır." (Hicr: 47)
İşte, iki yakamız ancak cennetin kapısında bir araya gelir, ipin iki ucu orada bağlanır. Sonsuza dek, hiç kopmamak üzere.
 SENSİZ YILDIZLARA BAKAMAM 1 YAŞINI DOLDURUYOR BUGÜN:))


NE DE ÇABUK GEÇİYOR ZAMAN 
NE ÇOK KAYIT NE ÇOK ANI GİZLİ BU ZAMAN DİLİMİNDE BLOGUN KALBİNDE...
BENİM GÖZÜMDEN NİCE YAŞ AKTI BU SENE KAH SEVİNÇ İÇİNDE KAH KEDERLE...
EN İSABETLİ TERCİHLERİMDEN OLDUN BLOG YİNE DE!
VE EY DOSTLAR İYİ Kİ KESİŞTİ YOLLARIMIZ BU MAHALDE...
BURDA OLAN OLMAYAN HERKESE EN KALBİ TEŞEKKÜRLERİMLE...


25 Şubat 2010 Perşembe

YOLLARIMI SANA GETİR HER SONUCU SEN DE BİTİR YİTECEKSEM SENDE YİTİR DERDE DERMAN EY SULTANIMMM! VE NURULLAH GENÇ'TEN YAĞMUR...HAYIRLI KANDİLLER




Yağmur

Vareden'in adıyla insanlığa inen Nur
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur
Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından
Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat
En müstesna doğuşa hamiledir kainat

Yıllardır boz bulanık suları yudumladım
Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım

Hasretin alev alev içime bir an düştü
Değişti hayel köşküm, gözümde viran düştü
Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde
Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü

İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin
Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla
Mehtabını düşlerken o mühür sahibinin
Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla
Evlerin arasına dikilir yesil bayrak
Yeryüzü avaredir, yapayalnız ve kurak

Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım
Heyûla, bir ağ gibi ördü rüyalarımı
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydim

Yağmur, gülsenimize sensiz, baldiran düştü
Düşmanlik içimizde; dostluklar yaban düştü
Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe
Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü

Bir güzide mektuptur, çağlarin ötesinden
Ulaşır intizarın yaldızlı sabahına
Yayılır o en büyük mustu, pazartesinden
Beyazlik dokunmuştur gecenin siyahina
Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin
Sükutu yar, sevinci dualar kadar derin

Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım
Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamiş, mazide
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydim

Sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü
Yarılan göğsümüzden umutlar bican düştü
Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin
En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü

Melekler sağnak sağnak gülümser maveradan
Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar
Mutluluk nağmeleri işitirler Hiradan
Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar
Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri
Paramparça, ateşler sahinin hayalleri

Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım
O mücella çehreni izleseydim ebedi
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım

Sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü
Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü
Katil sinekler deldi hicabın perdesini
İstiklal boşluğunda arılar nadan düştü
Dolaşan ben olsaydım Save'nin damarında
Tablosunu yapardim yıkılan her kulenin
Ebedi aşka giden esrarlı yollarında
Senden bir kıvılcımın, süreyya bir şulenin
Tarasaydım bengisu fışkıran kakülünü
On asırlık ocağın savururdum külünü

Bazen kendine aşık deli bir fırtınaydım
Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım

Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü
Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü
Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara
Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü

Badiye yaylasında koklasaydım izini
Kefenimi biçseydi Ebva'da esen rüzgar
Seninle yıkasaydım acılar dehlizini
Ne kaderi suçlamak kalırdı ne intihar
Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya
Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya

Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryadım
Tereddüt oymak oymak kemirdi gururumu
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım

Haritanın en beyaz noktasına kan düştü
Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü
Mahkumlar yargılıyor; hakimler mahkum şimdi
Hakların temeline sanki bir volkan düştü

Firakınla kavrulur çölde kum taneleri
Ahuların içinde sevdan akkor gibidir
Erdemin, bereketin doldurur haneleri
Sensiz hayat toprağın sırtında ur gibidir
Şemsiyesi altında yürürsün bulutların
Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların

Devlerin esrarını aynalara sorsaydım
Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım

Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü
İlkin karardı yollar, sonra heyelan düştü
Güvenilen dağlara kar yağdi birer birer
Sensizlik diyarından püsküllü yalan düştü

Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini
Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir
Yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini
Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir
Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından
Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından

Madeni arzuların ardında seyre daldım
Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini
Senin için görülen bir düş de ben olsaydim

Şehirler kabus dolu; köylere duman düştü
Tersine döndü her şey sanki; asuman düştü
Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayali
Hazindir ki; dertleri asmaya umman düştü

Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır
Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur
Sensiz doğrular eğri; beyaz bile karadır
Sesini duymayanlar girdabında boğulur
Ana rahminde ölür sensizlikten bir cenin
Şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin

Saatlerin ardında hep kendimi aradim
Bir melal zincirine takıldı parmaklarım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım

Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü
Sensiz kıtalar boyu uzayan vatan düştü
Bir kölelik ruhuna mahkum olunca gönül
Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü

Ay gibisin; güneşler parlıyor gözlerinde
Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay
Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde
Sümeyra'yı arıyor her damlada bir saray
Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin
Mekanın fırçasında solmayan resim senin

Yağmur, birgün elimi ellerinde bulsaydım
Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım

Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü
Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü
İniltiler geliyor doğudan ve batıdan
Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü

Islaklığı sanadır ahımın, efgahımın
İçimde hicranınla tutuşuyor nağmeler
Sendendir eskimeyen cevheri efkarımın
Nazarın ok misali karanlıkları deler
Bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin
Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin

Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım
Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım

Yağmur, sayrılığıma seninle derman düştü
Beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü
Silindi hayalimden bütün efsunu ömrün
Bir dönüm noktasında aklıma Rahman düştü

Nefsinle yeniden çizilecek desenler
Çehreler yepyeni bir degişim geçirecek
Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler
Anneler çocuklara hep seni içirecek
Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin
Sana mü'mindir sema; sana muhtaçtır zemin

Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım

Kardeşler arasında heyhat, su-i zan düştü
Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü
Şarrkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın
İnsanlık bahçemize sensizlik hazan düştü

Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Dokunduğun küçük bir nakiş da ben olsaydım
Sana sırılsıklam bir bakiş da ben olsaydım
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım

Nurullah Genç

SULTANIM...

5 Şubat 2010 Cuma

Aşk vardı ve ötesi çoktan unutulmuştu!...




Hamuş ve Bişrev


Hamuş!.. Dedi Mevlana kendisine Hamuş!... Yani Suskun!... Sustuğu yerde açıldı kapılar önüne serildi ışıltılı kelimeler kalbi duygular… Hamuş!.. dedi sustu Mevlana… Sustu ve kapandı karanlıklara… Karanlıklara Şems doğdu sonra… Baktı… Gördü… Adına Aşk dedi… Candan özge candan öte olana… Yaprakta tohumu damlada okyanusu gördü sonra…
Hamuş!.. Demiştim ben de kendime. Sözün bittiği yerde noktanın konduğu yerde susmuştum bütün kelimelerimi. Anlatmak yormuştu nazenin bedenimi… Anlaşılamamak ise en çok yüreğimi. Sustuğu yerde anlaşılmaktı belli ki bütün derdi…
Hamuş!.. Demiştim ben de kendime. Seni anlatmayan bütün kelimeleri susmuştum. Senle başlamayan bütün cümleleri bir bir bozmuştum. Şems ol da gel karanlıklarıma doğ diye ummuştum… Umutmuşsun!.. Unutmuşum!...
Hamuş!.. Demiştim ben de kendime. Suskunluğum verilene rıza göstermekti… “İyi günde kötü günde hastalıkta ve sağlıkta” diye başlayan o tekerlemeye eşlik etmekti. İyi ve güzeli sana kötü ve çirkini kendisine seçmişti… Suskunluğun bedeli sadece bu seçimdi…
Hamuş!.. Demiştim ben de kendime. Dün’ü dünde bırakmak adına…”Şimdi yeni şeyler söylemek lazım”dı. Aşk! Demiştim sonra Aşk!... Aranan bulunmuştu… Beklenen gelmişti… Aşk vardı ve ötesi çoktan unutulmuştu!...
Hamuş!.. Demiştim ben de kendime. Sana da Şems diyecektim belki… Kör kuyulara atılmasaydın bütün karanlığına rağmen görecektin güneşi… Kapattın gözlerini kestin attın son yanında yeşeren düşlerini… Şems olmak kolay mıydı canı canana teslim etmeden? Kendinden geçmeden aydınlanır mıydı kör karanlıklaraçılır mıydı kilit vurulmuş kapılar...

