30 Mart 2010 Salı

"Ankara'yı sevmeyene bir zulümdür bu kadar insanın neden ankara'yı sevdiğini anlamadan ankara'da yaşamak " ankara ...yılmaz erdoğan'ın kaleminden...yorumundan


ANKARA

Ankara
Ankara'ya öyle yakışırdı ki kar..
asfaltlar ışıldar, buz tutardı resmi yalanlar...
kimse keman çalmaz belki ama
çok keman çalınsın balolarında
diye yapılmış
gri sisli binalar...
alnının ortasında
ciddi bir devlet asabiyeti.
çok kötü günlermiş gibi en genç zamanlar,
bu zulüm bu sevda bitmezmiş sevmek
bir halkı sevmekse aşk o zaman sevmekmiş!
(biz bir şeyi delicesine severiz
ama tanrım neyi?)
kahve önü çatlak mozaik
bel kemiğine tehdit
kürsüler üstünde
çok sigara içen
öğrenciler
bir daha asla yaşayamayacağı
aşkları teğet geçerken
hep onu sevmeyenleri severek
hep onu sevenin gözlerinden
kalabalıklara kaçarak
karışarak toplumcu gerçekçi yalnızlıklara,
yüksek rakımlarda çatlamış dudaklarını
bir izmirli güzele dayatmak varken
(hep kardeş olacak değiliz ya,
yaşasın halkların sevgililîğî!)
soyut bir sevdaya
beşik kertilmiş olan
dağda çoban,
şehirde şark çıbanı sayılan,
fırat'ın büyük elleri
ararat'ın kız yelleri
cilo'nun derin nefesleri
hülasa kente hukuk mukuk okuyup
mümkünse o arada da memleketi kurtarmaya gelmiş
anadolu çocukları, ankara' ya öyle yakışırdı ki kar
asfaltlar ışıldar,
buz tutardı resmi yalanlar
(belki balkona kar seyretmeye çıkar diye
sevdiğimiz kızlar
çok dibimiz donmuştur ve çoğu zaman
bu kar mevzuu
kızlara yeterince ilginç gelmemiştir
hiçbir şey kapalı bir dükkan kadar
hüzünlü gelmez insana
ankara'da,
yoksa bugün bir hayat
yaşanmayacakmı duygusu çöker bütün bozkıra.
Kimse keman çalmaz belki
Belki bu fiim hiçbir zaman
o kadar fiyakalı olmayacak ama
Hiçbir lahmacunda
o okul yolundaki üçüncü sınıf lokantadakinin
tadını vermeyecek bir daha
Çok daha iyilerini yedim sonra
bizzat Urfa'da hatta
Ama hiçbirinde
o kadar aç oturrnadım sofraya
ankara'ya
öyle yakışırdı ki kar
çok yabancı bir soluk duyulur bazı
bilinmez bir dilin ıslığından
anla ki sıkıldı bizim konsolosluktaki konuklar
öyle deme
Ankara'yı sevmeyene bir zulümdür
bu kadar insanın neden ankara'yı sevdiğini anlamadan
ankara'da yaşamak
yollarına hep sevdiğimiz insanların
adlarını vermediler ama biz her duvara
bilvesile onların adını yazarak yaşadık
kül ve betondan mürekkep
yaşadıkça yaşanılası gelen
o tuhaf bozkır kokusunda.
ankara'ya öyle yakışırdı ki kar.
asfaltlar ışıldar...
bir günden bir sürü gün yapan
mesai saatlerinde hiçbir şey yapan
hiçbir şey alıp hiçbir şey sunan
rakıyı bol sulu içen
dokunmasın için deği!
çabuk bitmesin dîye devletimin tekel rakısı,
hep kağıtlara bakarak,
hep kağıtlardan bakarak
hem neşet ertaş' ı hem bülent ersoy' u
aynı anda sevmeyi başararak,
karısının bayat ekmeklerden yaptığı tatlıyı
çok beğenmeyerek ama
yine de bu tasarrufunu takdir ederek
boynu hep kıdemli bir atkının içinde saklıyken
hep bir şeylere birilerine küsmüş gibi
yürüyen...
memurlar.......
ankara'ya öyle yakışırdı ki kar..
asfaltlar ışıldar,
buz tutardı resmi yalanlar...
biz, şimdi kapalı birr kuruyemişçi
dükkanının -ki bütün plan kar altında
tuzsuz ay çekirdeği çitileyip
yanı sıra bafra içmektir-
kötü ışıklandırılmış vitrininden
umutsuzca içeri bakan,
kimliği gereğinden fazla sorgulanmış,
merhabadan çok çıkar ulan kimliğini denmiş,
-yani sistem kendi verdiği kimliği
zırt pırt geri istemektedir-
doğduğu yer yüzünden
doğuştan kavgacı zannedilen ama
pek çoğu kavgadan nefret eden
kavgacı esmer cesur korkak
çoğu kürt çoğu türk çocuklardık...
ankara'ya öyle yakışırdı ki kar....
ha sonra belki ahmed arifin aklına
hiçbir şairin aklına gelmeyecek
-çünkü hiçkimse bir daha ankara' yı
O'nun kadar sevemeyecek -bir şiir islenir:
kar altındadır varoşlar
hasretim,nazlıdır ankara.....
ustam yine sen bilirsin ama
hangi aralıkta bir şair ölmüşse
işte o,en netameli aydır bence.
ankara'ya öyle yakışırdı ki kar...
asfaltlar ışıldar...
yalanlar...
şimdi ve sonra ne zaman ankara'ya kar yağsa
elim gönlüm, çocukluğum buz tutar.
YILMAZ ERDOĞAN
müzik -  ankara yılmaz erdogan | izlesene.com
KUTLAMA : YENİ BİR BLOG DOĞDU BU GECE...HAYIRLI UĞURLU OLSUN:))
http://hayatimkadraj.blogspot.com/

