8 Nisan 2010 Perşembe

HERKES ATAR OLTASINI UMUDA...SEZEN AKSU'DAN BÜKLÜM BÜKLÜM çalarken fonda.

 Herkes atar oltasını umuda, uzaklaşıp bekler sonra.
     "Güleni şöyle dursun ağlayanı bahtiyar şehirde" umutla.
     Plazaların da faydası var insana, pek de mühim olmadığını hatırlatıyor ukala kafalara, boylarıyla.

    İki yanı ağaçlı bir yoldan çiçekler toplaya toplaya girmeli insan ruhunun odalarına.
  Sıcak gönüllere uçmalı belki de leylekler gibi, ısrar etmemeli kabul görmediği soğuk diyarlarda.

                                     
Üzülmemeli bir de insan, batsa da gemileri umudu aradığı sularda, bir denizaltı olarak uyanır belki acıların koynunda.  
Kargaşa, kaos sarsa da etrafını önemli olan dik durabilmektir, bildiğin doğrularla, meydan okumaktır zamana ruhunla.
Ve göğe bakmak, yani umuda, sonra denize, iki mavinin sarıldığı çizgiye...SAHİBİ'MİZ VARKEN GEREK VAR MI UMUDU GÖNÜLDEN DÜŞÜRMEYE:))  

SEZEN AKSU'DAN... BÜKLÜM BÜKLÜM

7 Nisan 2010 Çarşamba

"Hal"in kağıda düşmüş gölgesi...YEŞİL DERGAHIN AYNASI...Sezen Aksu yorumuyla "Herkes yaralı"


Sade, samimi ve akıcı bir uslupla yazılmış bir kitap okudum bugün. Adı; YEŞİL DERGAHIN AYNASI
Yazarı, SALİHA MALHUN. Sanki adım adım O'nunla dolaştım Bursa'nın sokaklarını. Oysa  bu şehrin içinden çok uzun yıllar önce sadece bir kez geçip İstanbul'a gitmiştim bir okul gezisinde. Tarihi bir çarşı hatırlıyorum can arkadaşımla bir kaç parça güzellik almıştık oradan. Bir yerde yemek yemiş, Ulu Cami'nin bahçesinde biraz oturmuş, su içmiş, tarihin o kuşatıcılığında manevi havasını içimize çekmiş, ancak kalabalık sebebiyle içeri girememiştik, dönüşte detaylı gezeriz demişti öğretmenlerimiz ama olmadı.Ve o gün bugündür yolum düşmedi şanlı Osmanlı şehrine. Bu kitabı okuyunca ilk hissettiğim biran önce oraya gitmek arzusu oldu.

Bu duyguya bir de NİHAT DAĞLI'nın ödüllü öyküsü "AŞK İLE BURSA, AŞK İLE..."yi okuduğumda kapılmıştım.Bilmiyorum ne zaman nasip olur ama galiba önce hazır hale gelmeli, liyakat kesbetmeli ki şehir çağırsın beni... 


"Bu kapı yokluk kapısıdır, varlığına bırakta gel" şeklinde özetlenebilecek terk kavramı üzerine kurulu kitapta terk-i terketmeye çalışan bir gönlün çilesi, görünüşte yalnızlığının görünmeyende kalbini zenginleştirmesinin hikayesi gizli.

İlk anda bana TERK adlı hikayeyi anımsatsa da yazarın bu öykücünün çeşmesinin ab-ı hayatından içtiği belli. Lakin herkesin başkadır öyküsü, yola çıkışımız, yoldan çıkışlarımız, geri dönüşlerimiz, bitmişliklerimizle  farketmeden yeniden dirilişlerimiz başka başkadır. Farklı yerlerde, farklı zamanlarda aynı imtihanlara tabi tutulup farklı cevap kağıdı sunarız Rabb'imize. Kimin ne puan aldığı, kimin kazanıp kimin kaybettiği o kadar belirsizdir ki, bu alemde kazanma kuşağında kaybedenler olduğu gibi kaybedenler belki de kazanmıştır bir başka boyutta, yanmış kalbinin küllerinden yeniden doğmuştur öte dünyada.