Hamuş!.. Demiştim ben de kendime. Sonra “ne olursan ol yine gel” demiştim… Önce kendine sonra kendindekine. Kendini bilmekti marifet… Kendini bulmaktı meziyet… Dev aynasında değil boy aynasında seyretmekti asıl kendini keyfiyet…
Sonra “Bişrev!” dedi Mevlana… “Dinle!..”
Sonra “Bişrev!” demiştim ben de!... Dinle!... Hamuş ol dinle!.. Kendin ol dinle!... Tövbe et dinle!... Affet dinle!...Ama dinle!... İlle de dinle!...
Sath-ı müdafaada meşruiyet aramak senin neyine!...

Dinle!.. Hataya bedel günaha kefaret biçmek senin neyine!...

Dinle!..Yenilen hakkı hukuku arşına endazeye kiloya gramagrata vurmak senin neyine!...

Dinle!.. Cüceler dev ayaklar baş olmuşsa cüceyle boy devle güç yarışına girmek senin neyine!...

Dinle!.. Akıllar uçmuş fikirler gitmiş duygular yerle yeksan olmuşsa namus edep haya en çok da namustan edeptenhayadan akıldan fikirden yoksunların eline düşmüşse konuşmak senin neyine!
Sus ve dinle!..
Hamuş ve bişrev!..
Yangın yerine bak!.. Ateşten külden kordan ne var elinde!.. Pervane değilsen yaklaşma sakın ateşe!… Can’ı Canan’a teslime hazır değilsen “ben Aşk’ım” deme kimseye… Aşk gelmesin seninle dile… İncinmesin ne Mecnun ne Leyla ne gül ne de diken seninle!.. Ayağıma diken batacak diyorsan düşme çöle… Ah u zar ederim diyorsan çekme gözüne sürme!.. Talipsen kara bahta kör talihe…Dinle!

“Gel gel ne olursan ol yine gel!...” diyorsan “Hamuş!...” ol sen de… Sonra da “Bişrev!...” de en sevilene!...

Ve semaya dursun yürekler Aşk’ın önünde…
 
(Bu güzel alıntı yazıyı paylaşmama vesile olan dertsiz çobana teşekkürle...)

27 Ocak 2010 Çarşamba

muhteşem bir şiir...şaşırdım kaldım işte...yavuz bülent bakiler



Şaşırdım Kaldım İşte




Sözde, senden kaçıyorum dolu dizgin atlarla..

Bazen sessiz sedasız ipekten kanatlarla..



Ama sen hep bin yıllık bilenmiş inatlarla..

Karşıma çıkıyorsun en serin imbatlarla..



Adını yazıyorsun bulduğun fırsatlarla..

Yüreğimin başına noktalarla.. Hatlarla..



Başbaşa kalıyorum sonunda heyhatlarla..

Sözde, senden kaçıyorum doludizgin atlarla.



Ne olur bir gün beni kapında olsun dinle..

Öldür bendeki beni..

..Sonra dirilt kendinle!



Çarpsan karasevdayı en azından yüzbinle..

Nasıl bağlandığımı anlarsın kemendinle..

Kaç defa çıkıp gittim buralardan yeminle..

Ama her defasında geri döndüm SENİNLE..



Hangi düğüm çözülür.. Nazla.. Sitemle.. Kinle..

Ne olur bir gün beni, kapında olsun dinle..



Şaşırdım kaldım işte, bilmem ki n'emsin..?

Bazen kızkardeşimsin.. Bazen öpöz annemsin..

Sultanımsın susunca, konuşunca kölemsin..

Eksilmeyen çilemsin..

Orada ufuk çizgim, burda yanım yöremsin..