29 Mart 2010 Pazartesi

SEVGİLERDE...BEHÇET NECATİGİL'DEN...SEVDİM SENİ BİR KERE...ÖZDEMİR ERDOĞAN YORUMUYLA...



Sevgileri yarınlara bıraktınız 
Çekingen, tutuk, saygılı 
Bütün yakınlarınız 
Sizi yanlış tanıdı.
Bitmeyen işler yüzünden 
(siz böyle olsun istemezdiniz) 

Bir bakış bile yeterken anlatmaya herşeyi 
Kalbinizi dolduran duygular 
Kalbinizde kaldı.

Siz geniş zamanlar umuyordunuz 
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek. 
Yılların telaşlarda bu kadar çabuk 
Geçecegi aklınıza gelmezdi.

Gizli bahçenizde 
Açan çiçekler vardı, 
Gecelerde ve yalnız. 
Vermeye az buldunuz 
Yahut vakit olmadı.
 Behçet Necatigil


28 Mart 2010 Pazar

AŞK ÇİZGİSİ ...Ü.YAŞAR OĞUZCAN'DAN...SEVMEK...NİLÜFER'DEN



AŞK ÇİZGİSİ

Bütün yollar aşktan geçiyor, görüyor musun?
Bir aşk çizgisi var her şeyden öte
O çizgiden başka bütün çizgiler
Aşkı tüketmede

Kimi dik çizgilerin kimi paralel
Eğri büğrüsü, düzgünü, kalını, incesi
Ve bir gün sarıyor bütün çizgileri
Ölüm çizgisi

Bense hep seni çiziyorum kağıtlara, duvarlara
Yeşillerle, morlarla, mavilerle
Resmini yapıp adını yazıyorum
Renk renk çizgilerle

Tut ki iki noktayız birbirinden uzak
Bir çizgiyle aramızı birleştiriyorum
Sonra bir ev yaparak çizgilerden
İçine seni yerleştiriyorum

Başlıyoruz geometrik yaşamlara
Nokta nokta, şekil şekil
Ve bir tek çizgi oluyoruz seninle, mutlu
Öbür çizgiler umurumuzda değil

Her düşünce aşka teğet geçiyor
Tanığı çizgiler var olduğumuzun
Bir aşk çizgisi var her şeyden önce
Bütün yollar aşktan geçiyor, görüyor musun?

 ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN

Ve NİLÜFER'den SEVMEK...

26 Mart 2010 Cuma

ÖYKÜ(CÜ)




ÖYKÜ(CÜ)

Zamanı yarıp girerdi bir rüyanın içine.

Işıklı dilimde, durmaksızın yol alan bir küheylanın dizginlerini sıkıca tutardı parmakları.

Kalabalığın zehrini çekerken içine, sigarasının yedeğinde, yalnızlığın koynunda geçireceği geceyi düşlerdi yüreğinde.

Sonra düşerdi ışıltılı karanlığın içine: Yüzlerinde peçe beklerken heyecanla harfler bir köşede, bembeyaz sayfaların karşısında dizginleyemezdi şehvetini, kalemi de alınca eline.
Kelimelerinin içine girebilme, yokluktan varlığa geçebilme telaşındaydı heceler.