Çok söze gerek yok, kitap "Hal"in kağıda düşmüş gölgesi, kelimelerin sihrine ihtiyacı kalmamış bir samimiyet seçkisi.Ve Bursa'nın nefeslendirici yeşilliği kuşatsın isterseniz bu baharda içinizi alın elinize derin dalışlar sonucu çıkarılmış incileri.    

HANDAN GÜLER

Sezen Aksu yorumuyla "Herkes yaralı"

6 Nisan 2010 Salı

DÜNYADA ÖLÜMDEN BAŞKASI YALAN...SİMÜLASYON KURAMI


SİMÜLASYON KURAMI ÜZERİNE NOTLAR VE SÖYLEŞİLER


Yazar Prof.Dr. OĞUZ ADANIR-9 Eylül Üniversitesi Sinema bölümünde öğretim görevlisidir.

Lisans, master, doktora eğitimini Fransa’da yapmış olan yazar bir Jean Boudrillard hayranıdır. Bu düşünür ülkemizde üzerinde çok çalışılmış biri değil, dünyada da çok anlaşılamamıştır. Düşünürün makaleleri genel olarak sosyoloji ve felsefe üzerine yazılmış. Kitap ise yazarın düşünür hakkında yazıp dergilerde yayınlanmış makaleleri ve düşünürle yaptığı söyleşilerden oluşuyor.

Şimdi de kitaptan kısa kısa paylaşımlarda bulunmak istiyorum. Simülakr görüntü demektir. Simülasyon Evreni de bir görüntüler alemidir. J.B. tarafından 1980’lerde ortaya atılmış bir kuramdır. Buna göre; batı bitmiştir. Tarihi misyonunu gerçekleştirememiş, başarısız olmuş ancak tüm dünyayı koloni sistemi ile sömürdüğü için hala gücü elinde bulundurmaktadır. Ve bu güçle kendi bitmişilğini gizlemek için simülakr=görüntüler alemi oluşturmuştur. Yeni dünya düzeni denen bu yapıya j.b yeni dünya düzensizliği der. Dünya üzerinde fırtınalar koparan ideallere konu olan düşünce akımları bir bir yıkılmış, Maksizm rüyasının sonuna gelinmesiyle sol çöktüğünden sağ da niteliğini kaybetmiştir. Çünkü herşey zıddıyla bilinir. Solu ayakta tutan sağ kutuptur. Kutuplar yitince sağ da sol da kalmamıştır. Eskinin marksistleri rüyalarının gerçekleşmeyeceğini anlayınca iktidara talip olmuşlar ve idealleri bırakmışlar, düzenin yani düzensizliğin parçası olmuşlardır.

Simülasyon evreninin en önemli taşıyıcı unsurları başta T.V., gazete vb. olmak üzere kitle iletişim araçlarıdır. TV.’den akşama kadar binlerce görüntü akar. Bir savaş haberi ile deterjan reklamı aynı duygusal ve düşsel açıdan verilir. Duyarsızca sunulan görüntüler nesnece de aynı duyarsızlıkla algılanır. Bir oyunun içinde yeraldığını anlayanlar çaresizlik duygusuna kapılır. Kişiler rayting, performans, başarı, anket, referandum gibi araçlarla sistemin içinde tutulur ki, bir oyunun içinde oldukları gerçeğini daha geç farketsinler. Hız ve bunca çok program yapılması da dinamik görüntü vermek içindir. Batının durağanlığını gizleyecek perdelerdir bu hızlı görüntüler, yetişilmez zannedilen programlar. T.V. nin kapatma düğmesine bastığınızda ise çevrenizde hiçbir şeyin değişmediğini anlarız .Ama içindeyken anlaşılmaz, tıpkı 1000 km hızla giden bir uçaktan dışarıya baktığımızda duruyoruz yanılsaması gibi.