Beni ruh gibi saran sonsuzluk dairemsin..



Çâresizim.. Çâremsin..



Şaşırdım kaldım işte bilmem ki neyimsin...

Yavuz Bülent Bakiler




haber - izlesene Şaşırdım kaldım İşte - yavuz bülent bakiler

izlesene.com

1 Ocak 2010 Cuma

sen benim onyedi yaşımsın...İBRAHİM SADRİ...VE dua...






Bir baba ile oğul oltalarını göl kenarına atıp otele döndüler. Bir saat sonra gittiklerinde oltaya dört beş balığın takıldığını gördüler. Çocuk:


— Ben balıkların oltaya takılacaklarını biliyordum, dedi. Babası sordu:

— Nereden biliyordun?

— Dua ettim de onun için, dedi çocuk.

Cevaptan babası hoşnuttu. Oltayı yeniden hazırladılar, ikisi de hallerinden memnun öğle yemeği yemek için otele döndüler. Yemekten sonra göle gittiler. Yine birkaç balık yakalanmıştı. Çocuk:

— Böyle olacağını biliyordum, dedi.

— Nereden biliyordun?

— Dua ettim de onun için.

Baba oğul oltayı tekrar göle attı ve otele gittiler. Yatmadan önce, göle gidip oltaya baktıklarında bu defa bir tek balığın bile oltaya takılmadığını gördüler. Çocuk yine ama bu kez:

— Ben oltaya balık gelmeyeceğini biliyordum, dedi. Babası gelecek cevabı tahmin eder gibi sordu:

— Nereden biliyordun?

— Dua etmedim de onun için, dedi çocuk.

— Niçin dua etmedin.

Cevap enfesti ve asıl merak edilen de oydu.


— Oltaya yem takmayı unuttuğun aklıma geldi de ondan…

sen benim onyedi yaşımsın...İBRAHİM SADRİ


müzik - 17 yaşımsın ibrahim sadri

31 Aralık 2009 Perşembe

YORGUN BİR YILA VEDA...KIRLANGICIN ÖYKÜSÜ...CAN DÜNDAR'IN SESİNDEN...2009

HERKESE İYİ YILLAR...MUTLU, HUZURLU, SAĞLIKLI, AŞKLI, EDEBİYATLI BİR ZAMAN DİLİMİ SARSIN HEPİMİZİ...





28 Aralık 2009 Pazartesi

Adın kurtuluştur ama söylememeliyim Can kuşum, umudum, canım sevgilim.






Adın kurtuluştur ama söylememeliyim
Can kuşum, umudum, canım sevgilim.