Yelkovan, kırıp dizini otururdu önünde. Akrebin başı yerde…Saniyeler el ele, kaynayan yüreğin lavları akarken sıcak ve derinden, kaçışırdı saliseler önünden.

Kalbinin sarkacı, rüyayla yakazanın arasında gidip gelirken çekiştirmeye başlardı vücut libası, ağrılı iğnelerle acıtırken.

Karanlığın beşiğinde tatlı, küçük bir ölüme çağırırdı gözkapakları. Direnişi, yağmurun toprağın teninde bıraktığı o koku ile tazelenen sabaha kadar sürer, sonra da kağıdın üzerine düşürdüğü duygularını demlenmeye, başını yastığın sıcağına bırakırdı.

Boyanın kitre ile dansı gibi müphem, yeni bir günde, insanlardan bir insan olma gayesiyle karışacağı hayata, gülümserdi gözleri uyandığında. Bazen dayanılmaz olunca ağrıları şikayet ederdi dili. Kalbi diline çıkışıp Sahibi’ne saygısızlık ettiğini hatırlatınca af dilerdi kelimeleri. Dua niyetine birkaç ağrı kesici atar, aroması etrafa yayılan enfes bir kahveyi, sigarasıyla yudumlardı.

Ve yine başlardı öykücü yazmaya, yatışmayan bir heyecanla, her gün yeniden…Kalbinden damıttığı kelimeler, öyküleriyle yol bulup saplanıverirlerdi, adını, ruhunu, sevdasını bilmediği birilerinin en acıyan yerlerine. Kimi zaman yara, kimi zaman merhem niyetine.

Zamanı yarıp girerdi bir rüyanın içine.

Hoş bir seda bırakma arzusuyla durduğu şu alemde.

HANDAN GÜLER
http://sensizyildizlarabakamam.blogspot.com/2009/03/oykucu-zaman-yarp-girerdi-bir-ruyann.html
 ---------------------------------------------------------------------------------------------------------
Öykü(cü)mden farklı bir öykü okumak isteyenlere...
Düşkırığı
Sadık Yalsızuçanlar - 26.03.2010 12:24

   

ÇOCUKLARINI YİYEN BİR ÜLKENİN ESERİ İNSAN OLAN ÜMİTVAR YİĞİDİ vesilesiyle bizden son haberler:))

BİZDEN SON HABERLER:
Blogdaki yazım aşağıdaki sitede de yayınlandı:))



 "İkimizi de aşar o kapının ardındaki masal" isimli öyküm aşağıdaki sitede yayınlandı:))
http://www.serinselvi.com/yazi.php?no=123

"vakit bahar" adlı öyküm aşağıdaki sitede yayınlandı:))
http://www.serinselvi.com/yazi.php?no=104

"Yalanlar" adlı yazım aşağıdaki sitede yaynlandı:))
http://www.serinselvi.com/yazi.php?no=83

"gönlün ışığı şifa verir göze" şurda yayınlandı:))
http://www.edebistan.com/index.php/handanguler/gonlun-isigi-sifa-verir-goze/2009/12/

"demli bir deneme" şurda yayınlandı:))
http://www.edebistan.com/index.php/handanguler/demli-bir-deneme/2009/09/

"bengisu" ve "gözler aşkı inkar etmez ki" şurda yayınlandı:))
http://www.edebistan.com/index.php/handanguler/bengisu-gozler-aski-inkar-etmez-ki/2009/07/


25 Mart 2010 Perşembe

Türkiye 2010 PARİS KİTAP FUARINDA ! İŞTE DETAYLAR... VE FİKRİMİN İNCE GÜLÜ...


İŞTE DETAYLAR VE KATILAN YAZARLAR:


TÜRK- FRANSIZ YAYINCILAR PROFESYONEL BULUŞMASI, 23-24 Mart 2010

2010 PARİS KİTAP FUARI TÜRKİYE ETKİNLİKLERİ PROGRAMI:

26 Mart 2010, Cuma 14:30 “Türk Edebiyatı ve Aşk”

Serdar Özkan, İskender Pala

27 Mart 2010, Cumartesi 14:30 “Türk Edebiyatı’nda İstanbul”
Nedim Gürsel, Ayşe Kulin, Sadık Yalsızuçanlar
28 Mart 2010, Pazar 14:30 “Türkiye’de Çocuk ve Gençlik Edebiyatı’nın Dünü, Bugünü”
Nazlı Eray, Yalvaç Ural, Salih Zengin