Batı’da demokrasiler iyi hale gelmeden kötü hale gelmiş, milliyetçilik, ırkçılık, tutuculuk iyice yükselmiştir. Türkiye vb. üçüncü dünya ülkelerinde ise henüz tam bir demokrasi olmadığından, Batıdan daha iyi nitelikte evrensel değerlere sahip demokrasiler üretilmesi şansı vardır. Ancak demokrasinin bugün bizde olduğu gibi parodi niteliğinde kalmaması için kollektif olarak benimsenmesi, halkça bir gereksinim olarak algılanması sonucunda gerçekleşmesi gerekmektedir.

Madem Batı bitti, peki Batı’yı terk mi edelim ? Hayır, ama başka sistemler de incelenmeli, aydınlar sadece çeviriler üzerinden açıklanan teoremlerle yetinmeyip kendi değerlerini ve evrensel ölçüleri baz alarak yeni kuramlar ortaya atmalıdır.

Modernleşme Avrupa’da belli bir düşünsel ve yaşamsal süreç sonrasında 200 yılda varılan bir nokta olduğundan tam manasıyla yerleşmiştir. Ancak Türkiye’de cumhuriyetle beraber hiçbir süreç geçirmeden tepeden inme bir şekilde hayata geçirildiğinden bazı aydınların dışında modernleşmeyi algılayan olmamıştır. Halk bazında sadece şekilde kalan modernleşme 1950’lerden itibaren gelen iktidarlarla sekteye uğratılmıştır. Böylece zihnen elli yıl geride kalan ülkemizde sağ sol, islamcı marksist hiçbir düşünce akımı entelektüel derinlikte tartışılma şansı bulmamıştır. Bu zihniyet politik, militer, dinsel her alana hakim bir lider çıksın biz de sorgulamak yerine liderden aktarma yoluyla öğrenelim şeklindedir ve genele hakimdir.

Modernleşme kavramı şu açıdan önemlidir: Simülasyon evreni bütünsel olduğundan bazı alanlarda yaşanan simülakrlar yeterli değildir. Tam olarak modernleşememiş toplumlarda simülasyon da tam olarak var denemez. Türkiye vb ülkelerde çekilen film ve dizilere bakılarak tam bir modernleşme yaşanmadığı görülebilir. Buradaki filmler daha çok melodramik olsa da bu batıdaki melodramlardan farklı bir yapıdadır. Çünkü genelde kişisel yazgı ile alakalıdır. Burada mutluluk öbür dünyaya bırakılır ve gelenler ağlamak amaçlı geldiğinden ağlar, rahatlar, gider. Gençler ve çocuklar ise sadece vakit geçirmek niyetindedir.

Modernleşememiş toplumlar tamamen ahlaklıdır denemez, yolsuzluklarda bunlar batıdan ileridedir. (Demek ki ne deve ne kuşuz süt kesilince çökelek yapma şansı vardır ama tereyağ bozulmuşsa sadece zehirler.) Ahlak konusunda suç sadece iktidarlara, yöneticilere verilemez. Bu özne nesne arasındaki suç ortaklığının sonucudur.

Ancak gelenekçi Japonya, Hindistan, Mısır, Türkiye, Tunus, Brezilya vb ülkelerde simülakrlar gerçeğin yerini henüz alamamıştır.

Gerçek ve gerçeklik kavramına İslam Ansiklopedisi’nde yer verilmemiştir. Hakikat kavramı içinde değerlendirilmektedir.

Üçüncü dünya ülkeleri akılsızlıkları yüzünden mi geri kaldılar? Hayır, Batı sömürdüğü kolonilerle hiçbir zaman diyalog kurmadı, işbirliğine gitmedi ve gerçek anlamda gelişme götürmedi. Buralardaki kültür kalıntıları ve din faktörünü çok da etkileyemedi. Bu sömürge ve sözde modernleştirme hareketine karşı çıkan da olamadı. Sadece İran bunu kabul etmeyip sistemini kurmayı başardı.