Telgrafın tellerini kurşunlamalı’’
Öyle değildi bu türkü bilirim
Bir de içime
Her istasyonda duran sonra tekrar yürüyen
Bir posta katarı gibi simsiyah dumanlar dökerek
Bazen gelmesi beklenen bazen ansızın çıkagelen
Haberler bilirim mektuplar bilirim.
Gamdan dağlar kurmalıyım
Kayaları kelimeler olan
Kırk ikindi saymalıyım
Kırk gün hüzün boşaltan omuzlarıma saçlarıma
Saçlarının akışını anar anmaz omuzlarından
Baştan ayağa ıslanmalıyım
Gam dağlarına çıkıp naralar atmalıyım.
İçimde kaynayan bir mahşer var
Bu mahşer bir de annelerinin kalbinde kaynar
Çünkü onlar yün örerken pencere önlerinde
Ya da çamaşır sererken bahçelerinde
Birden alıverirler kara haberini
Okul dönüşü bir trafik kazasında
Can veren oğullarının.
Bir de gencecik aşıkların yüreklerini bilirim
Bir dolmuşta yorgun şoförler için bestelenmiş
Bir şarkıdan bir kelime düşüverince içlerine
Karanlık sokaklarına dalarak şehirlerin
Beton apartmanların sağır duvarlarını yumruklayan
Ya da melal denizi parkların ıssız yerlerinde
Örneğin Hint Okyanusu gibi derin
İsyanın kapkara sularına dalan.
Nice akşamlar bilirim ki
Karanlığını
Bir millet hastanesinde
Dokuz kişilik kadınlar koğuşu koridorunda
Başını kalorifer borularına gömmüş
Beyaz giysilerinden uykular dökülen tabiplerden
Haber sormaya korkan
Genç kızların yüreğinden almıştır.
Bir de baharlar bilirim
Apartman odalarında büyüyen çocukların bilmediği bilemeyeceği
Anadolu bozkırlarında
İstanbul’dan çıkıp Diyarbekir’e doğru
Tekerleri yamalı asfaltları bir ağustos susuzluğu ile içen
Cesur otobüs pencerelerinden
Bilinçsiz bir baş kayması ile görülen
Evrensel kadınların iki büklüm çapa yaptıkları tarla kenarlarında
Çıplak ayakları yumuşak topraklara batmış ırgat çocuklarının
Bir ellerinde bayat bir ekmeği kemirirken
Diğer ellerinde sarkan yemyeşil bir soğanla gelen.
Güzler bilirim ülkeme dair
Karşılıksız kalmış bir sevda gibi gelir
Kalakalmış bir kıyıda melül ve tenha
Kalbim gibi
Kaybolmuş daracık ceplerinde elleri
Titreyen kenar mahalle çocukları
Bir sıcak somun için, yalın kat bir don için
Dökülürler bulvarlara yapraklar gibi.
Kadınlar bilirim ülkeme ait
Yürekleri Akdeniz gibi geniş, soluğu Afrika gibi sıcak
Göğüsleri Çukurova gibi münbit
Dağ gibi otururlar evlerinde
Limanlar gemileri nasıl beklerse
Öyle beklerler erkeklerini
Yaslandın mı çınar gibidir onlar sardın mı umut gibi.
İsyan şiirleri bilirim sonra
Kelimeler ki tank gibi geçer adamın yüreğinden
Harfler harp düzeni almıştır mısralarında
Kimi bir vurguncuyu gece rüyasında yakalamıştır
Kimi bir soygun sofrasında ışıklı sofralarda
Hırsızın gırtlağına tıkanmıştır.
Müslüman yürekler bilirim daha
Kızdı mı cehennem kesilir sevdi mi cennet
Eller bilirim haşin hoyrat mert
Alınlar görmüşüm ki vatanımın coğrafyasıdır
Her kırışığı sorulacak bir hesabı
Her çizgisi tarihten bir yaprağı anlatır.
Bütün bunların üstüne
Hepsinin üstüne sevda sözleri söylemeliyim
Vatanım milletim tüm insanlar kardeşlerim
Sonra sen gelmelisin dilimin ucuna adın gelmeli
Adın kurtuluştur ama söylememeliyim
Can kuşum, umudum, canım sevgilim.


Erdem Beyazid

            müzik -  ferhat göçer - 04. aklım sende kalır | izlesene.com

27 Aralık 2009 Pazar

AVATAR: BİR ŞAHASER Mİ, YOKSA BALON MU?





AVATAR'a,  hakkında yazılan yazıları okumadan biraz da eşimin isteğiyle gittim.Üç saat sonra sinemadan çıktığımda başım ve gözüm ağrıyordu. Üç boyut durumu gözümü çok yormuştu.

Bilim kurgu meraklısı olmadığımdan bana çok da bir şey vermedi film. Hakkını vermek lazım, ses, efekt, müzikler, görsellik güzeldi.Arada köpeğimsi, dinozarumsu, uçan garip mahluklar üzerinize üzerinize geliyor.Ciddi gürültü var, ama siz ne olursa olsun 3 boyutlu olarak izleyin.(Küçük bir kıyak yapayım size: Armada  da 3 boyutlu değil, boşuna gitmeyin)

 Ben ciddi uykusuzken gittiğim bu film de bir kaç kez daldım işin doğrusu:)) Ama eşim, " Muhteşem, işte film bu, bu yılın bütün oscar'larını götürür, vay be! " efektleriyle izledi, bittiğinde büyüsünden çıkamamıştı. Neymiş ilgi alanınızsa beğenebilir, ilgi alanınız dışındaysa benim gibi pek de bir anlam veremezsiniz.