29 Mart 2010, Pazartesi 14:30 “Çağdaş Türk Edebiyatı ve Eleştiri Geleneği”
Metin Celal, Semih Gümüş, Doğan Hızlan, Ömer Lekesiz

30 Mart 2010, Salı  14:30 “Türk Edebiyatı’nda Polisiye”

Mehmet Coral, Mine G. Kırıkkanat, Celil Oker, Mehmet Murat Somer

31 Mart 2010, Çarşamba 14:30 “Türk Edebiyatı’nda Fransız İmgesi, Fransız Edebiyatı’nda Türk İmgesi”
Ataol Behramoğlu, Faruk Bilici, Metin Cengiz, Timour Muhidine

2010 PARİS KİTAP FUARI İMZA GÜNLERİ PROGRAMI:
Yazarlarımız fuar süresince programdaki etkinlik günlerinde 12:00-14:00 ve 16:00-18:00 saatlerinde Türkiye Ulusal Standı’nda (U71) kitaplarını imzalayacaklar. İmza Günleri programı şöyle:
26 Mart 2010, Cuma 12:00-14:00 ve 16:00-18:00 / Serdar Özkan, İskender Pala
27 Mart 2010, Cumartesi 12:00-14:00 ve 16:00-18:00 / Nedim Gürsel, Ayşe Kulin, Sadık Yalsızuçanlar
28 Mart 2010, Pazar 12:00-14:00 ve 16:00-18:00 / Nazlı Eray, Salih Zengin, Yalvaç Ural
28 Mart 2010, Pazar 12:00-14:00 ve 16:00-18:00 / Doğan Hızlan, Semih Gümüş, Metin Celal, Ömer Lekesiz
30 Mart 2010, Salı 12:00-14:00 ve 16:00-18:00 / Mine G. Kırıkkanat, Mehmet Murat Somer, Celil Oker, Mehmet Coral
31 Mart 2010, Çarşamba 12:00-14:00 ve 16:00-18:00 / Metin Cengiz, Faruk Bilici, Ataol Behramoğlu, Timour Muhidine



ÜÇ MAYMUN...NURİ BİLGE CEYLAN'DAN...İNSANI YUTAN ANAFOR: YALAN


Filmin konusu:

Küçük zaafların büyük yalanlara dönüşerek parçaladığı bir ailenin gerçeği örtbas ederek her şeye rağmen bir arada kalma çabası. Altından kalkamayacağı acılara ya da sorumluluklara maruz kalmamak adınagerçeği bilmek istememek, onu görmemek, duymamak, hakkında konuşmamak ya da günümüz tabiriyle “Üç Maymun”u oynamak, onun varolduğu gerçeğini ortadan kaldırır mı?

Bu filmden sonra:
Dünyanın saygın gazetelerinden New York Times ve Le Monde gibi gazetelerle önde gelen yabancı haber ajansları, Nuri Bilge Ceylan ile röportaj yaptılar.

Gösterim sonunda AA muhabirine konuşan yabancı film eleştirmenleri, Ceylan’ın, bu filmiyle Cannes’dan mutlaka bir ödülle çıkacağı konusunda görüş bildirdiler.

Yabancı film eleştirmenleri, filmi çok beğendiklerini, filmin drama gücünü çok yüksek bulduklarını ve Cannes Festivali’nin yakından tanıdığı Ceylan’ın sinemasının önemli aşamalar kaydettiği görüşünde birleştiler.