Fas örneği de batının kültürsüzleştirme haraketinin başarısız olduğunu kanıtlar. Fas’ta yönetime hakim zengin bir yerel burjuvazi, batılılaşmış aydınlar dışında değişen bir şey olmamıştır. Halk arasında İslamiyet hala dipdiridir. Zaten batı gittiği yerlerden çekilirken ardında ya askeri despot rejimler ya da zenginleştirdiği elit azınlıklar bırakarak onlar aracılığıyla etkilerini sürdürme kaynakları sömürme çabasındadır, çünkü Batı artık durağanlaşmıştır.

Tarih, Batı’nın kendine armağan ettiği bir lükstür. Bu onların tarihidir. Biz herşeyi çevirilerden okuyoruz. Aydınlarımız orijinal fikirler üretmek yerine çeviriler üzerinden çalışıyor, yayın dünyası da populer düşünürlerin kitaplarını çok satanlar felsefesine göre yayınlıyor böylece düşünürler tam manasıyla idrak edilemiyor.

İslamiyet bugün dünyada süren 4. Dünya savaşının tam ortasındadır. Ama özgündür. Özgünlüğün iyisi kötüsü olmaz. Batıda iyi ve kötü islamiyet kavramları hakimdir ama siz iyi batı kötü batı deseniz bu batıda kabul görmez çünkü kültür emperyalizminde hala hakimiyet batınındır.

Biz eskiden batılılaşarak zenginleşeceğimizi zannediyorduk ama sadece şeklen modernleşerek bir yere varamadığımızı, zenginleşemediğimizi gördük. Bunun üzerine daha üstün bir kültürel ve bilimsel çabayla neler yapılması gerektiği sorgulanmaya başlandı. İşte Türkiye vb. ülkeler bu aşamadadır, ancak bu kolay değildir.

Simülasyon evreninde yalan haber yok çünkü alem yalan.

Disneyland 2.dereceden bir simülakrdır. Çünkü asıl işlevi insanlara birincil derecedeki bu simülasyon aleminde yaşadıklarını unutturmaktır.

SİNEMA VE SİMÜLAKR:

7-13. alıntılarda detaylandırılmıştır. J.B.nin yüzlerce makalesi arasında 2 sinema filmi ve bir diziye yer verilmiştir. Yazar düşünürün genel görüşleri üzerinden değerlendirmeler yaparak sinema üzerine de bir makale yazmıştır. İyi bir sinema izleyicisi olan düşünür sinemanın idoller üreten çağdaş bir mit olduğunu savunmuştur.

Son 30 yılda (Bu ifade bundan 10 sene önce yazılmıştır) Batı’da ve onun yansıması olan Amerika’da istisnalar hariç özgün yapıtlar yoktur. Dolayısıyla kuramlar da yoktur.

TRUMAN SHOW, SİMÜLASYON EVRENİ için güzel bir örnektir. Bu evren bir tekrarlar ve yinelemeler alemidir.

MATRİX tam bir ses ve görüntü bombardımanı olup simülasyon için iyi bir örnek değildir.

GOSTA GAVRAS’ın MAD CİTY’si ise en iyi örnektir.

Gerçekten “Yapay”a geçişin en önemli temsilcisi STEVEN SPİELBERG’tir. JAVS, DUEL, gibi filmler çok seyredilse de hedef çocuklar, gençler, cahiller ve yarı cahiller olduğundan 6 milyarlık dünyada o hasılatları yaptıracak o kadar aptal bulunur.

İNDİANA JONES, FOREST GUMP, E.T, JURASSİC PARK gibi yapımlarda başroller insanların değildir. İnsanlar ancak yardımcı oyuncudur.

DİCK TRACY gibi, çizgi kahramanlarla insanların birarada oynadığı gerçekle ilgisi olmayan hayal ürünü öyküler de artmıştır.