Senaryoya gelince, bildik amerikan sineması formatı, belki de filmin en kötü noktası senaryo.Basit bir hikaye yüksek  teknikle görsel şölene çevrilmiş.

Yalnız şu hususu da görüyoruz film de, insanın yıl 2154 te olsa inanma, tapınma ihtiyacının devam ettiği gerçeğini.
Tabi tapındıkları şey bir ağaç.İşler ters gittiğinde onun etrafında yapılan ayinler, bana aciz varlıklar olan yaratılanların inanma ihtiyacının teşhisinin doğru, tedavisinin yanlış olduğunu hatırlattı.

Avatar'ı, sinema yazarları ve ilgililerinin başta sosyolojik ve psikolojik olmak üzere yapacağı değerlendirmelere havale ediyor, aynı anda aynı sinemada seyreden iki kişinin kısa yorumunu sunuyorum; bence bir balon, eşimce bir şaheser.

Gideceklere iyi seyirler :))   

21 Aralık 2009 Pazartesi

yine seni özlemek birikti bir dağ gibi...Ve yürüdü yürüdü üstüme altına aldı beni(*)




AH KALBİM! YAZIK SANA!


Özledim geceyi,sessizliği,seni…
Dilimde şairin dizeleri…

”Yine seni özlemek birikti bir dağ gibi,
Ve yürüdü ,yürüdü üstüme ,altına aldı beni…”(Osman Sarı, Kurşun Gazeli)
Orada duruyordun işte,çok yakında,açtığın pencereden kalbime bakıyordun
Gülümsüyor,ruhuma dokunuyordun…
Üzerindeki tozdan ,pastan arınan gönlüm iç ceplerini göstermekten çekinmiyordu sana.
Anlattıkça anlatıyordum,anladıkça susuyordun…
Elimi uzattıkça kayboluyordun…
Yakınlığının içine gizlenmiş bir uzaklığın vardı,
Yıldızlar gibiydin,ışığınla yanı başımda,varlığınla bilmem kaç ışık yılı uzakta…

Dalgaların kıyıdaki taşları kumun kuşatıcılığından kurtarması gibi,gelişin yıkıyordu , içimin ah iklimlerinde kirlenen kelimelerini

Gidişin…Ateşe veriyordu ruhumun gemilerini…

Ve bende hep bu yap-boz hali…

Özledim seni,sessizliği,geceyi…

Özlediğim ,neydi sahi?

Öz’üme doğru bir iştiyak mıydı içimin gelgitleri.

Acaba sen de özledin mi hiç beni?

Engin bir deniz ,bağrındaki alüvyonlu toprakları iştiyakla kendine taşıyan küçücük bir nehri özler mi?

Farkeder mi,suyunun rengini?

Ayırdedebiir mi sesini?

Özledim geceyi,seni,sessizliği…

Özlediğim neydi sahi?

Öz’üme doğru bir iştiyak mıydı ,ruhumun kimseyle kanmayan halleri?

Yoksa dostluk sandığımız ,sadece,geceleri açan “bir yalnızlık çiçeği” mi?

HANDAN GÜLER


1 Aralık 2009 Salı

GÖNLÜN IŞIĞI ŞİFA VERİR GÖZE!




GÖNLÜN IŞIĞI ŞİFA VERİR GÖZE!
“Sizin anlayacağınız gibi ifade etmek gerekirse gözün gerisinde bir çukurlaşma var. Kör bir nokta oluşmuş. Gözü besleyen sinirlerde bir direnç sözkonusu. Vazifesini yapıp gözü beslemiyor sinirler. Göz tansiyonu da yüksek. Derhal ilaca başlamalı aksi halde gözlerinizi kaybedebilirsiniz!” demişti genç doktor, çocuğunun gözlüklerini kontrol için gelen ve öylesine, bende de bir kaşınma ki sormayın bir damla falan verseniz diyen genç kadını muayene ettiğinde.

5 Kasım 2009 Perşembe

yaşıyorum bak kaderimi ağaçlar gibi sessiz sessiz...



müzik - gülay geri dönülmez yoldayım | izlesene.com




LinkWithin

Blog Widget by LinkWithin