16 Haziran 2009 Salı

kalbiyle konuşan bir insan...


SADIK BATTAL’A…

Sıfırdan gelmiş, nefsini sıfır noktasında tutmayı bilmişti , aykırı olsa da göründüğü ekran lafızlarına.

Ne bilgiyi hamal gibi taşıyordu heybesinde ,ne de şöhret vardı gözünde.

Her an her şeyi bırakıp gidebilecek kadar cesur olması , kazandıklarının yüreğini esir almadığını gösteriyordu bize.

Televizyonun o sahte dilinin ezberini bozuyordu her seferinde .

Kameraların pozlama yeteneği yetmiyordu gerçeği maniple etmeye,Tahta Köprü’de.

Kimi zaman düşünme hızına yetişemeyen kelimeleriyle soyut gerçekliklerin kucağına atıyordu zihnimizi, kimi zaman asli yurdundan uzaklaşmış insanları, bir yetkinlik süreciyle , ”Çakalların bile içmediği kaynak” (Cemil Meriç) diye tarif edilen yalnızlıkla barıştırıyordu yüreğimizi.

O gece daha bir farklıydı duruşu , ifadesi.Dünyanın pasına ,kirine alışamamış çocuksu hayretiyle daha kırılgan, daha naifti sözleri .

Bir manifestoydu duruşu, dosta ,düşmana.Bu hal, “Sözcük varıp varıp öz’le çalışıyorsa : cümlede sıraya girmeden önce : özün beslendiği kaynak insan vücuduna doğrudan bağlıysa : temel’i içselleştiren bağıntı ağzı sıkı her cümlenin orta direği olur artık…Ses mi ne olur o zaman?İçine akar, yankımaz sadece kulaklarda” dediğini hatırlatırken yazarın (Nuri Pakdil), içimizin, insanlardan acı göre göre daha bir derinleşmiş yaralarına nüfuz ediyordu samimi tavrıyla.

Belli ki , dağların kaldırmada çekindiği yük omuzlarına bırakıldığı günden beri emanete sahip çıkma bilgeliği ile hep dik bir duruş sergilemişti karşısına çıkan badirelerde .

Bir gün kendisinin geçtiği yollarda el yordamıyla yürüyen bir insan çıkmıştı karşısına . Ruhu kaynaşmıştı onunla. Elinden tutmalı,hayata katmalıydı bu genci geldiği noktada.

Çalışan, çabalayan bir güzel insan olsa da o genç ,girdiği kurtlar sofrasında, hamisi oldu evladıymışcasına.

Ne kadar şiddetli gelse de imtihan dalgaları ardı sıra , bırakmadı hiç elini dostunun, batmasın diye serin sulara.

Ona yapılan her haksızlık yara açarken yüreğinde , sallıyordu eleğini kader ,bir tek hakiki dostlar kalsın kar diye yanına.

Paranın, menfaatin girdiği her yerde yaşanan tefessüh, ruh oktavı düşük insanları ortaya dökerken, gariblere müjdeler gelirken ötelerden kutsal kelimelerin ışığıyla , yakanıza yapışan hüzün niye hala?

“Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır “ diyen şairin “Yenilgi yenilgi büyüyen bir zaferden” haber verdiğini de unutmadan , umutla bakmalı değil mi hayata !

HANDAN GÜLER

12 Haziran 2009 Cuma

yunus emre'den aşk üstüne...


Aşk Bir Güneşe Benzer

İşitin ey yarenler aşk bir güneşe benzer
Aşkı olmayan kişi misali taşa benzer

Taş gönülde ne biter dilinde ağu tüter
Nice yumşak söylese sözü savaşa benzer

Aşkı var gönlü yanar yumuşanır muma döner
Taş gönüller kararmış sarp kah kışa benzer

Ol sultan kapısında hazreti tapısında
Aşıkların yıldızı her dem çavuşa benzer

Geç Yunus endişeden gerekse bu pişeden
Ere aşk gerek evvel ondan dervişe benzer

Yunus Emre
--------------------

8 Haziran 2009 Pazartesi

lale müldür'den...


CAM SESLERİNDEN BİR ANI

kısacık bir andı, bana cam sesleri gibi

bir anı kaldı

kısacık bir andı, o çok duyarlı dengeler

yansıdı

ipe dizilen inci

dünya ile kişi

ilk yazdı, sonradan saydam birşeyler

yağdı

uyum karıştı ince havaya

kısacık bir andı, belki farkında bile

değildin sen

ben sonsuz kişiydim, o kapıdan

çıkarken

anıların cam kırıkları gibi

toplandığı o an

başka anıların anıları

geçiyor aklımdan...

LALE MÜLDÜR

ÖYKÜ ATÖLYESİ: YENİ KELİME - "YALANLAR"

ÖYKÜ ATÖLYESİ: YENİ KELİME - "YALANLAR"

YALANLAR...


YALANLAR

Yalanlar…Bu kelimeyi duyunca o gün geldi aklıma ; hüzün mevsiminin zemheri ile vuslata ereceği günlerin arefesiydi hani.