Sonuç olarak; kitaptan bize kalan modernleşmenin nihai sonucu simülasyon evrenine girmeden ama entelektüel derinliğimizi de artırarak taasubi bakıştan sıyrılıp ülkemiz için belki de dünya için özgün modeller üretmemiz gerektiğidir.

HANDAN GÜLER


EMRE AYDIN'DAN DÜNYADA ÖLÜMDEN BAŞKASI YALAN

5 Nisan 2010 Pazartesi

Sarı Laleler aldım...MFÖ...Kızkardeşlerim için...



Sarı Laleler...MFÖ'den...

Uykulu gözlerle döndüm rüyamdan
sana sarı laleler aldım çiçek pazarından

sen olmasan buralara gelemezdim ben
sevemezdim bu şehri anlamazdım dilinden

nasıl bir sevdaysa bu karşı koyamam
dayanamam kıskanırım seni paylaşamam

satırlar uçar gider aklımdan
sana sarı laleler aldım çiçek pazarından.

yeniden başlasam bu sefer korkmadan
koklayıp birbirimizi çöpe atmadan

satırlar uçar gider aklımdan
sana sarı laleler aldım çiçek pazarından...

YENİ BİR MEVSİMİ ZARFLAYIP GÖNDERDİ YARADAN:)) BİR AÇTIK Kİ İÇİNİ RENK RENK LALELER DÖKÜLDÜ BAHAR MEKTUBUNDAN:))

YARATILANLARA BİR MEKTUP DAHA...


Kimisi tek başınalığı seçer hayatta.
Kimisi rengarenk bir beraberliğin içinde kalmayı yeğler yalnızlıktansa.
Kimisi tozun toprağın arasında bembeyaz kalmayı başarır, temiz arkadaşlarla girince kolkola.
Bazen zıt renkler gelse bile yanyana öyle güzel sonuçlar çıkar ki ortaya, hele de yaydıkları güzel kokularla taşıyorlarsa insanı bahara.
Bir de kafadarlar vardır, girerler kolkola dalıverirler bir topluluğa, ama onları umursamadan kendi renkleriyle bastırma telaşındadırlar sığmazlar kalıplara.
Canlı sarılar vardır bir de yaşamın griliğini parçalar ve hayat güzeldir dedirtir insana.
 Toprak aynı toprak, gök aynı gök, yağmur aynı Rahmet'tir ama kimi yerde ot bitmez kimine yeşil yetmez renkleri sunar etrafa kimi boy atar önce sonra renk verir doğaya.

Ama en güzeli farklı renklere bürünüp, başka ana dillere sahip olsak da Anadolu'nun dualarla, omuz omuza dökülen kanlarla  mayalanmış toprağında asırlardır süren beraberlikte huzuru yakalamada.
  Öyleyse ; "Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal
                  Olsun artık dökülen kanlarımız hepsi helal
                   Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal
                   Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet
                   HAKKIDIR HAKK'A TAPAN MİLLETİMİN İSTİKLAL" 

2 Nisan 2010 Cuma

AÇIK DENİZ' LERDE YOL ALMAK İSTEYENLER...YENİ BİR PROGRAM BAŞLIYORRRR...