Bu film için eleştiri:
İşadamı ve yaklaşan seçimlerde milletvekili adayı olan Servet, gece vakti, şehirler arası dar bir yolda, arabasıyla ilerlemektedir.. Gözleri uykusuzluktan neredeyse kapanıyor olsa da, tek başına yaptığı bu yolculuğu sürdürmeye kararlıdır..
Bekleneceği üzre, bir süre sonra Servet, kazayı yapmış ve önüne çıkan bir adamı ezmiştir..
Adamın öldüğünü ve başka bir arabanın da olay yerine doğru geldiğini gören Servet; olay duyulursa, adaylığının o anda biteceğini de düşünerek, bir an evvel oradan uzamanın, kendisi açısından daha iyi olacağına karar verir..
Neticede bu bir kazadır ve olan olmuştur.. Şimdi yapması gereken, parasının da yardımıyla bu işten sıyrılmaktır..
Bunun için, hemen aklına gelen kişi, özel şoförü Eyüp'tür.. Hapisteyken maaşının devam edeceğini ve çıktığında da toplu bir para vereceğini vaat ederek, ondan bu olayı üstlenmesini ister..
Lise mezunu ancak üniversite sınavını kazanamamış bir oğlu ve yemek fabrikasında çalışan karısından oluşan bir ailenin reisi olan Eyüp; kabul etmese, büyük ihtimal hazır işinden de olacağını düşünerek, bu ahlaksız teklifi kabul eder ve hapse girer..
Bir yıl kadar sonra hapisten çıkan Eyüp, önünden demiryolunun geçtiği, ayakta durmaya çalışan, köhne evine döndüğünde; kendisinin yokluğunda, aile fertlerinin hal ve gidişinde, büyük değişiklikler olduğunu fark edecektir..
İçinde bulundukları derme çatma ev kadar sallantıda olan aile birliğini bi şekilde korumaları için, baba Eyüp'le birlikte, anne ve oğlu da aynı zorlu sınavdan geçmek durumundadırlar..
Bu sınavdan geçebilmek için; yeni oluşan değişikliklerin ne kadarını görmek, ne kadarını duymak ve de ne kadarını birbirleriyle paylaşmak hususu, büyük önem arz etmektedir..
Bireyleri, üç maymunu oynamak zorunda bırakılmış bu aileye, bozuk düzenin yaptıkları; onların, bizzat hatalarıyla kendilerine ettikleri ve kurtulma çırpınışları sırasında, üçüncü kişilere verdikleri zararların birikintisini hangi yağmurlar temizleyebilir ki?.
Nuri Bilge Ceylan’ın yönettiği, Yavuz Bingöl, Hatice Aslan ve Ahmet Rıfat Sungar'ın başrollerinde oynadığı Üç Maymun; iki saat boyunca sorduğu, yanıtlanması cesaret isteyen sorulara verebildiği ya da veremediği cevaplarla, oldukça karanlık, kasvetli bir yapıt..
Yönetmenin, bunun öncesindeki bütün filmlerinde gördüğümüz; ailesine ya da ahbaplarına dayanan, oyuncu kadrosu oluşturma alışkanlığı ya da zorunluluğu, bu filmle bitmiş görünüyor..
Gayet başarılı da olmuş bu profesyonel kadro, Üç Maymun'la birlikte, zaten mühim bir potansiyeli olan 'Ceylan Sineması'nın etki gücüne, önemli bir katkı sağlamış..
Nuri Bilge Ceylan'ın filmlerindeki, o 'dillere destan' fotografik kalitenin, Üç Maymun'un, -özellikle- çok gelişmiş dijital özelliğiyle birlikte zirve yaptığını; titiz bir işlemden geçtiği anlaşılan, 'yakın plan' ve 'geniş açı' kadrajlarla; senaryoyu da destekleyen -etkin- renk seçimleriyle birlikte, mükemmelin yakalandığını söylemeliyim..
Her N.B.C. filmi gibi Üç Maymun da, pek 'açık' ve kolayca izlenebilir/anlaşılır olmayan anlatımı ve de yapısıyla, izleyicisinden 'biraz' çaba istiyor..
Cannes Film Festivali’nden ‘en iyi yönetmen’ ödülüyle dönmüş olan, Ceylan'ın -kuşkusuz- bu en olgun filmine, -herşeye rağmen- sinemaseverlerce yeterince ilgi gösterileceğini umuyorum.." ALINTI

DÜŞÜNCEM: Sinemada seyredemediğim bu filmi bu akşam tv'de izledim. Çok kasvetliydi ama görüntülerdeki perspektifler çok iyiydi. Ciddi oyunculuklar sergilenmişti. İlk düşündürdüğü şey yalanın girdiği yeri nasıl da kuruttuğu, meşru daire dışına çıklan her noktanın insanı daha büyük bir batağa çektiği, hırsın hasaret sebebi olduğuydu. Herkesin hatalı olduğu filmde kimse yargılanmıyor, kimse çaresizlik kılıfı arkasına saklanıp iyi bir karakter olarak sunulmuyordu. Zor ama kaliteli bir filmdi.İyi ve düzgün yaşamaksa arzulanan, hırslardan sıyrılıp, prensiplerini hayata hayat kılmalı ki insan ve inanç bazında öteleri düşünmeli ki durduğu yerde dosdoğru yaşayabilsin. Yoksa kayıp düşmek ve girdiğin anafordan çıkamamak bedelini öder ki insan, iki dünya mutluluğunu yitirir anlamadan. Her şey zıddıyla bilinir ya, bu kasvetli film de bana meşru dairenin keyfe kafi olduğunu hatırlattı.
HANDAN GÜLER

LinkWithin

Blog Widget by LinkWithin