Güneşin yavaş yavaş ısıtma vazifesinden terhisinin başladığı, titreten, kendine getiren rüzgarın sahneye çıktığı bir zaman dilimini sunuyordu bize tüm zamanların Sahibi.

Vakit ,ayrılık vaktiydi hani. Bir yanım ,yıllar önce hayatın savurduğu , kaldırımlarında nice hüzün ve heyecanımın gizlendiği o şehirden kopuşun sancılarıyla kıvranırken bir yanım yeni bir sayfanın açılacağından bahisle ümitliydi…

"Belki bir daha göremeyeceğim seni bu yüzünle" demiştim, şehrin en büyük mabedinin önünde rastladığımda hani.

Gözlerin gözlerimle çığlık çığlığa söyleşirken, dillerimiz ezberlenmiş metinleri okuyordu hani, kandırdığını sanıyordu birbirini."İyiyim" diyordum neşe katarak sesime,iyi değildim ki.Gözlerinse bitmez sorunlarının yükü altından, ağlamaklı bakarken yüzüme,"Çözdüm hepsini,o kadar rahatım ki!" diyordun gururla. Heyhat!...Yüreğe rağmen ortaya dökülen sözler o kadar sıradan ve basitti ki bu karşılaşmada,aşktan fersah fersah uzakta. Oysa aşk ,girdiği gönülleri çiçeklendirirken kalan herşeyi yıkmaz mıydı bir çırpıda .Çünkü güçlüydü aşk,sığmazdı kelimelerin kuraldan kalıplarına.Lakin herkesin harcı da değildi,cesaret gerekirdi bile bile yanmaya.Korkmuştuk ateşin yakıcılığından, öyleyse kaçmalıydık burdan.

"Yaz bitti,gömlekle üşürsün,ne olur ince giyinme" deyince ,"Üşüyorum ama, rüzgardan değil…sen beni boşver ,kendine iyi bak" demiştin hani.Sensizlikte nasıl olacaktı ki bu temenni.Helalleşmiştik.Yanlış zaman diyordun gözlerinle, yıkıyordun içimdeki histen kaleleri, beni, kendini.Yanlış insan diyordum düşüncelerimde, yakıyordum bütün güzellikleri ,geçmiş günleri belki de atiyi .

Bitmemeli, gitmemeliydi…Ama olmadı,yalanlar söylendi,gidildi.O noktadan sonra dönüp de arkaya bakılmamalıydı,yine olmadı.Son bir kez buluştu doğruyu haykıran gözler . Sonra uzaklaştı bedenler,daha da yakınlaşan yüreklere inat bir hızla.Sus diye emirler gönderdiğimiz gözler artık dinlemiyorlardı bizi.Yalan sözleri,sahte gülüşlerle süsleyip sunan yüzlerin göğe dönük çizgileri siliniverdi birden ,gözyaşlarının altında kalırken.

Kalabalık caddeye,bir kerecik bile söylenemeyen o sözcük kümesi dökülüverdi gayriihtiyari, seviyorum seni, zaman, mekan, değiştiremeyecek gerçeği.Gurur yine kolunu kaldırmış zafer işareti yaparken ,bir kez daha mağlup olmanın acısıyla iki büklümdü aşk ,görünürde tabi.

Herkes bir yerlere yetişme telaşındaydı.Bizse vardığımız yürek istasyonunda, sarmaş dolaş olmuş ruhlarımızı koparıp birbirinden ,kaçmaya çabalıyorduk bir an önce ,hüznün rehberliği ile ters istikametlere.

İşte bu son sahne, kalmış yalana karşılk diye,zihnimin bir daha girmediğim o karanlık labirentinde.

Yıllar sonra elimde kitabım, okurken zevkle , “Hüzün,insanın yalan söylememesidir.İnsan yalan söylemiyorsa yeterince özgündür ”satırını çiziyor kalemim yüreğimle birlikte.

Yazar (*)devam ediyor dervişin diliyle, “Gönlünüz hüzünlenince bunu ganimet bilin,insanlar sıkıntının bereketiyle bir yere varırlar.Azığın hüzün olsun ” diye.

“Yazmadığın bir hikayede, uzun yada kısa vadede, az biraz keşfederken” yoldaki durakları ,ganimet sandığımda biriktirdiğim hüzünler hep benimle, beni büyütmekte . Yalan bir daha girmedi ,giremeyecek menzilime.

HANDAN GÜLER

(*) Sadık Yalsızuçanlar,CAM VE ELMAS, http://www.sadikyalsizucanlar.net/

http://www.serinselvi.com/yazi.php?no=83

cam ve elmas



Gökyüzüne teğellenmek
Sadık Yalsızuçanlar - 08.06.2009 10:57

4 Haziran 2009 Perşembe

yalnızlık...


Bir imkan olarak yalnızlık
Sadık Yalsızuçanlar - 04.06.2009 11:25

LinkWithin

Blog Widget by LinkWithin