ETKİNLİK HABERLERİ 

1-Bu gün KAHRAMANMARAŞ VALİLİĞİ'nin düzenlediği bir program var:
"2 Nisan 2010 Cuma günü saat 14.30’da bu eşikte Kahramanmaraş Valisi M.Niyazi Tanılır , Rasim Özdenören, Sadık Yalsızuçanlar, Prof.Dr.Turan Karataş ve Doç.Dr.Köksal Alver, Maraş halkı ile birlikte bir açılış gerçekleştiriyor;
Saat 19.30’da “Kente ve İnsana Açılan Kapı:Rasim Özdenören” konuşuluyor.
Öykülerdeki damarların izini sürmede mâhir Sadık Yalsızuçanlar, öykülerdeki sosyolojik arka planı görünür kılan Doç.Dr.Köksal Alver ve öykülerin yazarını sorularla kent ilişkilerine doğru yolculuklara çıkaracak olan Prof.Dr.Turan Karataş, Özdenören’in şehrinde; onu anlatıyor.
Medeniyet krizinin derin açmazlarında gidip gelerek durduğu kapının berisi ve ötesi arasındaki kararsız insanı dert edinen Özdenören ile kente ve insana açılan kapılar konuşuluyor; modern ve çaresiz insanın derdine çözüm önerileri ise yazarın dünyaya gözünü açtığı şehirden; kişiliğinin oluşumuna katkıda bulunan çevreden; geleneksel bir Anadolu diyârından; ‘Maraş’tan devşiriliyor.
2 Nisan 2010 günü, en iyisi Kahramanmaraş’ta olmak…
Eşikte kalmış insana kafa yoran nice kalemin ruhuna ilham üflediği bu şehirde ‘Kente ve İnsana Açılan Kapı’yı konuşmak…
Aslına rücû etmiş, ‘gelenekten geleceğe kitap ile kurulan köprü’ vazifesi üstlenmiş bir kıraathane ve Sabancı Kültür Merkezi sizleri bekliyor…" Kahramanmaraşlılar için iyi bir fırsat:))

 2- 3 NİSAN 2010' da (yani yarın) yeni bir kültür proramı başlıyor. ÜLKE TV' de gece 23:15'te ekrana gelecek olan programın adı AÇIK DENİZ. Hazırlayan ve sunan yazar SADIK YALSIZUÇANLAR...Heyecanla beklediğim bu programı sizinle paylaşmak istedim ki; çeşitli sebeplerle söyleşilere gidemeyenler televizyonda yayınlanacak nadir iyi programlardan biri olmasını beklediğim(dilediğim) bu yayından istifade etsin. İlk haftanın konusu FETHİ GEMUHLUOĞLU, detaylara linkten ulaşabilirsiniz.  İlgililere duyurulur:)) 


3-3 Nisan 2010' da Tarih Kültür Araştırmaları Derneği'nin yazı atölyesi konuğu yazar NİHAT DAĞLI. Söyleşi saat 19:00 'da derneğin MECİDİYEKÖY Şubesinde gerçekleşecek. Bilgilerinize... 

VEEEE...CEM KARACA'DAN bir şarkı : DENİZ ÜSTÜ KÖPÜRÜR


1 Nisan 2010 Perşembe

Kaygıların vuruşuyla tuz buz oluyorsa taş katılığında büyüttüğün güvencelerin, yarılan göğsüne umut fidanları dikiliyor demektir. ÜZÜLME ...diyor SENAİ DEMİRCİ



















ÜZÜLME
Üzülme!Üzülebiliyorsan bir kalbin var demektir. Kalpsizler üzül(e)mezler ki. Ne mutlu sana ki, üzülebiliyorsun. Dokunan var demek ki kalbine. Ya dokunulmasaydı kalbine. Ya hüznün gönül toprağını karmasına izin verilmeseydi. Demek ki gözden çıkarılmadın. Demek ki sen hâlâ bir umut tarlasısın.
Üzülme!
Üzülüyorsan, Biri var ki cılız varlığını düştüğü çamurdan kaldırmak istiyor. Onun için dokunuyor kalbine. Kıymetini bil ki, üzmeye değer görüyor seni. Hüzünlerin kalbinin toprağını allak bullak ediyorsa, sen ekilmeye layık bir topraksın demektir. Kaygıların vuruşuyla tuz buz oluyorsa taş katılığında büyüttüğün güvencelerin, yarılan göğsüne umut fidanları dikiliyor demektir.
Üzülme!
Yüzün yerde geziyorsan, ellerin boynuna sarılı ise, içini ısıtacak haberlerin mürekkebi damlıyor olmalı ömrünün defterine. Kar yağıyorsa güvendiğin dağlara, yarının ovalarında rengârenk çiçeklerin olacak demektir. Hırçın fırtınalar sarsıyorsa sevinçlerinin zirvesini, rüzgârlar dövüyorsa umudunun yamaçlarını, bir yüce dağsın sen demek ki, az bekle, eteğinden serin pınarlar akmaya başlayacak demek ki...
Üzülme!
Üzülüyorsan, şımaramazsın. Kibrin kirli tuzağına düşemezsin. Kendini beğenmişliğin çamuruna dolaşmaz ayakların. Uzak geçersin isyanlı yollardan. Heveslerinin ardı sıra düşüp nisyan uçurumlarının başına sürüklenmezsin. Seni Biri yakınlığına çağırıyor demek ki... Gözden çıkarmamış olmalı seni.
Üzülme!
Üzülüyorsan, bir kutlu teselli kapısının önünde bekletiliyorsun demektir. Gözlerini kaldır vefasız dünyanın eşiğinden. Gönlünün elinden çıkar sebeplerin boş avuntularını. Umudunu kes sahte doymalardan. Yüreğini küstür coşkulardan. Kapı açıldı açılıyor demektir.
Üzülme!
Üzülüyorsan, kaybedeceğin bir şeyler var demek ki... Kaybedeceği bir şeyi olanlar çoktan kazanmışlardır. Eline geçmeyenleri saymakla tüketme nefesini, elindekileri saymaya başla. Hepsini saysan bile, nefesini saymaya nefesin yetmeyecek demektir. Bak işte zenginsin.
Üzülme!
Seni bir "İşiten" var. Seni senin kendini bile sevmenden önce O sevdi seni. Senin kendini bile bilmediğin unutuş kuyularından çekip çıkardı seni. Çektiğin acılara habire meşgul çalan telefonlar gibi kör ve sağır değil O. Yüreğinin her yangınına O yetişiyor. Ayrılıklarına ve sıkıntılarına metal soğukluğundaki plazalar gibi umursamaz değil O. Yitirdiklerinin hepsini sana iade edeceğine söz veriyor. Sevdalarına ve özlemlerine çok seçenekli sınav kâğıtları gibi tatsız ve tuzsuz formüller sunmuyor. Seni herkesten çok anlıyor, seni senin kendini düşündüğünden çok düşünüyor. Gözyaşlarınla imzalayasın istiyor yakarışlarını. Bir ebedî çerçevenin içinde, gösterişsiz bir kullukla fotoğraflamak istiyor seni. Dağılıp giden ömür kırıntılarının arasından sıcacık bir kardelen ümidi devşiresin istiyor. Keyfinin çatlak kabuklarının arasından sonsuz teselli pınarları akıtmak istiyor.
Üzülme!
Varlığının tenine çiziktir her hüzün. Varlığından haber verir üzüntün. Hatırlar mısın, bir zamanlar hatırlanmaya değer bir şey bile değildin? Hiç umursanmadan çöpe atılabilecek kirli bir su iken sen, yüzüne bir tek O baktı. Kimselerin arayıp sormadığı, önemseyip adını bir kenara yazmadığı o günlerde, senin adını ilk O andı. Hatırını bildi. Seni yanına aldı. Hep yanında oldu. Sen seni unutup da başını yastığa koyduğunda bile, seni her defasında sabaha çıkardı. Sen Onu defalarca unuttun ama O seni asla unutmadı.
Üzülme!
O'nun en sevdiği kulu da yalnız kaldı. Taşlandı. Sürüldü. Yaralandı. Aç susuz kaldı. Yuvasına uzaktan gözleri yaşlar içinde baktı. Mağarada yapayalnız ve korunmasızdı. Senin gibi üzülen yol arkadaşına sonsuz müjdeler veren tebessümüyle fısıldadı: "Lâ tahzen, innAllahe meânâ."
Üzülme!
Kaldır yüzünü yerden. Omuzlarından sarsıp kendine getirmek istiyor seni Sevgili. "Rabbin sana küsmedi ki..." Gözlerinin içine içine bak sevdiklerinin. "Rabbin seni unutup yalnız bırakmadı ki..."

SENAİ DEMİRCİ

LinkWithin

Blog Widget by LinkWithin